Bu veriler ve son bir haftasında Türkiye’yi meşgul eden tartışma konuları, ülkenin nasıl kanatlandığını gözler önüne seriyor.
Bunlardan birisi tam da 1 Mayıs öncesi gündeme geldi. İlk kez 1 Mayıs’ta, pandemi gerekçesiyle sokağa çıkma yasağını protesto gösterilerinde uygulanan “ses ve görüntü alınması yasağı”.
Emniyet Genel Müdürlüğü 27 Nisan 2021 tarihinde birimlerine “Ses ve Görüntü Kaydı Alınması” başlıklı kanunsuz yasaklama genelgesi gönderdi. Basında yer alan ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yasalara uygun olduğunu söylediği ve doğruladığı genelge, nedense hala Emniyet Genel Müdürlüğü’nün sitesinde yer almıyor.
Kanunsuzluk alenileştiriliyor
Genelgede gönderme yapılan 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun kapsamına “özel hayatı koruma” nasıl sokulmuş belli değil. Bu kanunsuz ve yetkisiz görevlendirmenin basın mensuplarının görevlerini yapmasını engelleyeceği, suç delillerinin yok edilmesini kolaylaştıracağı, failleri koruyacağı ortadayken buna cüret edilmesi çok anlamlı.
Son yıllarda, keyfi/ kanunsuz polis devleti uygulamalarının yoğun yaşandığı toplumsal olaylarda, gösterilerde veya polis uygulamaları sırasında, kayıt altına alınan ses ve görüntüler sayesinde faillere ve delillere ulaşıldı. Böyle bir dönemde ses ve görüntü yasağı ile ilgili bir yetkilendirmenin eski Türkiye’yi aratacağı, yeni bir Türkiye’nin hazırlığı olduğu ortada.
İnsanların özel hayatının bizzat devlet tarafından dikizlendiği, kanun dışı delillerle, dinlemelerle yargılamaların hat safhada olduğu bir ülkede “özel hayatı koruma” maksadı hiç inandırıcı değil ve çok komik kaçmaktadır. Gerçekte suç işleyen, kanun dışı davranan güvenlik güçlerini, suçluları, failleri gizlemeye dönük bir çaba söz konusudur. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kanunsuz genelgesi, yurttaşların evrensel, anayasal ve yasal haklarını kullanmalarını engelleniyor, bu durum kanunsuzluğu alenileştiriliyor.
Yasaları, anayasayı kötüye kullanmanın sınırı yıkıldı
Diğer bir tartışma konusu pandemi nedeniyle 18 gün sürecek tam kapanma döneminde içki satışının yasaklanması oldu. Bu konu bir yıl önce de gündeme gelmişti.
Pandemi nedeniyle içkiyi yasaklayan veya kullanımını sınırlandıran ilk ve tek ülke biz değiliz. Kenya, İngiltere, İsveç, İspanya, Tayland, Hindistan ve Güney Afrika gibi ülkelerde, pandemi nedeniyle içki tüketimini engellemek için çeşitli önlemler alındığı biliniyor. Pandemi tedbirleri kapsamında gündeme gelen içki veya diğer yasaklar, birçok ülkede de tartışmalara ve tepkilere yol açıyor. Bunların birçoğu hak ve özgürlükler ekseninde oluyor.
Bizde ise sorun daha farklı ve geniş. Pandemi politikasının yanlışlığı üzerine gelişen ciddi bir itiraz var. Buna ek olarak yönetimin tercih ve yöntemleri tepkilere yol açıyor. Mesele AVM’lerin açık tutulması, çalışanlara yönelik tedbir alınmaması, özellikle iktidar partisinin pandemi tedbirlerini dikkate almadan kongre yapması, cenaze törenlerine katılmaları, polis ve zabıtanın tedbirlere uymayanlara karşı çifte standart uygulaması, aşı sırası gibi uygulamalar. Bunlar var olan toplumsal güvensizliği sertleştirdi.
Önce İçişleri Bakanlığı genelgesi çerçevesinde içki satışının yasak olduğunu bizzat İçişleri Bakanı açıkladı. Kanunsuzluk ve genelgede böyle bir yasak yok eleştirileri sonrası, İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulları kararları ile içki satışları yasaklandı. Ortada ciddi bir gerekçe yok. Pandemi için oluşturulan Bilim Kurulu’nun bu doğrultuda bir önerisi veya gündeminde böyle bir konu yok. Hatta Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz: “Gerçekten hayretler içerisindeyim. Çok yersiz. Bu inanılmaz bir şey” açıklaması yaptı.
İçişleri Bakanı valiler kanalıyla kanunsuz, yetkisiz yasağı uygulamaya soktu. Bu derece keyfiyetin, hukuksuzluğun, çifte standardın ve yaşam tarzı duyarlığının yüksek olduğu koşullarda içki yasağı toplumda kaygı yarattı. Kaygılananlar haksız değiller, esas sorun bu keyfiyeti ve ben yaparım olur davranışını sorunlu bulmama halidir. Yasa ve anayasa hükümlerini kötüye kullanmanın sınırı yıkıldı.
Sorunun düğümlendiği nokta
Bu güne kadar 22 ilde içki satışı yasaklandı. Bu yasakların altında yasağa karşı olan seçmenlerin oy verdikleri CHP’li belediye başkanları da var. CHP ise yasağı eleştiriyor. İşte bu Türkiye tablosu.
Yani Türkiye, evrensel hukuk kuralları çerçevesinde ve anayasada, yasalarda yazıldığı gibi, yargı kararlarıyla yönetilen bir ülke değil. İktidarın, sosyal, siyasal, ekonomik hedefleri ve ideolojik yaklaşımlarıyla yönetilen ve toplumsal yaşamın bu doğrultuda inşa edilmeye zorlandığı bir ülke.
Saha araştırmalarına göre, siyasi iktidarın bu tercih ve hedeflerini toplumun yarısından fazlası bir süredir paylaşmıyor/ortaklaşmıyor, desteklemiyor. Ancak toplumun bu muhalif yarısının, geride kalanlar gibi bütünleşmelerini, buluşmalarını sağlayan sahici siyasal bir zemin, hedef veya çıkarlar manzumesi bulunmuyor. Bu durum, polis devleti yöntemlerini sürdürülebilir kılıyor. Hatta muhalefet partilerinin farklı alanlardaki polis devleti uygulamalarına destek verdikleri veya sessiz kaldıkları sıkça görülüyor. Bu da ülkenin yönetilememe sorununa, muhalefet sorununu ekliyor. İktidar ve muhalefet birbirinden güç alıyor. Türkiye siyasal, sosyal, kültürel, yönetsel olarak değişim geçiriyor.
Türkiye’nin hukuk devleti olma iddiasının sahiciliği kalmamıştır. Kanun devleti olmaktan da uzaklaşıyor. Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi, tek adam rejimi, gerçek manada polis devleti olma yolunda jet hızıyla ilerliyor.
Bu tartışmalar ve itirazlarla, Türkiye’nin mevcut krizden radikal bir programla ancak çıkabileceği bir kez daha anlaşıldı. Krizin kaynağının siyasal tercih ve hedefler olduğu, son iki yasakla çok açık olarak görüldü.