Hasan Hayri Ateş: Nefessiz bırakılan toplumun patlayan öfkesi

Yazarlar

“Onlar çok basit bir nedenden ötürü isyan ettiler: nefes almaları birçok anlamda artık imkansız hale geldiği için.” Frantz Fanon’un bu sözü, İmamoğlu’nun gözaltına alınması sonrası yaşanan infiali özetler gibidir. Bir çok şehirde yüz binlerce insan, özellikle üniversite gençliği büyük oranda kendiliğinden sokaklara dökülerek, İmamoğlu’na sahip çıkarken, esasta baskıcı rejimin uygulamaları sonucu nefessiz bırakılmış olmalarına isyan ediyor. 

Fiili bir OHAL ve kayyum rejimine dönüştürülen ülkede, toplumun geniş kesimleri gerçekten de nefes alamaz durumda. Toplumun nefes alanları günbegün daralırken, CHP belediyelerine yönelik son kayyum girişimi, bardağı taşıran damla oldu.

Oysa kayyum uygulaması ilk anda Kürtlere yönelik bir istisna hali görüldü ve geniş bir konsensusla hayata geçirildi. İstisna hali, yasal dayanağı olmayan şeyin yasanın yerini almasıydı. Söz konusu Kürtler olunca, yasanın öteden beri bir hükmü yoktu. Kürtleri nefessiz bırakarak, iradesini kırmak için iktidar/muhalefet el ele yasasızlığı yasa, hukuksuzluğu hukuk haline dönüştürdüler. 

Ne var ki istisna hali, Erdoğan tarafından adım adım otoriter bir rejim inşasına dönüştürüldü. Gün geldi Kürtleri nefessiz bırakan, her türden zulmü reva gören istisna hali, zamanla iktidarın hasım gördüğü, ya da hizaya sokmak istediği farklı kesimleri kapsamaya başladı. Boğaziçi Üniversitesi, MESAM, Türkiye Tabipler Birliği, İstanbul Barosu derken, CHP’ye kadar uzandı.

Diğer yandan son derece çıplak hale gelen ayrımcılık, dışlayıcılık, ötekileştirme ve dizginsiz baskı Kürtleri, Alevileri, kadınları aşan boyutlara ulaştı, kapsama alanı genişledi. Böylece toplumun geniş kesimlerinin kendini güvende hissetmediği bir ortam oluştu. 

Özellikle İmamoğlu’nun diplomasıyla birlikte üç kuşaktır faaliyet gösteren aile şirketine ve mal varlığına da el konulması, keyfiliğin ve iktidar eliyle açıktan sürdürülen zorbalığın hangi sınırlara ulaştığını gösterdi. Evet, mülkiyetçi düzenin kutsalı ve dokunulmazı olan mal güvenliği, iktidar zorbalığıyla hepten ortadan kaldırılıyor.

Aslında iktidar aracılığıyla mala çökme, ticari işletmelere kayyum atayarak içini boşaltma son on yılda Fetullah Gülen Cemaati’ni hedefine koysa da, Kürtlere yapıldığı gibi bu duruma “terörle mücadele” adı altında bir şekilde meşruiyet kazandırıldğı için, toplum çokta önemsemedi. Fakat İmamoğlu’na yapılanların hiç bir gerekçeyle gizlenemeyecek siyasi bir hamle olduğu  gürülünce, toplumda büyük bir öfke patlamasına neden oldu. Çünkü sorun artık yıllardır iç tehdit unsuru görülenler değildi, iktidarın, rakip gördüklerine ve kendisinden olmayanlara daha neler yapabileceğiydi. 

*

Erdoğan / AKP, toplumsal ve ideolojik hegemonyasını devam ettirmek için uzunca bir süredir rıza üretmeyi tümden bir kenara bırakarak, her türden zor yöntemini seçmiş bulunuyor. İmamoğlu’nun göz altına alınması ve İstanbul Barosu’na kayyum atama örneklerinde de görüldüğü üzere, toplumun demokratik geleceği, ağır bir tehdit altında. Buradan çıkmanın yolu, Kürt sorununda adil, demokratik bir çözümden ve toplumsal barışın inşasından geçiyor. 

Öcalan’ın, “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı,” demokratik bis sistem inşasına imkan veren, tarihi önemde bir adım. Ancak Erdoğan/Bahçeli ikilisinin soruna araçsal yaklaştığı, gittikçe daha bir netleşmeye başlıyor. Kürt hareketinin ve Kürt halkının iktidardan yana kuşkuları ve kaygılı yaklaşımları gittikçe haklılık kazanıyor. Gene İmamoğlu’nun PKK/KCK kapsamında sorgulanmasını, “kent Uzlaşısı’nı” suç kapsamında görülmesini, Öcalan’nın attığı adıma ve kendi iradelerine karşı bir sabotaj olarak görüyor. Ancak Öcalan’a güvendikleri için de, sürece gereken desteği sunuyor. 

*

Öte yandan Kürtler AKP’nin faşizan uygulamalarından fazlasıyla muzdarip olsa da, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını sindiremese de, görüldüğü kadarıyla sokaklara çıkmayarak temkinli davranıyor. Böyle de olsa DEM Parti daha en başından operasyona sert tepki gösterdi, yüz binlerin buluştuğu Newroz meydanlarında İmamoğlu’nu sahiplendi.

Özellikle son on yılda iktidarın hepten kuralsızlaştırılmış zulmü ve bu zulüm karşısında yalnız bırakılmaları hatırlandığında, Kürtlerin sorun bağlamında meydanlara çıkmayarak temkinli davranması son derece anlaşılırdır. 

Hatırlanmalıdır ki, bu ülkede Kürtlere yönelik defin ve yas hakkı dahi çiğnendi, ölüler mezarlardın çıkartıldı, çatışmalarda yaşamlarını yitiren gerilla cenazeleri ailelerine kargo paketleriyle yollandı. Yalnızca bunlara bakılınca bile, bir toplumun nasıl yıkıcı bir psikolojik durumla karşı karşıya kaldığı görülecektir.  Gene hatırlanmalıdır ki, Kürtler zembereğinden boşalmış zulümle mücadele ederken, gereken dayanışmayı göremediler. Bu yaşananların Kürtlerin toplumsal hafızasındaki etkilerini anlamayanların anlamaya çalışması, barış, özgürlük ve demokrasi ortak paydasında yeni bir mücadele hattı oluşturabilmek için kritik önemde. 

Kürtlerle empati kurmadan, yaşadıklarına anlam vermeden, onların yaşadıkları haksızlıklarda kendi rollerini görüp bunu telafi edecek adımlar atmadan, söylenecek sözlerin bir anlamı da, karşılığı da olmayacak. 

*

Diğer yandan bugün de görüldüğü üzere modernist laikler ve kimi farklı çevreler ya seçimlerde, ya da iktidarın zoruna maruz kalınca Kürtleri hatırlıyor. Buna rağmen Kürtler AKP’nin dizginsiz zulmü ile hesaplaşmak için onlara belediyeler kazandırdı, CB Seçiminde Kılıçdaroğlu’nu destekledi. Hal böyleyken Kürtler on yıllardır zulmün her türlüsüyle sınanırken bunu görmezden gelenler, Kürtleri hatırlama hallerini samimi bir yüzleşme ile terketmedikleri sürece, onları her zaman yanlarında bulamayacaklarını anlamaları gerekir. 

Bugün de İBB Başkanı İmamoğlu gözaltına alınırken nerede bu Kürtler? diye soranlar var. Kürtler’de,  biz üç dönemdir kayyum gaspı ile mücadele ediyoruz. Bu süre içinde siz neredeydiniz? diye soruyor. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Leyla Güven ve yüzlerce HDP’li hapishanelerde rehin tutulurken, siz ne yaptınız? Rojava hergün bombalanırken, SİHA’lar durmaksızın suikastler düzenlerken, en son bir hafta önce Kobane’de bir aileden yedisi çocuk, dokuz kişi SİHA saldırısı sonucu katledilirken, siz ne yaptınız?

Evet, bu bağlamda daha pek çok şey sıralanabilir. Fakat, rejim mağduru farklı kesimlerin birbirini geçmişe dair negatiflikler üzerinden tartıya çekmeleri, çözümleyici bir yaklaşım olmayacaktır. Önemli olan yaşananlardan ders çıkartarak mevcut yakıcı duruma odaklanabilmektir. Çok açık ki, sorun salt İmamoğlu değildir. Ülkeyi fiili OHAl rejimine dönüştüren Erdoğan-Bahçeli, AKP/MHP rejiminin politikaları, toplumun en geniş kesimleri açısından yaşamsal bir tehdit haline gelmiştir. Bu tehdidin üstesinden gelmenin yolu, iktidarın ötekileştirdiği tüm kesimlerin birbirini keşfederek dokunmaları, birbirini hissederek yan yana gelmeleridir. Bu anlamda Kürtlere güven verecek bir program ortaya konulmalıdır. Toplumsal barşın inşası için Öcalan ile yapılan görüşmelerin sürdürülmesi ve Rojava’nın savunulmasını içerecek güçlü bir iradi tutum ortaya koymak, bir araya gelmenin yolunu açacaktır. 

Kısacası, toplumu ayrıştıran politikalarda ısrar ederek, barış sağlanamaz. Bir arada barış içinde eşit, özgür ve adil bir sistem inşası, demokratik dinamiklerin harekete geçirilmesi ve demokratik mücadele hattının büyütülmesiyle mümkündür. 

İlginizi Çekebilir

Eşini bıçaklamıştı! Serbest bırakılan adam, savcının itirazıyla tutuklandı
Vatikan: Papa yarın hastane önünde kendisini bekleyenleri selamlayacak

Öne Çıkanlar