İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyordum. Mezuniyetime iki ders sınavım kalmıştı. Okulumuz iki yıldır faşist işgal altındaydı, okula gidemiyor, sınavlara katılamıyorduk.
Solcu, devrimci Kürt öğrencilerin sayısı çok olmasına rağmen, birlikte gidemediğimiz için saldırılara uğruyorduk.
Hukuk fakültesinde elli kişilik bir grubumuz vardı. Bir araya geldik ve uzun tartışmalardan sonra şubat ayı başlarında okula gitmeye karar verdik.
Aksaray’da toplandık, Vezneciler’den Süleymaniye Camisinin olduğu yere geldik. Okulun önünde Küllük denilen kafede faşistler toplanmıştı.
Haber almışlar okul önünde ve içinde saldırı hazırlığı yapmışlardı.Merkez binanın kapısından içeri girmiştik.
Heykelin önünde toplandık, basın açıklaması yaptık,bundan sonra ne olursa olsun okula gidecektik.
Arkadaşlar bu ilk gidişe ‘’Heykel Hareketi’’ adını koydular. Bir gün sonra okula kayıtlar ,sınavlara hazırlıklar için tekrar gidecektik.
Dekanlığın bulunduğu mermer salona gittik, bazı arkadaşlarımız kayıtlarını yaptırmıştı. Sonra Turan Emeksiz lokantasına birlikte gidip yemek yedik.
Bu gidişlerimiz okula gidemeyen arakdaşları cesaretlendirmiş, heyecanlandırmıştı. Kadırga yurdunda toplanarak okulun açılacağı 1 Mart tarihinde, birlikte gitme kararı aldık.
Sayımız artmıştı, Süleymaniye’de bulunan kahvelerde toplanıyorduk. İktisat, Eczacılık, İşletme, Hukuk öğrencileri grup halinde okula gidiyorduk.
Süleymaniye kafe ve lokantaları öğrencilerle doluyordu. Siverekli Hamit arkadaş ile tur atıyor,bazen Kürtçe şarkılar söylüyor, durumu değerlendiriyorduk.
Sol grupların temsilcileriyle bir araya geliyor olası bir çatışmada ne yapacağımızı konuşuyorduk.
Sınıflarda sağcı solcu öğrenciler ayrı ayrı oturuyor,arada polisler oluyordu. Tarafsız öğrenciler önde oturuyordu.
Sağ sol çatışmaların arttığı gerilimli çatışmalı günlerdi. Mardin’e bir günlüğüne pasaport almak için gitmiştim.
Radyodan İstanbul Üniversitesinde okuldan çıkan öğrencilerin üzerine bomba atıldığını,bir çok kişinin öldüğü ve yaralandığı haberi veriliyordu.
Öğrenciler merkez binayı işgal etmiş,boykot kararı almıştı.Gece sabaha kadar marşlar türküler söylenmiş söyleşiler yapılmıştı.Ölen arakdaşların resimleri pankartları hazırlanmıştı.
17 Mart günü Mardin’den Diyarbakır’a uçakla geçtmiştim. Sabah kırk binin üzerinde öğrenci yürüyüşe geçmişti. Havaalanından doğruca yürüyüş koluna yetiştim.
Çok yakın arkadaşlarımızı kaybetmiştik. Siverekli Hamit Akıl ile TİP üyesi Abdullah Şimşek, İGD üyeleri Baki Ekiz,Murat Kurt, Turan Ören,TİKP’li Cemile Sönmez Dev-Gençli Hatice Özen ölmüş, 41 arkadaşımız ağır olmak üzere yüzün üzerinde yaralı vardı.
Ertesi gün Tabipler Odası’nda toplanacak ve bir basın açıklaması yapacaktık.Soldan ve derneklerden herkes katılmıştı,benim sözcü olmamı istediler.
Yanımda her gruptan temsilciler yer almıştı. Polisin çekilmesi, bombanın patlatılması,faşist sorumlular hakkında ortak bir metin hazırladık,okuduk.
Devletin derinindeki güçlerin tezgahladığı bu alçakça katliamda rol oynayanlar faşist milisler daha sonra başka katliamlarda ortaya çıkıyordu.
Bir itiraf sonucu asıl katillerin belirlenmesi üzerine arkadaşlarımız davaları takip ettiler.Fail devlet kaynaklı olunca davaları zamana yayma, koruma ve zamanaşımından düşürme taktiği aynen işliyordu.
Olayın katliamın faillerinin devlet içindeki uzantıları karar vericileri korundu,kollandı terfi ettirildi.
Bugüne kadar tüm detaylarıyla aydınlatılamayan 16 Mart Katliamını her yıl anıyoruz.Aradan yıllar geçti, aynı güçler iktidarlar, aynı karanlık oyunlar sahneleniyor.
HALEPÇE KATLİAMI
16 Mart 1988 tarihinde İstanbul’dan Mardin’e geçmiştim,İdil ilçesinde avukatlık bürosu açmıştım.
Saddam diktatörlüğünün Başur Kürdistanında Kürt Halkına karşı,El-Enfal katliamlarını başlattığı günlerdi.Irak sınırına komşu olduğumuz için her gün acı haberler alıyorduk.
16 Mart 1988 tarihinde en acı haberlerden biri ile uyandık. Halepçe şehrinde Kürt halkına karşı bir soykırım jenosit suçu işlenmiş, kimyasal silahlarla saldırı yapılmıştı.
Kanlı Cuma olarakta anılan bu katliam son yüzyılın sivil halka insanlığa karşı işlenmiş en büyük suçuydu. 5 bin ölü,10 bini aşkın yaralı,182 bin kayıp vardı.
Saddamın 8 MİG-23 savaş uçağı, beş çeşit zehirli gaz atmıştı.Elma kokusu şeklinde ki kimyasal gaz 12 saat boyunca etkili olmuş,korkunç sonuçları kısa sürede dünyaya yayılmıştı.
Gazeteci Ramazan Öztürk’ün olay yerinden çektiği fotoğraflar verdiği haberlerle saldırının vehameti ortaya çıkıyordu.
Kimyasal gazı satanlar,kullananlar ve seyirci olanların hepsinin gözü önünde yaşanan bu katliamda, BM, AK, AB ve insanlık adına utanç verici bir sessizliğe gömülmüştü.
Halepçe katliamının baş faili Saddam Hüseyin yakalandı yargılandı ve idam edildi. Irak Yüksek Ceza Mahkemesi 1 Mart 2010 tarihinde Halepçe katliamını Soykırım olarak tanıdı.
Şivan Perwer’in Halepçe Katliamı çığlığı 33 yıllık dinmeyen acının feryadıdır.
Ortadoğu’da dört parçaya ayrılmış Kürdistan hala dünyanın en büyük devletsiz halkı olarak sorunları statüleri çözülmemiş duruyor.
Rojava,Başur,Bakur, Rojhılat Kürdistanına Kürt halkına yönelik askeri güvenlikçi yaklaşımlar idamlar, saldırılar işgaller sürüyor.
Toplu katliamların,insanlığa karşı savaş suçlarının tehlikesinin geçmediğini gösteriyor.
BM,AK,AB herkes Kürt sorunun sivil diyalog yoluyla barışçıl bir çözümüne çaba harcamak zorundadır.
En başta Türkiye, Irak, İran, Suriye Kürt sorunun çözümünde askeri güvenlikçi anlayışı terk etmek zorundadır.
Yeni Halepçeler yaşamamak için Kürt halkı birlik dayanışma ve mücadelesini yükseltmelidir.
Köprülerin altından çok sular geçti.
Bugün Irak Kürdistan Bölgesel yönetimi,resmi dili Parlamentosu Anayasal olarak tanınmıştır.
Rojava’da İŞİD’e karşı destansı direnişi,mücadelesinin zaferinin meşruiyeti kabul görüyor. Bakur’da,Rojhılat’ta her yerde mücadelesi yükseliyor.
Newroz bayramı yaklaşıyor, özgürlük çağrısıyla güçlerimizi birleştirelim.