Bir ülkenin, toplumun ne kadar demokratik olduğunu öğrenmek isterseniz, seçim sistemine, siyasi partiler yasasına bakmanız yeterlidir.
Demokrasi aynı zamanda çağdaş, uygar, kültürel gelişmiş toplumlarda daha fazla yaşama geçebilir tezi ne kadar doğrudur bence sorgulanmalıdır.
Basın özgür mü? Adalet bağımsız mı? Hak ve özgürlükler var mı? Bunlar yoksa hukuk devleti de yoktur.
Hukuk olmayan yerde demokrasi, demokrasinin olmadığı yerde adalet, adaletin olmadığı yerde barış olmaz.
Demokrasi bilinci bir zihniyet sorunu olarak gelişmedikçe, yönetimler bunu yaşama geçirmedikçe bir anlam ifade etmiyor.
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde demokrasinin içselleştirilmesi geliştirilmeside mümkündür.
Türkiye G-20 içinde yer alan Avrupa Konseyi üyesi olan AB müzakere sürecinde olan bir ülkedir. Kendini gelişmiş bir ülke sayar.
Kopgenhag kriterleri yerine Ankara Saray kriterleri geçerse sonu hüsrandır.
Tek adam rejimi olan Başkanlık rejimi otokrasidir. Otokrasilerde demokrasi olmaz.
Siyaset ve yaşam iç içedir, özgür birey ve örgütlü toplumlarda demokrasi anlam bulur,bir yaşama tarzına dönüşür.
Lider sultasının olduğu, parti içi demokrasinin işlemediği ülkelerde halkın özgür iradesinin meclise yansıdığı söylenemez.
Şekli bir demokraside, istenildiği kadar insan hakları, hukuk, adalet ve demokrasiden bahsedilsin,gerçeklerle yüzleştiğinizde göreceğiniz temel sorunun bu alanlarda yaşadığıdır.
Türkiye tek partili rejimde yarım asır seçkinlerin elinde, tek tip ideolojinin dayatıldığı bir ortamdan, çok partili rejime de sancılı geçiş yapmış, arkası on yılda bir yaşanan askeri darbeler olmuştur.
Tarihimiz “Militer Demokrasi” üzerine kurulurken, son sözü halkın değil,silahı gücü,parayı elinde bulunduranların söylemesi acı gerçeğimizdir.
Askeri darbelerin hukuku günümüze kadar şekli demokrasimizi belirlemiştir.
Ne yazık ki askeri darbelerin arkasında hep dış güçler emperyal ülkeler olmuştur, onların çıkarlarını gözetmiş, istedikleri yönetimleri işbaşına getirmişlerdir.
Bugün dahi AKP darbe seçim yasalarının rantı sayesinde, halka rağmen tek başına iktidar olmanın on sekiz yılının tadını çıkarırken, asla bu yasaları değiştirmeyi düşünmemiştir.
Partiler mezarlığına dönüşmüş, düzene sisteme muhalif partilerin kapatıldığı, milletvekillerin üyeliklerinin düşürüldüğü,düşünceleri nedeniyle ağır hapis cezaları aldığı ülkemizde ülkemiz de; Vesayetçi militer bir şekli demokrasinin, tekçi zihniyetin hakim olduğu açıktır.
Ulus devlet sürecini aşan bir durum vardır, asimilasyon, ret, inkar ve şovenizm resmi statüko ve tabular ırkçılığın ve ayrımcılığın sürekli kaynağı olmuştur.
Irkçı, muhafazakar, milliyetçi,sırtını uluslar arası sermayeye,dış güçlere yaslamış sağcı iktidarlar bu nedenle despotik ve zalimdirler.
Demokrasinin üçlü saç ayağı olan, siyasal, ekonomik ve çoğulcu kültürel unsurlar, demokrasinin olmazı değil, potansiyel düşmanı olarak görülmüştür.
Ayrımcılık yaşamın her alanına girmiş, askeri, bürokratik ve yargı vesayetinin kıskacında hep muhalif olanlar işkenceden zindanlardan geçirilmiştir.
Yargı tarihimiz, İstiklal Mahkemeleri ile başlamış, Sıkıyönetimler, DGM’ler, ÖYM’ler Özel Yetkili Ağır Ceza mahkemeleriyle,tek adam rejiminin atanmış yargısıyla günümüze kadar sürmüştür.
Türkiye adaletin olmadığı, şarkıların, halayların, puşuların, sloganların, yazılmamış kitapların suç delili olduğu engizisyon mahkemeleri yargılamalarında adalet aranıyor.
Birey, yurttaş tehlikeli potansiyel suçlu görülerek fişlenirken, devlet ve güvenlik siyaseti kutsanmış, korunmuş ve kollanmıştır.
Düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün olmadığı, AB üyelik sürecinin fanteziden öteye geçmediği, inançların ayrımcılığa uğradığı,azınlıkların ötekileştirildiği” dış düşman” ve “bölücülük sendromundan” kurtulamamış koca bir hapishane halindedir.
Güvenliğin özgürlüğün önüne konulduğu, eşit yurttaşlığın potansiyel tehlike görüldüğü, farklı dillerin kültürlerin, çoğulculuğun düşman olarak görüldüğü bir ülkede yaşıyoruz.
Bizimde bir meclisimiz var, seçimlerde yapılıyor, hükümetler kuruluyor, bütçeler hazırlanıyor. Demokrasiler muhalefetleriyle vardır, muhalefet yoksa demokrasi de yoktur.
Çoğulculuk, katılımcılık, ülke çıkarları söz konusu olduğunda partiler üstü davranabilmek önemli değerlerdir. Ne yazık ki mecliste bunun erdemli örnekleri yok denecek kadar az.
Sekiz yıl meclisteydim, yaşadıklarımız karşılaştığımız zorluklar, yaptıklarımız yapamadıklarımız oldu.
22 Temmuz 2007 seçimlerinde “Bin umut” adayı olarak “Türkiye’ye sözümüz var” belgisiyle yola çıkmıştık, bağımsız milletvekili seçildikten sonra katıldığımız DTP,11 aralık 2009 tarihinde anayasa mahkemesi tarafından kapatıldı.
BDP’nin kurulması, grup ve 2011 seçimleri sonrası yine bağımsız aday olarak ”demokrasi-emek-özgürlük” bloğu ile seçimlere girmiştik.
Seçim barajlarını aşarak bu kez 36 milletvekili ile milletvekili çıkarmıştık. Hatip Dicle’nin üyeliğini YSK iptal etti. Beş arkadaşımız hala cezaevinde üç yıla yakın süre tutuldu.
Bizler demokratik siyaseti, legal alanı, seçimle gelmeyi ve sorunları mecliste çözmeyi amaçlarken ne kadar başarılı olmuştuk? sorgulanması gereken bir durumla karşı karşıyayız.
Karşımıza çıkan engeller nelerdi? İç tüzük, komisyonlar, yasa teklifleri, genel kurul çalışmaları uzlaşma çatışma derken;yaşamın acı gerçekleri karşısında umudu ne kadar besleyebilirdik.
Birlikten güç doğduğunu, dayanışmanın önemli olduğunu biliyorduk. Meclis içi muhalefetin meclis dışı muhalefet ile birleşmesi,kamu oyunun baskısı,sivil toplum emek ve meslek örgütleri sendikalar, dernekler,barolar, odalar ne yapabilirdik?
Birlik ve dayanışmanın sağlanmasının önünde ki engeller nelerdi? Emek cephesinin ezilenlerin, farklılıkların, azınlıkların hukuku ne olacaktı?
Devlet yapılanması, aygıtı nasıl işliyordu,biz nasıl biliyorduk dışarıdan görüldüğü gibi olmadığını çabucak öğrenmiştik.
En temel sorunlarımızda silahlı güçlerin, askerin polisin ve diğerlerinin, derin devletin istihbaratın,dış güvenlik sözleşmelerinin karşımızda ördüğü duvarı görmüştük.
Milletin iradesi hikayeydi, egemenlik kayıtsız şartsız ulusun değildi, meclis genel kurulunda yazılı sözler havada asılıydı.
Adil vergi reformlarının yapılmadığı, çalmanın çırpmanın mali afların hukukunun nasıl yaratıldığını, GSMH’nın neden hikaye olduğunu,bütçe süreçlerinde krizlerin faturasının nasıl halka çıkarıldığını keşfetmiştik.
Dolaylı vergilerle tüketicinin halkın yaşamı cehenneme çevrilirken, bütçenin acımasız yükünü nasıl taşıdıklarını,her gün doğalgaz,elektrik, akaryakıt,alkol tütün gibi ideolojik zamlarla nasıl yeni zenginler yaratıldığını görüyorduk.
Madenlerin ülke topraklarının özelleştirildiği satıldığı, derelerin, nehirlerin HES’ lerle yok edildiği,çevrenin doğanın tarihin,kültürün yaşamın nasıl katledildiğinin tanığıydık.
Halk bizi seçerken en çok barışçıl ve demokratik bir çözüm istemişti.
Otuz yedi yıldır süren çatışmaların yakılan köylerin, göçlerin, faili meçhullerin,zindanların, yorgun düşürdüğü halkımız onurlu bir barış süreci için meclisi adres olarak görmüştü.
Birlikte yaşayabilir, yeni bir anayasa yapabilir,eşit ve özgür yurttaşlarının yaşayacağı ülkemizde her türlü ayrımcılığa son verebiliriz umudu ağır basıyordu.
Derin devletin, Jitemin, çetelerin, işkencecilerin, organize suç örgütlerinin mafyanın “Vatan-Millet Sakarya” edebiyatıyla, hukuk dışına çıkıp cinayetler işlediği,işkencenin sürdüğü ülkemizde;yeni bir sayfa açabilir,yeni bir söylem, yeni bir siyaset geliştirebilirdi.
Davulun sesi uzaktan hoş gelirmiş, bakmayın milletvekillerinin ayrıcalıklarına, imkanlarına, makamlarına.Biz muhalefet milletekilerine hep dokundular.
Sanki fasit bir daire içinde debeleniyorduk, asırlık devlet geleneğinin alışkanlıklarını, milliyetçi muhafazakar statükocu bir anlayışla sürdürenler, kimi zaman dine,kimi zaman kimi zaman bayrağa sarılırken,hep karşılarında ötekileştirdikleri yurttaşları vardı.
Devlet yurttaşı ile husumetli, fişliyor, izliyor,dinliyor,tutukluyor acımasızca öldürüyor,bunu yapanların kahraman, vatansever, dokunulmaz olduğu ülkemizde kırmız kitap anayasalar, MGK kararları, gizli güçler devredeydi.
12 eylül darbecilerini GATA’ da konakladığı, sanıksız yargılamaların yapıldığı bir tiyatro oynuyordu.
Yargı siyasallaşmış, mecliste çoğunluk partisi yasamanın yerine geçmiş, içinden çıkan hükümet/yürütme güçler ayrılığı yerine güçler birliğini uyguluyordu.
Böylesi koşullarda etkin, radikal demokratik bir muhalefet halkın umudu olabilirdi. Biz bunu ne kadar başarabildik, neden başarılı olamadık,sanırım muhalefet kendisini de sorgulamak zorunda.
Şayet bizim gibi muhalefet milletvekiliyseniz halkla beraber coplanır, gazlanır, yüzlerce fezlekeniz olur, üyeliğiniz düşürülür,partiniz kapatılır size cezaevi yolları gözükebilir.
Sivil itaatsizliği meşru yasal yollardan kitlelerin direnişini örgütlemenin çatışma koşullarında zorluğu ayrı bir değerlendirme konusudur.
Meclisin iki tür vekili vardır, birisi ihaleci, rantiyeci, çıkarlarını halkın çıkarlarının önüne koyan, diğeri halkı için bedel ödeyenler.
Torba yasalarla, temel yasalarla çoğunluk diktasıyla, kavgalarla, gensorularla, önergelerle geçen meclisin sekiz yılını 2015’te iki dönem kuralı nedeniyle noktalarken, ülkemiz son beş yıldır cehennemi yaşıyor.
2021 yılına girdik, her yeni yıl bir umuttur.Kimi sağlık kimi huzur kimi adalet kimi eşitlik kimi de özgürlük ister.
Yeni bir yıla korona koşullarında girerken, sakin bir ortamda konuşuyoruz. Geride bıraktığımız 67 yılın hepsi hukuk ve siyaset mücadelesi ile geçmişti.
Her zaman oduğu gibi ilk klasik cümle,’’zor bir süreçten geçiyoruz’’ oluyordu.
Mücadelenin artıları eksileri, kayıpları ve kazanımları vardı. Çok büyük bedeller ödenmişti. Yanı başınızda vurulan arakadaşlar,işkenceler zindanlar tutsak yılları, yasaklar baskılar yöntem değiştiriyordu,ama yine sürüyordu.
Seçilmenin yeterli olmadığını dokunulmazlıklarımzı kaldırılınca anladık. Belediye başkanlarımız görevden alınıp hepsinin yerine iki dönem kayyımlar atanınca anlamalıydık.
Oylarımızı sandığı milletin iradesini tanımıyanlar her türlü kötülüğü yapabilirler.
Şimdi parti kapatmak hazine yardımını kesmek için kolları sıvadılar. HDP yi tüzel ve fiili olarak kapatmanın her türlü saldırganlığını yapanlar,hukuk tanımyanlarla yol almak mümkün değidir.
AYM ile AİHM kararlarını tanımayanalara karşı mecliste iki söz, dışarda polis ablukasında kısıtlı basın açıklaması yetmez.
Eski tarz siyaseti 2021’de uygulamak çare değildir.
Toplu katliamdam bahseden bir iktidardan bahsediyoruz. Kürtlere azınlıklara muhaliflere haşare diyen soykırım tasarlayan bir faşist iktidarı konuşuyoruz.
Bize dilimizi kimliğimizi kültürümüzü yasaklamaları yetmiyormuş gibi, Selahattin, Sırrı, Hasip, Ahmet, Fatma, Emine isimlerini yasaklamak isteyen bir muhalefetten söz ediyoruz.
Bu böyle sürmez, yeni bir yılda yeni bir siyaset tarzı ve muhalefet gerekiyor.
BM’in 665 sayılı kararı karşısında; Diktatör yönetimlere karşı her türlü başkaldırı hakkını konuşmanın zamanıdır.