1982 Yılında genç bir avukat olarak Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevine müvekkil ziyaretine gitmiştim. Sıkı bir arama, kontrol sonrası avukat odasına geçtim. Bir saat bekledikten sonra müvekkilimi getirdiler.
Birer gardiyan kollarına girmiş, elleri bağlı, zincirli, etrafında yirmi kadar asker gardiyanlar durmadan vuruyorlar. Benim arkamda on kadar asker toplanmıştı.
Müvekkilin belden aşağısını göremiyorum. Ancak acıdan göz hareketlerinden sürekli ayağına tekme atıldığını anlamıştım.
Davanın açıldığını örgüt üyeliğinden suçlandığını ve duruşma gününü söylemiştim. Başlarındaki komutan, “Tamam bir dakika doldu, görüş bitmiştir, götürün namussuzu” diye bağırdı.
Görüşmelerde Kürtçe yasaktı, Türkçe bilmeyen aileler dövülüyordu. Gardiyanlar aralarında konuşuyordu, “Bu acemi avukat İstanbul’dan gelmiş burayı bilmiyor.”
5 Nolu Cezaevinde duvarda asılı sarı kırmızılı çerçeveli bir yazı dikkatimi çekmişti.
“NE DUYUYORSAN, GÖRÜYORSAN, YAPIYORSAN, BURADA KALSIN..!” diye yazıyordu. Aynı çerçeveli yazı yıllarca duvarda duruyordu.
14 Temmuz 1982 yılında Kemal Pir, M.Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek Askeri Mahkemeye ‘’Hiç bir taleplerinin olmadığını’’ bildirerek ölüm orucuna başlamışlardı. Bu dört insan kararlı bir direniş sonrası yaşamlarını yitirdiler.
Kemal Pir ölmeden önce, “Benim ölümüm sizleri sağ kalışımdan daha çok korkutacaktır’’ demişti.
24.Koğuşta Necmettin Büyükkaya, cezaevi sorumlusuna, “Benim çocuklarım dışarda benim gibi bir babaları olduğu için başları dik bir vaziyette yaşayacaklardır. Oysa senin evlatların senin gibi işkenceci babaları olduğu için ömür boyu başları eğik bir vaziyette yaşayacaklardır’’ demişti.
1984 Ocak ayında 5 Nolu Cezaevi direnişinde Necmettin Büyükkaya, Orhan Keskin, Cemal Arat, Remzi Aytürk, Yılmaz Demir yaşamlarını yitirdiler.
Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemeleri’nde ölüm tutanaklarının doğru olmadığını savcılarda kabul ediyordu.
Sonuçta bu ölümlerden sorumlu tutulan 5 Nolu Cezaevi İç Güvenlik amiri Binbaşı Esat Oktay Yıldıran kendisine işkence yaptığı biri tarafından İstanbul’da öldürüldü.
Diyarbakır 5 Nolu Cezaevinde yaşanılanlar inanılacak gibi değildi.
Co, Haydar, Kuzu, 69 işkencesi, askı, elektrik, 52 Marşın ezberletilmesi, dışkı yedirilmesi, ranza altı cezaları, açlık grevleri, direnişler, yangınlar, ölümler kitap oldu, belgesel oldu, film oldu.
Duvarda asılı olan yazıda olduğu gibi duyulan yapılan görülenler orada kalmadı.
12 Eylül darbesinin üzerinden 40 yıl geçti. Bugün Silivri, Sincan, Kandıra, Edirne, Kayseri, İmralı birçok F-Tipi cezaevinde tecrit, izolasyon, işkence sürüyor. En çok hasta tutuklu ve hükümlü AKP iktidarları zamanında öldü.
Kendi yandaşlarını affettiler. Katiller mafya çeteler ırz düşmanları hırsızlar özgür bırakılırken, milletvekilleri belediye başkanları, siyasetçiler, gazeteciler, aydınlar bilim insanları hala tutsak.
Yaygın ve sistematik bir kötü muamele işkence görüyorlar. Covid-19 salgını karşısında yaşamları tehlikede.
Avukatların adil yargılanma talebiyle başlattığı ölüm orucu özellikle Ebru ile Aytac’ın kritik aşamayı geçti. Çağdaş avukatların haksız aldığı onlarca yıl hapis cezasına karşı direniş sürüyor.
Demirtaş, HDP Milletvekilleri, Ahmet Altan, Osman Kavala AİHM kararlarına rağmen tutsaklar.
AKP+MHP iktidarı önce Baroları bölen yasayı geçirdi. Baro başkanlarının avukatların Ankara yürüyüşleri oturma eylemleri, uğradıkları yasak engel ve saldırılar tarihteki sayfalarda şimdiden yerlerini aldı.
Sırada Fişleme, Güvenlik ve Arşiv Araştırması ile Sosyal Medya yasakları yasaları var.
İktidar salgın nedeniyle içinden çıkamadığı bir krizin içinde sanal gündemler oluşturuyor.
Önce Ayasofya camiye çevrildi. İspanya Endülüste Kurtuba camisi Cordoba Katedraline çevrilmişti. 2006 yılında BM’in İspanya ve Türkiye arasında başlattığı Dinler Arası Diyalog, 2016 yılında Papanın Türkiye ziyareti bir işe yaramadı.
Medeniyetler ittifakı, çatışmaya dönüştü. Çünkü Kılıç hakkı egemenlik hakkı konuşulmaya başlandı.
Hilafetin Osmanlıya kılıç hakkı ile geçtiği biliniyor. İktidar bundan sonra sanal gündemi yayacaktır.
Birinci sırada hedef olarak, önce Hilafeti getirmeye çalışacaklar.
İkinci sırada Osmanlıda Başkent İstanbul’du.Başkentin taşınması gündeme gelir.
Üçüncü sırada İran’da Humeyni’ye yapılan 2 milyar dolarlık anıt mezarın bir benzeri Çamlıca Tepesi’nde yapılırsa şaşırmayın.
İktidar, olası baskın erken seçimleri savaş koşullarında yapmak istiyor. Bu nedenle Rojava ve Başur saldırıları, savaş ve işgal artacak.
Şırnak’a binlerce zırhlı araç ile asker polis seçmen taşıdıkları gibi her tür seçim hileleri uygulayarak HDP’nin barajı aşmasını engellemeye çalışacaklar.
Zor günlerden geçiyoruz, ama çaresiz değiliz. İnsanlık onuru elbette işkenceyi yenecek. Siyasi tutsaklar özgür olacak. Savaşa karşı barışı, Otokrasiye karşı Demokrasiyi savunacağız.
Adalet Eşitlik ve Özgürlük mücadelesi olmadan asla diyeceğiz.
Faşist Rejimin seçimlerde yıkılması için, Birlik ve Dayanışmayı güçlendireceğiz
Güçlü bir Barış ve Demokrasi programına, ilkeli ittifaklara ihtiyaç var, unutmayalım,
Despotik yönetimlere karşı, BM’in 665 sayılı meşru direniş hakkı son çaredir…