Tek adam rejimi Suriye’de yıllardır savaş bataklığında debelendi.
Libya’ya asker, Doğu Akdenize savaş gemileri gönderdi.
Şimdide Ermenistan-Azerbaycan savaşına fiilen katılarak yeni bir cephe açtı.
Tek adam rejiminin iyice sıkıştığı yalnızlaştığı günlerden geçiyoruz.
Türkiye’de otuz beş yılı aşkın süren, düşük yoğunluklu çatışmanın/savaşın sonlandırılması için, siyaset kurumu sınıfta kaldı.
Her gelen hükümet, köklerini kurutacağız dedi, yirmi beş hükümet geldi geçti. Çok parti, lider tarih oldu.
Ülke ekonomisinde trilyonlar ve binlerce can yitirildi.
Sıkıyönetim, Olağanüstü Hal, sansür, sürgün, yıkım, faili meçhuller katliamların faturası ağır oldu.
Baskı yasaları sınır tanımadı, olağanüstü yargı acımasız kararlar verdi. Cezaevleri işkence yeri, dışarısı açık cezaevi oldu.
Çeteler, darbeciler, hırsızlar, rantçılar, talan, yalan adaletsizlik aldı başını gidiyor. Yurttaşlar yarından emin değil, güvensizlik sardı her yanı.
Siyasetin en büyük hatası, Kürt sorunun askere havalesidir, en büyük çözümsüzlüktür. Silah şiddet, hiçbir sorunu çözmedi. Aksine daha da ağırlaştırdı derinleştirdi.
Ateşkesler, görüşmeler, en son çözüm süreci umut oldu, halkın yüzde yetmiş desteğini almıştı.
Silahların tam da susacağı, silahsızlanma kongresinin toplanacağı, silahların gömüleceği günlere gelmiştik.
07 Haziran 2015 seçiminde AK Parti iktidarını yitirdi, çoğunluğu kaybetti, koalisyon hükümetleri kurulamadı.
Saray entrikaları başladı, çözüm süreci, sarayda buzdolabına alındı. Siyaset akıl, mantık, bilim sustu, yeniden silahlar konuştu.
Her gün acı haberlerle uyanıyoruz. Yoksul emekçi halkın evlatları, can veriyor, ateş ocaklara düşüyor, analar ağlıyor.
Diğer yanda muktedir olanların çocukları, bankamatikten teskere alıyor. Kurdukları Vakıflara milletin devletin malı milyarlar bağışlanıyor.
Vakıf malları cemaatlere tarikatlara peşkeş çekiliyor. İhaleler ‘’milletin a.. koyduk ‘’ diyenlere verilmeye başlandı.
Siyasi ihtirasların, istismarın, acımasızlığın, kıskacında, kışkırtılmış kitleler, seçilmiş bir travmaya doğru yol almaya başladı.
Statükoya meydan okuyanlar, statükoyu ele geçirince, başarı ve zaferin sarhoşu ve kurbanı oldular.
Siyasetin bir başka devam şekli olan savaş felakettir, kazanını olmaz.
Meclis çözüm sürecinde, ‘’Çerçeve Kanunu’’ ile hükümete yetki verdi. Uzlaşma komisyonları kurulacaktı, gözlemci heyetleri oluşacaktı.
Dolmabahçe mutabakatı vardı, yol haritası çıkarılmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, masayı devirdi, görüşmeler kesildi.
Bir seçim yarışı sonrası, HDP’ nin yüzde on üç oy alması, seksen milletvekili çıkarması iktidarın hesabını da asabını da bozdu.
Bir daha kendine gelemedi. Daha önce on yıl boyunca FG Cemaatinin iktidarda ortağıydı siyasi ayağıydı.
Sonra ırkçı aşırı sağcı milliyetçi faşist partilerin, Bahçeli’nin Perinçek’ lerin soykırım ve insanlık suçu işleyenlerin derin devletin şeriki oldu.
Partileri bölündü yeni suç ortakları buldular.
Saltanatlarının sona ermesinin, sorumlusu olarak, HDP’yi gördüler.
Çatışma, kaos, endişe, belirsizlik, umutsuzluk, hukuksuzluk, insan hakları ihlalleri aldı başını gitti.
Sivil halkın hedef olduğu Sur’da, Cizre’de, Gever’de, Suruç’ta Ankara Gar’da barış isteyen yüzbinleri başka suç şerikleri olan İŞİD’e bombalattılar.
Artık herkes hedefti, panik, aşağılama, saldırı, dehşet duyguları, güvensizlik, siyasete hakim oldu. Yaşamın felç olmasını sağladı.
Paramiliter faşist milis güçler, Yugoslavya’nın Krayine bölgesinde olduğu gibi ortaya çıkmaya başladı. Kürtçe konuşanlara, işçilere linçler başladı.
Zırhlı araçlarla özel timlerle Kars belediyesine fetih ruhuyla giren Kayyım Vali kaldırımda namaz kılıp ilk icraatı Kürtçe tabelaları indirmek oldu. Her yerde Kürt diline fiili yasak konulmaya başlandı.
6-8 Ekim 2014 Kobani olaylarının üzerinden altı yıl geçtikten sonra yeniden toplu operasyonlar başladı.
‘’Ya Sev ya Terk et‘’ anlayışı yeniden hortladı güvenlik rafa kalktı.
En ilkel yöntem olan savaşa geçildi. Ülke toplum çıkarları bir kenara bırakıldı, siyaset parti çıkarlarını öne çıkarıldı.
Türkiye’de iktidar olanlardan IRA sorununu çözen bir Tony Blair çıkmadı. İngiltere’de olduğu gibi Kürt sorununu mecliste çözemediler.
İspanya kendi içinde çözümü buldu, ETA ile barıştı, hapisteki lideri serbest bırakıldı.
Güney Afrika’da olduğu gibi, Apartheid dönemi son devlet başkanı olan Frederik De Klerk gibi biri de çıkmadı.
Din adamlarından barışçıl çözümlerin unutulmaz ismi bir Desmond Tutu da çıkmadı. Bizde Diyanet İşleri Başkanı Ayasofya’da minbere kılıçla çıktı.
Mandela ile el ele verdiler. Saldırgan ile kurban arasında ki geçmişe dayanan izleri tamamen temizlemeye çalıştılar. Hakikat ve barışçıl uzlaşma yolundan giderek, geleceği karartan ilişkileri düzelttiler.
Batı hukuk geleneğine, teorik ve pratik alternatif getirdiler.
Gandi, pasif sivil itaatsizlik yöntemiyle, kötülüğe karşı koyma felsefesiyle halkı güçlendirdi.
Efsane devrimci Ernesto Che Guevara’nın gezdiği, Latin Amerika dağlarında, silahlar sustu, sandıklar kuruldu.
Paraguay’da darbeci generaller görevden alındı, Kolombiya’da hükümet ve gerilla el sıkıştı.
Yunanistan Albaylar cuntasıyla hesaplaştı. İspanya Franko diktatörlüğü ile hesaplaştı.
Portekiz, Salazar diktatörlüğü sonrası demokrasiye geçti.
İtalya, Almanya faşist rejimle yüzleşti.
Irak’ta Saddam rejimi gitti, Kürdistan Bölgesel Yönetimi kuruldu. Celal Talabani ilk Kürt Cumhurbaşkanı olarak seçildi.
Sudan’da Uluslararası Ceza Mahkemesinin hakkında insanlığa karşı savaş suçlarından tutuklama kararı verdiği El Beşir devrildi, tutuklandı yargılanıyor.
AK Parti 12 eylül darbesiyle hesaplaşmadı. Bu kirli savaş halkın değil, liderlerin sarayın savaşı.
Ülkeler arasındaki coğrafi sınırlar, gün geliyor anlamsızlaşıyor.
Suriye ile Yüksek Stratejik Uluslararası Anlaşma, çerçevesinde Halep’e giden heyetteydim. Kilis kapısına geldik, vizeyi kaldırdık, sonra Suriye heyeti ile Gaziantep’e geçtik.
Neşeliydik, mutluyduk, sonra ne oldu da, bir yıl içinde her şey değişti.
AKP iktidarının Neo Osmanlıcı mezhepçi dış politikasıyla, terör örgütleriyle birlikte Esat’a karşı saldırıya geçti.
Beş milyon Suriyeli yerinden yurdundan oldu, Türkiye’ye iltica etti.
Bugün bu sınırda zırhlılar, tanklar, devriyeler geziyor. 800 km.lik duvarlar çekildi. Afrin işgal edildi, İdlip’te batağa saplanıldı.
Rojava’da Kobani zaferinden sonra Kürt halkı bir statüye kavuşmasın diye saldırılar sürüyor.
Devlet terörizmine gaz verenler, kardeş kardeşi vururken, cenazelerde nutuk attılar.
Kendi çocuklarını askere göndermeyen siyasiler, çocukları ölen aileleri, dünyanın en mutlu aileleri ilan ettiler.
Mecliste, sistemin ve düzenin partileri çabucak anlaşırdı. İktidar bu nedenle, CHP/MHP muhalefetinden pek memnundu.
Meclisin matruşkaları derdik onlara. Bir iki konu hariç, özellikle Kürt halkına karşı her zaman anlaşıp uyuşuyorlardı.
Uyuştukları, anlaştıkları konularından biri de teskere arkadaşlığıydı.
Bizim parti BDP/HDP grubu, Her zaman ezber bozdu, etkili muhalefet yaptı.
Her üç parti teskere gelince arkadaş olurlar, pusu arkadaşlıkları da meşhurdur. Savaşa hep evet derler.
Yoksul emekçi halkın çocuklarının üzerinden, savaş naraları atanlara karşı durduk, barış için hayır dedik.
Biz Aden körfezinde sermayenin/sultanların veletlerinin gemilerini, neden koruyalım dedik.
Onlar Türkiye büyük devlet, ordumuz büyük dediler, tek ihraç kaynağı olarak, ucuz askeri gördüler.
Irak, Suriye tezkereleri gelince, biz hayır dedik.
CHP bir sene önce Suriye tezkeresine hayır dedi. Bir sene sonra evet deyip, AKP cephesinde, savaş yanlılarının yanında yer aldı.
Savaş tezkerelerinin, sortilerin sorun çözmediği, Kürt sorunun terör/kriminal bir sorun olmadığını anlattık.
İktidar ’’Bölücülük Paranoyası’’ nedeniyle görmezden geldi. Çözümde siyaset kurumu çözümsüz kaldı.
- yüzyılda, soykırıma ve insanlığa karşı savaş suçlarına yardım edenler de suçun ortağıdırlar.
Yıkımdan, tehcirden, savaşın acı sonuçlarından sorumludurlar.
Herkes bilmeli ki vicdan sızısı ve utanç kalıcıdır.
Tek adam rejiminin savaş müteahhitlerinin son çırpınışlarıdır.
Muhalefet onlara el uzatmaktan kan vermekten artık vazgeçmelidir.