Bugün ülkemizdeki son ekonomik gelişmeler hakkında partimizin görüşlerini sizlerle paylaşacağım. Seçimlerin üzerinden henüz bir ay bile geçmeden ülke daha önce olduğundan çok daha büyük bir iktisadi bunalımın pençesinde. Bugün yüzde 5’in üzerinde artan kurun bize gösterdiği şey aslında iktidarın başından beri halının altına süpürdüğü şeylerin seçimden sonra, popülist iddialar sonrasında tek tek nasıl ortaya çıktığıdır. Eldeki bütün döviz rezervini yakma pahasına kuru baskılama çabalarının yavaş yavaş son bulduğunu, kurun ciddi bir şekilde yükselişe geçtiğini birlikte görüyoruz. Bu açıdan seçim öncesinde sözünü ettiğimiz, iktidarın devamı durumunda ekonominin çok daha kötü hale geleceği ve gelir dağılımı eşitsizliğinin giderek boyutlanacağı öngörümüz tam anlamıyla çıkmış durumda. Hem de henüz bir ay bile geçmeden. Türkiye’nin içinde olduğu ekonomik kriz bir çöküşe dönüşmüşken, iktidar bu defa “Süpermen” arayışları içerisine girdi. Mehmet Şimşek’in ekonominin başına getirilmesiyle birlikte zannediyor ki Türkiye’nin temel yapısal problemleri çözülecek ve ekonomi rayına oturacak.
Öncelikle sorulması gereken soru şudur: Ekonomi neden bu hale geldi?
Akıl dışı para ve maliye politikalarını ısrarla savunan Erdoğan, Zihni Sinir projesine benzer bir biçimde Türkiye ekonomisini düşük faiz, düşük TL ve yüksek kura mahkum etti. Bu dönem içerisinde yaşam maliyeti krizinin özellikle emekçiler ve yoksullar açısından ne kadar boyutladığını, gelir dağılımı eşitsizliğinin ne kadar arttığını, tencerenin kaynamakta ne kadar zorlandığını hep beraber gördük. Sanki krizin sebebi kendileri değil de başkalarıymış gibi dışarıdan ekonomiye bir başka isim atamak suretiyle var sayılıyor ki ülkedeki iktisadi dengeler düzene girecek. Öncelikle sunu şöyleyeyim; Türkiye ekonomisi Süpermenlerle düzelmesi mümkün olmayan bir ekonomidir. Türkiye ekonomisi ancak alternatif bir ekonomi politikasıyla, alternatif bir üretim ve paylaşım politikası ile düzene girecektir. AKP’nin 2002-2007 döneminde dışarıdan gelen yoğun krediye dayalı olarak görece ekonomiyi toparladığı izlenimi nasıl günün sonunda fiyasko ile sonuçlanmışsa; dışarıdan yatırımcı çekmeye dayalı ve üretimi temel almayan bu yaklaşım da çözüm olmayacaktır. Yani uluslararası alanda dolaşan kredinin borsaya, çeşitli finans aygıtlarına ya da doğrudan yatırım biçiminde Türkiye’ye çekilmesi Türkiye’deki problemleri asla ve asla çözmeyecektir. Tam tersine aslında kurun üzerindeki basının giderek azalıyor olmasıyla birlikte kurun yükselmesi ülkede ne yazık ki var olan yaşam maliyeti krizini daha da derinleştirecektir. Özetle üretici sektörleri açısından duruma bakıldığında girdi maliyetlerinin yükselmesi çıktının yani ürünün daha da fiyatlanmasına yol açacaktır. TÜİK’in o gerçeği yansıtmayan verileri bile gıda enflasyonunun yüzde 50’nin üzerinde olduğunu söylüyor. Oysa bu değer çok daha fazla.
İzlenen politikalar tarımı bitme noktasına getirdi
Yeni ekonomi programı neyi içerecek ki gıda fiyatlarını düşürecek? Tarımda 21 yıllık zaman dilimi içerisinde yarattıkları tahribat iki günde onarılabilecek durumda değildir. Kaldı ki yeni Tarım Bakanının da gıda enflasyonun düşürmek için ne tedbirler alacağını bilmiyoruz. Özellikle üretimin giderek azaltılması, Tarım Bakanlığının bir ithalat bakanlığına dönüştürülüyor olması gibi sebepler tarımı bitme seviyesine getirdi. Neo liberal siyasetin tarım üzerindeki etkilerini yaşadık, yaşıyoruz. Gıda enflasyonunu düşürmek için tedbiriniz nedir?
Dışarıdan kaynak çekmeye dayalı politika Türkiye’yi daha fazla borçlandıracak, yoksulluğu derinleştirecektir
Herhangi üretici, artırıcı bir tedbir yok. Mehmet Şimşek’in bu konudaki yaklaşımı ne olacaktır? Sıcak parayı ülkeye çekip sorunları çözmenin dışında bir çözümlerinin olacağı kanısında değiliz. İhracatı artırmak ve dış ticaret ve cari açığı azaltmak yollu politikaların, dışarıdan kaynak sağlanmasına dönük politikaların günün sonunda Türkiye’nin çok daha fazla borçlanmasına sebep olacağını, gelir dağılımı adaletsizliğini daha da artıracağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Siyasette genel bir kanı vardır; hep denir ki tencerenin devirmeyeceği iktidar yoktur. Oysa çok önemli tarihsel süreçlerde ekonomik krizin ciddi bir biçimde boyutlanması; umutsuzluğa, mutsuzluğa ve yarınsızlığa mahkum edilmiş geniş kesimlerin otoriter bir lider etrafında yana yana gelme motivasyonunu çok artırmıştır.
Ekonomik krizlerin derinleşmesi iktidarları değiştirmez, otoriterizmi derinleştirir
En azından İtalya ve Almanya’daki faşizm dönemleri bunların çok somut örnekleridir. Ekonomik kriz iktidarın değişmesi değil var olan otoriterizmin daha da boyutlanması konusundaki eğilimleri derinleştirir. Aslında Türkiye’de olan da geniş kesimlerin krize rağmen otoriterizmi tercih ediyor olmalarından dolayı yaşanan siyasi durumdur. Biz HDP olarak elbette bugün de PM toplantımızla ve daha sonra yapacağımız çeşitli toplantılarla özeleştirimizi yapmaya devam edeceğiz. Ancak bundan önce şunu özellikle ifade etmek gerekiyor ki Türkiye ekonomisinin çözüme kavuşması için olması gereken paylaşımda ve ekonomide demokrasinin olmasıdır. Açlığın bu kadar boyutlandığı, tencerenin bir türlü kaynamadığı ve işsizliğin giderek arttığı ülkemizde, iktidarın bu yaklaşımlarının mevcut durumu daha da fazla artıracağını hep birlikte görüyoruz ve biliyoruz.
Önceliğimiz enflasyonun düşürülmesi, emekçilerin ve yoksulların gelir durumunun düzeltilmesidir
O halde ne yapmalı? HDP krizin başından beri Türkiye ekonomisinin en temel meselesinin özellikle enflasyonla mücadele olduğunu söyledi. Şimdi iktidar diyor ki enflasyon düşüş eğiliminde. Özellikle doğalgazın bir maliyet kalemi olarak sıfırlanmış olmasıyla enflasyon bir Ali Cengiz oyunuyla düşük gösterilecek. Bu büyük olasılıkla asgari ücret pazarlıklarında da etkisini gösterecek, asgari ücret açlık sınırının üzerine bir türlü geçemeyecek. Bizim söylediğimiz şudur; sermayeye geniş destekler ve servet transferi yönteminin bir kenara bırakılması ve özellikle yoksulların, işçilerin, emekçilerin gelir durumunu düzeltmek için enflasyona yönelik ciddi tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Demokrasi olmadan, gelir dağılımı sağlanmadan Süpermenlerle ekonomi düzelmez
Bu da ekonomide demokrasiden geçer. Bu da aynı zamanda üretimin demokratik şekilde planlanmasından geçer. Özellikle kırsal bölgelerde tarımla iştigal eden vatandaşın ekonomik durumunun iyileştirilmesinden geçer. İşçilerin sendikalarda örgütlenmesinden, örgütlenme önündeki engellerin ortadan kaldırılmasından geçer. Türkiye daha iyi üreten, katma değerli mal üreten ve elde ettiği geliri de kendi içerisinde adaletli bir biçimde paylaşacak bir ekonomik perspektife sahip olmadığı sürece Süpermenlerin Türkiye ekonomisini düzeltebilmesi, içinde olduğu krizden çıkarabilmesi mümkün değildir. Biz HDP olarak neyin nasıl yapılmasını gerektiğini gayet iyi biliyoruz. Ekonominin nasıl düzelebileceğini gayet iyi biliyoruz. Savaşa, sermayeye İHA’ya, SİHA’ya aktarılan kaynakların yoksullara aktarılmasıyla birlikte ekonominin düzeleceğini, ülkemizde herkesin çok daha mutlu olacağını hep beraber görüyor ve teyit ediyoruz.
Ekonomi yönetimini bir gölge kabine gibi denetlemeye ve çözüm üretmeye devam edeceğiz
Günler son derece ağır geçiyor. Ancak her olumsuz durumu olumluya çevirecek ve buradan demokratik bir ülkeyi yaratacak irademiz, halk desteğimiz ve motivasyonumuz var. Genel olarak siyasette olduğu gibi ekonomide de bir gölge kabine gibi kabineyi ve ekonomi yönetimini bundan sonra da denetlemeye, takip etmeye ve ülke kamuoyuyla yapıcı önerilerimizi paylaşmaya devam edeceğiz. İnanıyorum ki HDP olarak, Yeşil Sol Parti olarak gelecek günler daha güzel olacak. Hakça adil bir ekonomiyi el birliğiyle yaratacağız.