Hollanda siyasetinde tansiyon, aşırı sağcı Geert Wilders’in mültecilere yönelik ırkçı ve dışlayıcı politikalarını dayatma girişimiyle yeniden yükseldi.
Koalisyonun büyük ortağı PVV’nin aşırı sağcı lideri Wilders, sığınmacıların sınır dışı edilmesi, sınırların kapatılması ve Suriyelilerin geri gönderilmesi gibi insan haklarına aykırı talepler içeren 10 maddelik bir plan sundu. Bu taleplerin kabul edilmemesi halinde hükümetten çekileceğini belirterek, sadece ortaklarını değil, demokratik hukuk düzenini de açıkça tehdit etti.
Wilders’in bu resti, koalisyon ortakları ve muhalefet partileri tarafından sert şekilde eleştirildi. Ancak açıklamalara rağmen, PVV’nin masada hâlâ bir “ana aktör” olarak varlığını sürdürüyor oluşu, Hollanda’da siyasetin demokratik ilkelerden nasıl uzaklaştığının göstergesi olarak değerlendiriliyor.
VVD lideri Dilan Yeşilgöz, Wilders’in çıkışını “sorumsuzca” olarak tanımlarken, “Zaten kırılgan bir yapıdayız. Bu konuları kendi bakanıyla konuşmalıdır. Bu tür açıklamalarla siyaset yürütülemez” dedi. Ancak VVD’nin halen PVV ile aynı masada oturuyor olması, Yeşilgöz’ün sözlerinin gerçek bir siyasi kararlılıktan yoksun olduğu yönünde eleştirilere yol açtı. İnsan hakları ve mülteci hukukunun sistematik biçimde çiğnendiği bu tabloda, sağcı partilerin aralarındaki “ton farkı” gerçek bir muhalefet değil, sadece şekilsel bir ayrışma olarak yorumlanıyor.
Yeni Sosyal Sözleşme Partisi NSC’nin yeni Genel Başkanı Nicolien Van Vroonhoven “hukuken mümkün sınırlar içinde göç politikası” söylemini sürdürürken, Wilders’in taleplerine doğrudan karşı çıkmadı. Parti yetkilileri, Danıştay’ın görüşünü beklediklerini belirtti. Bu tutum, NSC’nin gerçekte hukukun yanında mı yoksa PVV’nin göçmen karşıtı blokajında mı durduğuna dair ciddi soru işaretleri yaratıyor.
Koalisyonun bir diğer ortağı BBB’nin lideri Caroline van der Plas ise açık biçimde Wilders’i destekledi. Danıştay’ın görüşünün “sadece bir tavsiye” olduğunu savunarak, yasaların zorlanabileceğini ima etti. Van der Plas’ın bu açıklaması, Hollanda’da kuvvetler ayrılığı ilkesinin bile popülist çıkarlar uğruna göz ardı edilebileceğini gösterdi.
Muhalefet cephesi ise, bu çıkışı sadece siyasi bir tehdit değil, aynı zamanda demokratik değerlere karşı bir saldırı olarak değerlendirdi. Sol ittifak GroenLinks–PvdA lideri Frans Timmermans, “Bu talepler sadece hukuken değil, insanlık onuruna da aykırıdır. Hollanda, evrensel insan haklarını terk eden bir ülke olmamalı” diyerek sert tepki verdi. Timmermans, hükümeti, aşırı sağın şantajına teslim olmamaya çağırdı.
D66 lideri Rob Jetten de Wilders’in planını “vicdansız, uygulanamaz ve tehlikeli” olarak nitelendirirken, SP ise göçmenlerin hedef haline getirilmesinin sosyal eşitsizliği büyüttüğünü ve sistematik ayrımcılığın önünü açtığını vurguladı.
Bugün Hollanda’da yaşananlar, sadece bir koalisyon krizi değil. Aynı zamanda Avrupa’nın göbeğinde demokrasinin, insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün nasıl aşındırıldığının somut bir örneğidir. Bu durum karşısında sessiz kalmak, sadece göçmenlerin değil, hepimizin geleceğine göz yummak anlamına geliyor.
/Haber: Baki Karadeniz- Amsterdam/