İlhan Sami Çomak: Devletin gözünde bir şairden öte, suçlu bir Kürdüm!

GündemSöyleşi

Hiçbir somut delil olmamasına rağmen 30 yıldır suçsuz yere cezaevinde tutulan ve infaz süresi dolmuş olmasına rağmen ağustos ayında serbest bırakılmayan Kürt şair İlhan Sami Çomak ilk Kürtçe röportajını Rûdaw’a verdi.

İlhan Sami Çomak, 1994 yılında 21 yaşında, henüz üniversite öğrencisiyken tutuklanmıştı. 30 yılını cezaevinde geçirdi ve 27 Ağustos 2024’te tahliye edilmesi bekleniyordu. Ancak İstanbul Silivri Cezaevi İdari Gözlem Kurulu, Çomak’ın tahliyesini “keyfi” bir kararla üç ay erteledi.


Tahliyesi bir kez daha ertelenmediği takdirde, İlhan Sami Çomak 26 Kasım 2024’te özgürlüğüne kavuşacak.


Kürtçeye dönüş ve “Çiyayê Girtî” kitabı

“Gönderen: İlhan Sami Çomak” belgeselinde, ilk kez Çomak’ın Kürtçe konuşmasını duymuştum. Annesi ve kardeşiyle telefonda Kürtçe konuşuyordu. Yumuşak, ağır ve kederli bir sesti. Bu beni çok etkilemişti. Onun Türkçe şiirlerini okumuştum. Ama çok merak ediyordum, kitaplarında Kürtçe ile ilişkisinden bahseden, “kedilerle anadilimde konuşuyorum” diyen bu şair, koşullar nedeniyle yüzlerce Kürt yazar ve şair gibi o da Türkçe yazıyordu. Ancak çok merak ediyordum, acaba Çomak hiç Kürtçe yazmış mıydı ve Kürtçe de yazacak mıydı?

Bu merak ve beklentim, belki de birçok Kürt okuyucusunun beklentisi gerçekleşti. Çünkü sürpriz bir şekilde Çomak’ın ilk Kürtçe şiir kitabı “Çiyayê Girtî” (Tutuklu Dağ), 2023 sonbaharında Dara Yayınevi’nden çıktı. Şair ve akademisyen Selim Temo’nun editörlüğünde çıkan kitap, “Kuşatma” ve “Senin İçin” adını taşıyan iki bölümden ve 16 şiirden oluşuyor.

30 yıldır devlet İlhan Sami Çomak’a karşı “acımasız bir duvar örüyordu.” Ancak o da bu “acımasız duvara” karşı; kitapları, sözleri ve düşünceleriyle 30 yıldır gururla ve entelektüel bir şekilde egemenlerin “duvarlarını” yıkıp kendine “özgür bir gökyüzü” yarattı. Onun tek gücü kelimeleri ve yazıydı. “Karanlığın acımasız duvarının” yıkılması ve onun cezaevinden çıkıp ailesine, sevdiklerine ve ülkesine kavuşmasına çok az kaldı. Çomak, cezaevinden yazdığı şiirlerle sadece bir şair değil, aynı zamanda haksızlığa karşı bir direniş simgesi haline geldi.

İlhan Sami Çomak’ın vasisi olan akademisyen İpek Özel aracılığıyla sorularımızı Silivri Cezaevi’ne gönderdik. Çomak da sorularımızı Kürtçe el yazısıyla yanıtladı. Yakın bir zamanda Çomak’a sorularımızı yüz yüze sorabilmek umuduyla.


Rûdaw İstanbul muhabiri Ömer Sönmez’in Kürt şair ve yazar İlhan Sami Çomak ile röportajı şöyle:

Ömer Sönmez: Ne yazık ki 30 yıldır özgürlüğünüz haksız yere elinizden alındı. Hepimiz 27 Ağustos’ta serbest kalacağınızı umut ediyorduk. Ancak cezaevi yönetimi, tahliyenizi “sebepsiz” ve “keyfi” olarak üç ay erteledi. Siz ise bir mesaj yayınlayarak, “Buradan onurla çıkacağım, önemli olan bu,” dediniz. Her ne kadar “kara bulutların altında” yalnız olsanız da dışarıda yüz binlerce kişi durumunuzdan haberdar ve özgürlüğünüz için başlatılan kampanya devam ediyor. Sizden ne istiyorlar? Neden bir şairin dışarı çıkmasına izin vermiyorlar?

İlhan Sami Çomak: Egemenlerin temel özelliği, kararlarını hakikat ve hukuka dayandırmadan, keyfi şekilde vermeleridir. Biliyoruz ki, onlar güçlerini haksızlık temeli üzerine kurmuşlardır. Güç ve kudret, ellerinde büyülü bir anahtar gibidir; her kapıyı o anahtarla açarlar.

Bu yüzden tahliyemi engelleyip, 30 yıl sonra dışarı çıkıp özgür olmama izin vermediklerinde, bunu haklı gösterecek hiçbir gerekçeleri yoktu. Onlar için ben, 12 kitap yazmış bir yazar ya da eserleri 15-20 dünya diline çevrilmiş bir şair değilim. Onların gözünde ben yalnızca “suçlu” bir Kürdüm. Bu zihniyet, yıllardır süregelen bir ezberin tekrarından başka bir şey değildir.

Aldıkları kararla, her zaman yaptıkları gibi bildikleri en kolay yolu seçtiler: haksızlık. Haksızlık yapıyorlar ve bunu yapmayı seviyorlar. Ancak ben de buna karşılık, inatla ve başım dik bir şekilde, özgürlük ağacının dallarına tutunarak direniyorum ve direnmeye de devam edeceğim.

“Şiir Sayesinde Kendime Döndüm”

“Masûlkeyan” şiirinizde, “Sonunda yaraların yarasını gördük.” diyorsunuz. Gerçekten de bu cümle tam olarak sizin ve Kürt halkının durumuna uyuyor. Kürtlerin başına gelmeyen zulüm, haksızlık, felaket, katliam ve trajedi kalmadı. Siz de bu “uğursuz tarihten” payınızı aldınız. Zaten bir röportajınızda da “Kürt ve Alevi kimliğimden dolayı başıma bu kadar şey geldi.” diyorsunuz. Biraz ‘yaraların yarası’ndan bahsetmenizi istiyorum, ki siz kendiniz ‘yaranızı iyileştirmişsiniz’. ‘Yaraların yarası’nı nasıl sardınız ve ne kadar iyileşti?

 Herkes, halkının tarihi ve kültürü kadar bir bireydir. İnsan, halkının acıları ve felaketlerinin bir yansımasıdır. Ben de bir Kürt bireyi olarak, halkımın kaderini omuzlamış durumdayım. Bu kaderin yanlış olduğunu fark ettiğimde, kendimi şiirle ifade etmeye başladım.

Ölümümüz kolaydır. Sürgün ve hapsedilmemiz de kolaydır. Egemenlere göre biz ancak onların elinde teslim alındığımızda ve onların hükmü altında olduğumuzda ‘makul kişileriz’. Bunun dışında, eğer kendi istek ve arzularımızın sahibiysek, eğer talihsiz ve uğursuz tarihimizi kabul etmiyorsak, ‘ölüm ve hapis’ haktır!

Bu kaderin yanlış bir kader olduğunu ve biz Kürtlerin kendimize ve kaderimize sahip çıkabileceğimizi fark ettiğimde, işte o zaman kendimi fark ettim.

Evet, kalabalıktık. Fakat birey olarak benim de yaralarım vardı. Nasıl oldu bilmiyorum ama günü geldi şiir yazmaya başladım. Sanırım şairliğim, aynı zamanda kendi yaralarımı sarmaya başladığım anlamına da geliyor. Bazı yeteneklerim vardı, ama güçlü bir disiplinle duygularımın ve düşüncelerimin üzerine gittim, gayretle davrandım ve sonunda kabul edilebilir bir seviyeye ulaştım.

Şairlik ve yazarlık benim için yeni bir kimlikti. Bu, anne ve babamdan aldığım kimlikten yani Kürtlük ve Kızılbaşlıktan (Alevilik) farklıydı. Yeni kimliğime sahip çıktım ve bu kimliğimi güçlendirdim. Sonunda bu kimlik de yeni olay ve gelişmeler karşısında, hayat karşısında düşünce ve fikirlerimi daha olgun hale getirdi. Geniş ve farklı bir bakış açısına sahip oldum, ayrıca daha renkli bir kişilik oldum.

Bunun dışında da yazarlık ve şairliğim sayesinde o yüksek ve aşılmaz duvarlara karşı durdum. O özgür hayatı, o bahar kokulu, gül ve çiçek kokulu hayatı, hücremin penceresiyle ve onun delik ve boşluklarıyla kalbime ve içime aldım.

Özgür bir hayattan mahrum kaldığım için, çocukluğumun kucağına sığınmak zorunda kaldım. Mükemmel bir şiir için, anılarımı yeniden ördüm. Yani şiir, çocukluğumu ve anılarımı suladı. Bu şekilde çocukluğum ve anılarım solmadı, hep yeşil ve canlı kaldı.

Şöyle diyebilirim: Şiir sayesinde kendime döndüm. ‘Yaraların yarası’ zor ve zahmetli adımlarla ve çok uzun sürelerde sarıldı. Artık iyi biliyorum ki yara zor, çarpık kader zor ama en zoru kişinin kendi kaderinin sahibi olması!

İlhan Sami Çomak


Son zamanlarda görüyoruz ki Türkçe yazan bazı Kürt yazarlar “evlerine” dönüyor ve Kürtçe yazıyorlar. Geçen yıl bu zamanlarda ilk Kürtçe kitabınız olan “Çiyayê Girtî” yayımlandı. 
Ana dilinize dönmenizin sebebi ve motivasyonu neydi ve bu sizde nasıl bir his uyandırdı?

 En normal ve doğal şey eve dönmektir. “Ev” insanın varlığının, kişiliğinin ve toplumunun kozmosudur. Eve dönüş bence sana benzeyenlere sahip çıkmaktır. “Ev” bir mıknatıstır ve ister istemez seni kendine çeker. Ev sayesinde, geçmişin sesi yankılanır ve belki de ana motivasyonum da buydu. Baba ve dedelerimi, anne ve ninemi seviyordum ve o anıların yani dil, ev ve varlığın sevgisi bana güç veriyordu ve karanlık hücremi aydınlatıyordu.

Belki de anne ve babamdan aldığım o zincirin halkasının kırılmasını istemedim. Ya da büyüklerimle ve geçmişimle yol arkadaşı olmak istedim. Bunun yolu da “eve dönüş”tü, herhalde. Eve döndüğümde sebebim sadece hasret ve sevgiydi. Şiirlerimde bu özlem ve sevginin izleri var. Bu dönüş benim için bir görev değil, içten gelen bir ihtiyaçtı. Çünkü şiir görevden hoşlanmaz; o, kendi yolunu ve temasını kendisi bulur. Akıldan çok bilinçaltını sever.

 Kürtçe okumaya ve yazmaya ne zaman başladınız? Çünkü “Çiyayê Girtî” kitabınızdaki en eski şiir 2010 yılına ait. Ayrıca, serbest bırakıldıktan sonra yayımlamayı düşündüğünüz Kürtçe dosyalarınız veya kitaplarınız var mı ya da artık Türkçenin yanı sıra Kürtçe de yazma planınız var mı?

Kürtçe okuma ve yazmaya aslında çok geç başladım. Evet, çok az da olsa Kürtçe okuyordum ama yazmıyordum. Şunu da söyleyebilirim, hapishaneye girdikten sonra çeşitli nedenlerden dolayı Kürtçem zayıfladı. Nasıl ki bir organını kullanmazsan zamanla gücünü kaybeder ve zayıflar. Kürtçem de bu şekilde zayıf kalmıştı.

2005’ten sonra dil ve Kürtçe (Kurmancî) üzerine çalıştım. Okumamı geliştirdim ve anadilimi tekrar hatırladım. Tam olarak böyle oldu. Çalışma ve okuma ile hem unuttuğum kelimeleri hatırladım hem de yavaş yavaş has Kurmancî’nin ruhuna ulaştım.

Maalesef, şu an elimde yayına hazır bir dosya yok. Zaman ve dönem önüme ne getirir bilmiyorum ama Kürtçe yazma serüvenim özgür günlerde her zaman gündemimde olacak.

 Kürtçe yazmaya başladığınızda, anneniz ve hapishanedeki arkadaşlarınızla Kürtçe konuşmanın dışında ‘heybenizde’ ne vardı? Çocukluğunuzun Kürtçesinden size ne kalmıştı, ayrıca Kürtçe öğrenmek ve yazmak için karşınızdaki dezavantajlar ve engeller nelerdi? Çünkü cezaevi koşulları nedeniyle Kürtçe kaynaklara kolayca ulaşamıyorsunuz.

 Gerçekte gücümü, çocukluğumun Kürtçesinden aldım. Evet, zaman içinde günlük hayatımızda çok Kürtçe konuşmadığımız için, bu nedenle anadil çok zayıf kalmıştı. Biraz unutkanlık da olmuştu ama biliyorsunuz, büyük Kürtçenin heybesi ve hafızası geniş ve derindir. Unutkanlıktan kurtulup dil üzerinde çalıştıktan sonra o zaman dilim yeniden canlandı.

Her ne kadar çalışma yoluyla yazılı dilimi, konuşma ve günlük dilimi belli bir seviyeye getirmiş olsam da yine de ilgim hep çocukluğumun kelimelerindeydi. Çünkü çocukluğun kelimelerinin renk ve sesleri aklıma ve duygularıma sinmiş.

Kürtçe eserler önceleri çok azdı. Hapishanelerde Kürtçe kitaplar yasak olduğu için, dışarıdan bir Kürtçe kitap geldiğinde bize vermeleri için aylarca beklerdik ve o kitapları okurduk.

Fakat en büyük engel içeride yazılmış eserlerin ister şiir, ister hikaye, ister de makale olsun, hapishane dışına çıkaramamamızdı. Bir yol bulup eserlerimizi dışarıya ulaştırmak için ağır yükler altına giriyorduk. Çünkü bu iş çok zor ve zahmetliydi ve bu nedenle birçok kişi ceza aldı ama yine de vazgeçmedik.

Çok yakında özgür olup aramıza katılacaksınız. Bingöl özlemi her zaman sizinle. “Bingöl, misketlerimi kaybettim, a çocuk bulana helal olsun!” diyorsunuz. Ayrıca, “Kışı geçirdik / Sıra yaşayamadığımız baharlarda / Bu kez böyle olsun.” diyorsunuz. Tahliye edilmeniz 3 ay ertelense de Kasım ayının sonunda serbest bırakılacaksınız. Bu nasıl bir his? ‘Hapishane heybenizde’ birçok anı, eser, hayal ve düş, hayal kırıklığı ve istekler olacaktır.
Sütüm Bingöl’de mayalanmış: Doğasıyla, ilişkileriyle, insanlarının inatçılığıyla ve kadın erkeklerinin merhametiyle. Kişiliğimin tüm göstergelerini Bingöl’den aldım. Bingöl dediğimde, bilinsin ki çocukluğumdan bahsediyorum. Özlem ve hasretin bizi sardığı o gençlikten, gençlik duygularından bahsediyorum.

Çünkü gözlerimiz bu özlem ve hasretle ışıldıyor. Bingöl dediğimde, Şeyh Said’in sarığından, cem ve meclislerde hala yankılanan uzun sakallı Seyid Rıza’nın boynunun çatırtısından bahsediyorum. Baştan sona kendimi Bingöl’ümün hayal ve düşlerine ait hissediyorum. O renkli sohbet ve divanları özlüyorum.

Kasım ayında tahliye olup olmayacağım konusunda hala kesin bir karar yok. Durumum hala belirsiz. Her zamanki gibi onların keyfine kalmış. Bu belirsiz durum her ne kadar duygularım üzerinde olumsuz bir etki yaratsa da özgürlük ihtimalinin kendisi bile beni kanatlandırıyor ve uçmak üzereyim.

Elbette arkamda birçok anı, hayal, mutsuzluk ve gerçekleşmemiş istekler bırakacağım. Önemli değil. Ben de herkes gibi hayal kurdum, istek ve dileklerim vardı ama her zamanki gibi zaman ve hayatın hükmü benden büyüktü, bu yüzden isteklerimi dinlemedi. Her ne kadar gerçekleşmemiş olsalar da iyi ki istedim ve hayal kurdum. Belki de istemediğim bu kırılmaların, yarım kalmış duyguların altında ezilmemek için, durmadan yazdım ve bu şekilde ruhumu korudum.

Bilmiyorum ne kadar yerinde bir soru ama özgür olduğunuzda ilk ne yapmak isterdiniz? Biliyorum, abinizin arabasıyla İzmir’deki evinizden Silivri Cezaevi’ne kadar olan yolu gezmek istediğinizi söylemiştiniz. Peki, ilk olarak Bingöl’e mi yoksa İstanbul’a mı gideceksiniz?

: İlk olarak, ölüler beni bekliyor! İstanbul’da amcam ve babaannemin, Bingöl’de kardeşim ve amcaoğlumun mezarları beni çağırıyor. Uzun bir gecikmeden sonra mezarlarına gideceğim.

İstanbul’u seviyorum ama Bingöl sevgisi ve özlemi sınırsız, kıyas kabul etmez. Bingöl; benim Bingöl’üm, yurdum ve memleketim. Zaten hayal ve düşlerimde her gün onu ziyaret ediyorum. Özgürlüğüme kavuştuğumda, geç de olsa bu topraklara dönüp çocukluğumun izlerini yeniden görmek istiyorum.

İLHAN SAMİ ÇOMAK KİMDİR?

1994’te 21 yaşında İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü öğrencisiyken gözaltına alındı. “PKK adına orman yakma” ve “bölücü faaliyette bulunma” suçlamalarıyla tutuklandı.

Gözaltında ve daha sonra da tutukluluk sürecinde işkenceler gördü. Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde yargılandı. Davası altı yıl sürdü. Orman yakmak suçlaması düşerken ”PKK’ye üye olmak, molotoflu saldırılar düzenlemek, Diyarbakır Lice’de silahlı çatışmaya girmek, karakola saldırı gibi” eylemlerden idama mahkûm oldu.

Ancak idam cezasının kalkması sebebiyle cezası müebbet hapse çevrildi.

Yargıtay 2000’de Çomak’ın cezasını onadı. Çomak 2001’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu ve DGM’de askeri hâkim tarafından yargılandığını, hâkimin tarafsız olmadığını, bu nedenle de adil yargılanmadığını belirtti.

AİHM, 2006’da Çomak’ın adil yargılanmadığına hükmetti ve Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkûm ederek Çomak’ın yeniden yargılanmasına karar verdi.

AİHM kararı sekiz yıl gecikmeli uygulandı. Sekiz yıl aradan sonra İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 16 Ocak 2014’te yeniden yargılanma talebini haklı buldu. Çomak 11 Mart 2014’te tekrar mahkemeye çıktı. Devam eden süreçte tutuksuz yargılanma talebi reddedildi. Çomak yeniden müebbet hapse mahkûm oldu. Yargıtay somut hiçbir delil bulunamamasına rağmen cezayı bir kez daha onandı.

30 yıldır hapishanede olan Çomak’ın “Günaydın Yeryüzü”, “Geldim Sana”, “Açık Deniz”, “Karınca Yuvasını Dağıtmamak”, “Hayattayız Nihayet” ve “Hayat Seni Çok Seviyorum” adlı kitapları yayımlandı.

İlginizi Çekebilir

Yeşim Türkmen isimli kadın evli olduğu erkek tarafından katledildi
Ayla Akat Ata: Bahçeli önemlidir ama tabanımızın beklediği Cumhurbaşkanıdır

Öne Çıkanlar