Irkçı şiddetin arttığı Almanya’da, AfD oyları yükseliyor. Peki, demokratik partilerin ördükleri “güvenlik duvarı” korunabilecek mi? İçişleri Bakanı Faeser ve aşırı sağ uzmanı Potter, DW Türkçe’den Değer Akal’ın sorularını yanıtladı.
Almanya’da aşırı sağcı şiddet eylemleri artarken, sağ popülist Almanya için Alternatif (AfD) de siyaset sahnesindeki konumunu güçlendiriyor. Son kamuoyu yoklamaları, siyasi söylemleri daha da radikalleşen AfD’nin oy oranının yüzde 22’yi aştığına işaret ediyor.
Bu oran, yüzde 27’lik oy oranıyla ilk sırada yer alan Hristiyan Birlik partileri CDU/CSU’dan sonra AfD’nin Alman siyasetinin en güçlü ikinci siyasi partisi konumuna geldiğini gösteriyor.
Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti’nin (FPD) oluşturduğu koalisyon hükümetine destek gerilerken, AfD’ye artan destek, çoğulcu Alman demokrasinin geleceği ile ilgili pek çok soru işaretini beraberinde getiriyor.
AfD’nin yükselişinin gerisinde ne yatıyor?
Aşırı sağ ile mücadele eden Amadeu Antonio Vakfı araştırmacılarından gazeteci Nicholas Potter, Almanya’da ırkçı, antisemitik, aşırı sağ görüş ve ideolojiye sahip kesimlerin hep var olduğunu, bunun aslında yeni bir olgu olmadığına dikkat çekti.
AfD’nin yükselişinin gerisinde yatan nedenleri ise Potter şu sözlerle aktardı:
“AfD, Nasyonal Demokrat Parti (NPD) gibi aşırı sağcı partilerin geçmişte yapamadıklarını yapabildi. Ana akım siyasi söyleme dahil oldu, Federal Meclis’e girmeyi başardı çünkü daha önce farklı siyasi partilere oy veren milliyetçi, ırkçı, sağ muhafazakârlar için aşırı sağ görüşleri, güya ‘daha kabul edilebilir’ bir kılıfa soktular. Ayrıca AfD, NPD gibi daha eski Neonazi partilerin seçmenleri için de çekim merkezi oldu. Özetle insanlar birden sağcı olmadı, yeni olan AfD ile birlikte bu görüşteki insanlar için parlamentolarda temsil için yeni bir siyasi fırsatın doğmuş olmasıdır.”
Karşı strateji ile ne hedefleniyor?
Almanya’da çoğulcu demokrasiyi savunan partiler AfD’ye karşı “Cordon sanitaire” olarak adlandırılan bir güvenlik duvarı örmüş durumda. Yani demokrasiye tehdit olarak nitelendirdikleri AfD ile iş birliğini reddediyorlar, bu yolla meşruiyet kazanmasını, güçlenmesini önlemeye çalışıyorlar.
Siyasiler açıklamalarında, Türkçe’de “kendini savunan demokrasi” anlamına gelen “Wehrhafte Demokratie” kavramına vurgu yapıyor, özgürlükçü demokratik düzen ve değerlerinin korunması ve savunulması için aralıksız bir mücadele gerektiğinin altını çiziyorlar.
Nicholas Potter, bunun gerisinde yatan nedenlere ışık tutarken, Hitler’in Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ni (NSDAP) güçlenmesine giden süreci anımsattı, Weimar Cumhuriyeti’nden dersler çıkartıldığını söyleyerek, “Demokrasi, demokrasiyi istikrarsızlaştırmak, hatta devirmek için de kullanılabiliyor. Dolayısıyla temsil ettiği sistemin korunması için, demokrasinin kendisinin de savunulması gerekiyor” dedi.
Demokratik bir düzende varlık gösteren AfD’nin parti programının antidemokratik olduğuna vurgu yapan Potter, “Otoriter anlayışları, ırkçı, antisemitik dünya görüşleri demokrasi ile uyumsuz. Demokrasinin araçlarını, demokrasiyi baltalamak, istikrarsızlaştırmak için kullanıyorlar” diye konuştu.
Zaten bu nedenle AfD’nin bazı eyaletlerde iç istihbarat teşkilatları tarafından izlemeye alındığını, federal düzeyde de AfD’nin Anayasayı Koruma Teşkilatı (BfV) tarafından şüpheli vaka olarak sınıflandırıldığını anımsatan Potter, tek başına güvenlik kurumları tarafından alınacak önlemlerin de yeterli olmadığının altını çizerek, “Güçlü bir sivil topluma, sivil toplum kuruluşlarına, düşünce kuruluşlarına, hak savunucularına ihtiyacımız var. Demokratik bir toplum olarak bir araya gelip, aşırı sağcı bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu görmeli, bu tehdide karşı direnç sergilemeliyiz” görüşünü kaydetti.
Bakan Faeser: AfD’ye geçit yok
Bu arada Alman İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Berlin’de Yabancı Gazeteciler Cemiyeti (VAP) üyeleriyle yaptığı sohbet toplantısında, DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayarak, çoğulcu demokrasiyi korumak için izledikleri stratejiye ışık tuttu.
Aşırı sağın Almanya için en büyük tehdit olduğunun altını çizen Faeser, aynı zamanda 8 Ekim’de Hessen Eyaleti’nde yapılacak seçimlerde, SPD’nin başbakan adayı olarak yarışıyor. Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) terör örgütü, Halit Yozgat’ı 2006 yılında bu eyaletin Kassel kentinde öldürdü. 2019 yılında aynı kentte Kassel Valisi Walter Lübcke öldürüldü. Ve yine 2020 yılında bu eyaletin Hanau kentindeki ırkçı saldırıda aralarında Türkiye kökenlilerin de bulunduğu 9 kişi katledildi.
Hessen seçimlerine ilişkin son kamuoyu yoklamalarına göre 29’luk bir oranla CDU ilk, SPD yüzde 20 ile ikinci, Yeşiller yüzde 19 ile üçüncü, AfD ise yüzde 16’lık bir oy oranıyla dördüncü sırada yer alıyor.
AfD’ye bu denli büyük bir desteğin gerisinde protesto oylarının yattığı görüşünü dile getiren Nancy Faeser, Hessen’de AfD’ye geçit vermeyeceklerinin altını çizdi.
CDU’nun adayı Boris Rhein ve Yeşiller Parti’nin adayı Tarek Al-Wazir ile bu hafta konuyu yeniden ele aldıklarını anlatan Faeser, AfD’ye karşı örülen güvenlik duvarının ayakta olduğunu vurguladı, “Bu konuda çok kararlı bir mutabakat var. Aşırı sağ demokratik anayasal düzenimiz için en büyük tehdit ve bu eyalette yapılmış korkunç terör saldırılarından dolayı tabii ki Hessen seçim sürecinde bu konu büyük önem taşıyor” dedi.
Ancak demokratik partilerin bu tutumu diğer eyaletlerde koruyup korumayacakları konusunda endişeler bulunuyor.
Thüringen’de duvar sallanıyor
AfD, son kamuoyu yoklamalarına göre 16 eyaletten dördünde ilk sırada görünüyor. Bu eyaletler Mecklenburg-Vorpommern, Saksonya, Thüringen ve Brandenburg.
Ve 14 Eylül Perşembe günü Thüringen’de yaşanan bir gelişme “Güvenlik duvarı yıkılıyor mu?” tartışmalarının fitilini ateşledi.
Thüringen’de Sol Parti, SPD ve Yeşiller’in oluşturduğu hükümetin itirazına rağmen muhalefetteki CDU’nun gayrimenkul alımından ödenmesi gereken verginin düşürülmesini öngören yasa teklifi FDP’nin yanı sıra AfD’nin oylarıyla kabul edildi. CDU, AfD ile iş birliğine girmekle suçlandı. AfD ise güvenlik duvarını yıkmayı başarmakla övündü.
AfD lideri Alice Weidel, sosyal medyada, Hristiyan Demokrat Birlik’in (CDU) lideri Friedrich Merz’in kısa bir süre önce muhafaza edileceğini yeniden taahhüt ettiği güvenlik duvarının “tarih” olduğunu iddia etti, “Thüringen sadece bir başlangıç” dedi. Partinin eş başkanı Tino Chrupalla ise “CDU ve AfD Thüringen’de güvenlik duvarını yıktılar” açıklamasını yaptı.
“Güvenlik duvarını zayıflaması sonun başlangıcı olur”
CDU lideri Friedrich Merz’in son dönemdeki açıklamaları, özellikle göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı hatta “Türk mahallesi” olarak da adlandırılan Kreuzberg için, “Almanya Kreuzberg değildir” sözleri de sert eleştirilere yol açmıştı.
Nicholas Potter’a göre Merz bu söylemleriyle AfD seçmenlerine asıl alternatif liderin kendisinin olduğunu göstermeyi hedefliyor.
Amadeu Antonio araştırmacısı, “Kreuzberg, çok kültürlü, açık, çeşitliliğin olduğu bir yer ve Merz ‘Almanya Kreuzberg değildir’ diyerek Almanya tasavvurunun bu olmadığı mesajını vermiş oluyor. Merz son aylarda buna benzer çok sayıda mesaj verdi… Ama bu strateji sonuç vermez. Muhafazakâr partilerin taklit etmesi ancak popülistleri ya da aşırı sağı meşrulaştırıyor, çünkü seçmenler, ‘CDU taklit ediyorsa o zaman AfD’nin dedikleri doğru’ diyor ve seçmenler oyunu orijinal olana veriyor… Dolaysıyla Merz’ın bu söylemleri aslında AfD’yi güçlendiriyor” diye konuştu.
Potter, demokratik partilerin güvenlik duvarının muhafazasını sağlamak zorunda olduklarını, bunun gelinen aşamada hiç olmadığı kadar büyük önem taşıdığını vurgularken, “Güvenlik duvarı zayıfladıkça AfD ‘normal’ kabul edilmeye başlanır. Bu da sonun başlangıcı olur” dedi.
Otoriter sağcı popülistler neden güçleniyor?
Aşırı sağcı şiddetin ulus ötesi bir olgu ve küresel bir tehlike olduğuna dikkat çeken araştırmacı Nicholas Potter, sağ popülizmin dünya genelindeki tırmanışına ilişkin değerlendirmelerini aktarırken, genel bir modernite krizinin yaşanmakta olunduğuna işaret etti.
Çok sayıda jeopolitik sorunların yanı sıra var olan ekonomik adaletsizliklere de dikkat çeken Potter, gözlemlerini şu sözlerle aktardı:
“Kompleks bir dünyada yaşıyoruz, insanlar zor sorunlara kolay çözümler istiyor. Pek çok ülkede, geleneksel olarak eşitsizlik ve hayal kırıklığı gibi sorunlara yanıt verebilen sosyal demokrasinin hataları, başarısızlıkları oldu… Zorlu sınamalar da işte otoriter sağcı popülist liderlere kusursuz bir fırtına fırsatı yaratabiliyor. Çok çetrefil sorunlara basit yanıtlar bulma iddiasıyla güçlü lider algısı yaratıyorlar. Kendi ülkelerindeki sorunları çözmek yerine bunların sorumluluğunu hayali dış güçlere yüklüyorlar…”
Peki Almanya nasıl direnç sergileyecek?
Aşırı sağın pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Almanya’da da güçlenmesi, çoğulcu Alman demokrasisi için olduğu kadar Avrupa Birliği’nin (AB) geleceği için de en ciddi sınama olarak görülüyor.
Sağ popülist söylemlerin Almanya’da karşılık bulmasını endişe verici bulduğunu söyleyen İçişleri Bakanı Nancy Faeser, politika ve demokrasi eğitimine odaklanarak aşırı sağa karşı direncin güçlendirilmesi gerektiğini anlattı, kısa vadede ise uygulanacak iyi sosyal politikaların kritik önem taşıdığını kaydetti. Faeser, sözlerini şöyle tamamladı:
“İyi sosyal politikalarla insanlara, onların hayatlarını iyileştirdiğimizi, sorunlara gerçek çözümler bulduğumuzu göstermeliyiz ve bunu için çalışıyoruz. Enerji fiyatları, enflasyonu yeniden düşürebildik. Şu anda Berlin’de tasarruf öngören bir bütçemiz var, çünkü daha fazla borçlanırsak enflasyon yükselecek… Ama insanları bunu günlük hayatlarını kolaylaştırmak için, gıda fiyatlarını düşürmek için yaptığımızı anlatmalıyız. Enflasyon oranı Almanya’da yüzde 6, yani geriledi, bu birçok ülke için şu anda kıskanılacak bir oran…”
“Burada kaynamakta olan bir şeyler var ve bu bizi çok korkutuyor”
Sağ popülist Almanya için Alternatif Partisi’nin oy oranları rekor düzeyde artarken, ülke genelinde aşırı sağcı şiddet ve nefret suçlarında büyük artış kaydediliyor.
Geçen hafta gazeteci ve insan hakları savunucusu Düzen Tekkal’ın kardeşlerinin Hannover kentinde işlettikleri bir restoranı hedef alan ırkçı saldırı, son dönemde göçmenlerin, göçmen kuruluşlarının, camilerin, Müslüman ve Yahudilerin, aşırı sağ ile mücadele eden aktivist ve siyasetçilerin hedef oldukları çok sayıda saldırıdan sadece biri.
Tekkal, 6 Eylül Çarşamba günü “#AfD” etiketini kullanarak yaptığı sosyal medya paylaşımında “Kardeşlerim bu sabah dükkanlarını bu vandalizmle açtılar. Bugünlerde Almanya’da gözle görülür bir göç geçmişine sahip olmanın ne anlama geldiğine dair hiçbir fikriniz yok. Burada kaynamakta olan bir şeyler var ve bu bizi çok korkutuyor” ifadelerine yer vermişti.
Düzen Tekkal’ın kardeşleri Tamer ve Timur Tekkal’ın Hannover kentinde işlettikleri restoranın camlarına Türklere yönelik ırkçı hakaretlerin yanı sıra “AfD” yazılmıştı.
“Azınlığa saldırı, demokrasiye saldırılır”
Kamuoyunda geniş yankı bulan saldırı, siyasileri de harekete geçirdi. Hannover’in Türkiye kökenli Belediye Başkanı Belit Onay, Tekkal kardeşlerini restoranlarında ziyaret etti. “Burada nefret ve şiddete yer yok” açıklamasını yapan Onay, “Azınlığa mensup her insana yapılan saldırı hepimize ve demokrasiye yapılmış bir saldırıdır” dedi.
Almanya’nın Yeşiller Partili Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, “Tiksindirici ve yüz kızartıcı” sözleriyle saldırıyı kınarken, Tarım Bakanı Cem Özdemir, “Sevgili Düzen Tekkal, tüm aileniz ortak memleketimiz Almanya için, sizi tehdit edenlerden daha fazlasını yaptı” mesajını paylaştı.
Hafta başında Federal Hükümet’in ayrımcılıkla mücadele, azınlık ve insan hakları gibi alanlardan sorumlu 10 özel temsilcisi de ortak bir açıklama yayımladılar.
Almanya’da belirli gruplara yönelik nefret suçları ve düşmanlıktaki ciddi artışa dikkat çekilen açıklamada, “Bu durum demokrasimize zarar vermektedir” uyarısı yapıldı. Anayasa’nın ayrımcılık yasağını düzenleyen 3. maddesine atıf yapılan açıklamada, “Devlet, bireyleri ayrımcılığa karşı korumakla yükümlüdür. Almanya’da insanlar bir daha asla ayrımcılığa uğramamalı, aşağılanmamalı ya da tehdit edilmemelidir” ifadeleri yer aldı.
Toplumsal huzursuzluk artıyor
Tekkal kardeşlerinin restoranına saldırı ile ilgili olarak Hannover polisi, şaşırtıcı bir hızla, olaydan bir gün sonra, 39 yaşındaki şüphelinin kimliğinin tespit edildiğini, zanlının sadece restorana değil ayrıca bir Türk camisine ve derneğine, restoranlara ve bir arabaya grafiti ile zarar vermekle suçlandığını açıkladı. Yazılı açıklamada “psikolojik bozukluklar” gözlemlenen şüphelinin siyasi saiklerle hareket edip etmediğini ortaya çıkarmak için soruşturmanın sürdüğü vurgulandı.
Son dönemde yaşanan bu gelişmeler özellikle göçmenlerde ve burada doğup büyümüş göçmen kökenlilerde, büyük tedirginlik yaratıyor.
Sadece bu yılın Haziran ayında aşırı sağcılar tarafından işlenen 1407 suç kayıtlara geçti. Federal hükümetin bir soru önergesine verdiği yanıtta yer alan bilgilere göre bunların büyük bir bölümünü propaganda, halkı kin ve düşmanlığa kışkırtma ve hakaret gibi suçlar oluşturuyor. Siyasi saiklerle işlenen şiddet suçlarından 59’u yaralama, biri kundaklama, ikisi de öldürmeye teşebbüs. Ayrıca diğer soru önergesine verilen yanıta göre bu yılın ilk yarısında Almanya genelinde aşırı sağcıların düzenledikleri yürüyüş ve gösteriler de geçen yılın aynı dönemine kıyasla üç kat arttı.