İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu ve 10 Yönetim Kurulu üyesi hakkında “örgüt propagandası yapmak” ve “yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” iddialarıyla açılan dava bugün görülüyor.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Suriye’de Kürt gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in SİHA saldırısında katledilmesine ilişkin olarak 21 Aralık 2024’te İstanbul Barosu’nun resmi Twitter hesabından açıklama yapılması üzerine Baro Başkanı İbrahim Kaboğlu ile yönetim kurulu üyeleri hakkında, “terör örgütü propagandası yapmak” ve “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” iddiasıyla soruşturma başlatmıştı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 11 yöneticiye yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında davaname hazırlamıştı.
“Uluslarası İnsancıl Hukuk Uygulansın!” başlığı ile yayımlanan açıklama gerekçe gösterilerek açılan davanın ilk duruşması, 26. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin gelmesiyle Silivri Cezaevi Yerleşkesi’ndeki 1 No’lu duruşma salonunda başladı.
Davada yargılanan isimler arasında İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu’nun yanı sıra, Baro Başkan Yardımcısı Rukiye Leyla Süren, Genel Sekreter Hürrem Sönmez, Baro Saymanı Ahmet Ergin ile yönetim kurulu üyeleri Metin İriz, Mehmedali Barış Beşli, Yelda Koçak Urfa, Fırat Epözdemir, Ezgi Şahin Yalvarıcı, Ekim Bilen Selimoğlu ve Bengisu Kadı Çavdar bulunuyor.
Duruşma salonuna alkışlarla girdiler
Evrensel’den Eylem Nazlıer’in aktardığına göre İstanbul Barosu Başkanı ve baro yönetimi, duruşma salonuna alkışlar eşliğinde girdi. Başka bir dosya kapsamında tutuklu bulunan İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi avukat Fırat Epözdemir de duruşmaya cezaevinden getirilerek katıldı. Epözdemir’in salona girişi sırasında salondakiler uzun süre alkış tuttu.
Duruşmada baro yönetimini savunmak üzere çok sayıda avukat hazır bulundu. Duruşma zaptına isimlerini yazdırmak isteyen avukatlara, mahkeme başkanı tarafından izin verilmemesi üzerine kısa süreli gerginlik yaşandı. Mahkeme başkanı mikrofon sesini de kıstı.
Kimlik tespiti sırasında mahkeme başkanı, Baro Başkanı Kaboğlu’na “Unvanınızı nasıl yazalım?” Diye sordu. Kaboğlu, “İstanbul Barosu Başkanı yazamayacağınıza göre öğretim üyesi yazabilirsiniz” dedi.
Av. Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, savunmasını yapmaya şöyle başladı:
“Sayın Başkan, Sayın Heyet; ben bir savunma yapmayacağım, açıklama yapacağım. Bu dava, İstanbul Barosu’nun kurumsal bir açıklaması nedeniyle açılmıştır. Bu nedenle Baro’nun ve genel olarak baroların hukuki statüsü, işlevi ve anayasal konumu değerlendirilmeden esasa geçilemez. Öncelikle baroların statüsünü, ardından usule ve esasa dair hukuka aykırılıkları aktaracağım. Son olarak ise yargıçlar heyetine çağrımı yapacağım.”
“İddianame tamamen geçersiz, tutanak yasal bir delil oluşturmuyor”
Kaboğlu, savunmasında iddianamenin tamamının hukuken geçersiz olduğunu, delil olarak sunulan belgelerin yasallık taşımadığını ve kamu gücünün keyfi biçimde kullanıldığını ifade etti.
Kaboğlu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Baro açıklamasını suç sayan işlemlerinin 22 Aralık 2024 tarihli bir kolluk tutanağına dayandığını belirtti. Bu tutanağın polis memuru tarafından imzalandığını ve yasal bir delil oluşturmadığını, üstelik bu tutanağa dayalı herhangi bir kesinleşmiş mahkeme kararı bulunmadığını vurguladı.
Soruşturmanın başlatılmasında Avukatlık Kanunu’nun emredici hükümlerinin ihlal edildiğini belirten Kaboğlu, Baro yöneticilerinin beyanları alınmadan, Adalet Bakanlığı izni olmaksızın doğrudan işlem yapıldığını ve bunun açık bir usul ihlali olduğunu söyleyerek, “Adil yargılanma hakkını daha baştan yadsıyan kolektif, sistematik ve sürekli ihlaller zinciri, bu davanın hukuki dayanaktan yoksun olduğunun açık göstergesidir” şeklinde konuştu.
“Suç unsuru yok”
Kaboğlu, İstanbul Barosu’nun paylaşımının 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2 maddesi ile TCK’nın 217/A maddesi kapsamına girmediğini ifade etti. Açıklamada terör örgütü, örgüt üyeliği, övme veya teşvik niteliğinde hiçbir ifadenin yer almadığını; yalnızca basına yansıyan haberlere dayanılarak iki gazetecinin yaşamını yitirmesi üzerine uluslararası hukukun gerektirdiği bir soruşturmanın yapılması çağrısının yer aldığını dile getirdi. “Yalnızca devlet yetkililerine, savaş bölgelerinde gazetecilerin yaşam hakkının korunması için yükümlülüklerini hatırlatmak, propaganda suçu oluşturmaz.”
“Gazetecilere ilişkin net bilgiler kamuya açık değildi”
Kaboğlu, paylaşımın yapıldığı 21 Aralık 2024 tarihinde ölen kişilerin kimlikleri ve haklarındaki bilgiler hakkında kamuya açık bir mahkeme kararı veya kesinleşmiş bilgi bulunmadığını, hatta İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün dahi bu bilgilere ancak üç gün süren bir tahkikat sonucunda ulaşabildiğini belirtti.
“Barolar, insan haklarını savunmakla yükümlüdür”
Baro paylaşımında yalnızca gazetecilerin çatışma bölgelerinde korunmasına ilişkin Cenevre Sözleşmeleri ve Roma Statüsü gibi uluslararası hukukun açık hükümlerine atıf yapıldığını belirten Kaboğlu, açıklamanın Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, 26. ve 28. maddelerde yer alan ifade ve basın özgürlüğü ile 34. maddede düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanımı kapsamında olduğunu söyledi.
Baroların insan haklarını savunmakla yükümlü olduğunu vurgulayan Kaboğlu, “Barolar insan haklarını savunmakla yükümlüdür. Bu görev, savcılığın keyfi yorumlarıyla suç haline getirilemez” dedi.
Savunmasında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açıklamayı yorumlarken terör örgütü, övgü, aleni yayma gibi ifadelerle metne olmayan anlamlar yüklediğini belirten Kaboğlu, bunun açık bir niyet okuma olduğunu söyledi. Fezlekenin delillere değil varsayımlara dayandığını ifade eden Kaboğlu, “Hukuk, niyet okuma değil, nesnel öğelere dayanır. Bu iddianame bir hukuk metni değil, keyfiliğin belgesidir” diye konuştu.
“İfade özgürlüğünü kullandığı için Baro’ya dava açmak, toplumda caydırıcı etki yaratır”
Savunmasının sonunda Kaboğlu, bu davanın sadece İstanbul Barosu yöneticilerini değil, tüm baroları, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerini ve yurttaşların ifade özgürlüğünü tehdit ettiğini ifade etti. Bu tür davaların anayasal hakları kullanmanın cezalandırıldığı bir iklim yarattığını, bunun ise hukuk devleti ilkesini temelden sarstığını söyledi, “İfade özgürlüğünü kullandığı için Baro’ya dava açmak, toplumda caydırıcı etki yaratır. Anayasa Mahkemesi’nin içtihatlarına göre bu dahi tek başına hak ihlalidir” dedi.
Kaboğlu, yargılamanın Silivri Ceza İnfaz Kurumu Kampüsü’nde yapılıyor olmasına da dikkat çekerek, bu durumun kamuoyunun davayı izleme hakkını engellediğini ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini söyledi.
“Aleniyeti zedeleyen ve erişme olanağının güç olduğu bir yerde duruşmanın yapılması, Mahkemeye Erişim Hakkı açısından çok ciddi bir sorundur. Bu duruşmanın burada, Silivri’de yapılması Mahkemeye Erişim Hakkının ihlali anlamına gelmektedir.”
Kaboğlu, İstanbul Barosu’nun tarihinde ilk kez bu denli kapsamlı bir cezai yargılamaya tabi tutulduğunu, ancak yargının bağımsızlığı açısından hala umutlu olduklarını vurguladı. Mahkeme heyetine seslenen Kaboğlu, Anayasa’nın 138. maddesini hatırlatarak yargı bağımsızlığının önemini, “Siz, Anayasa’nın 138. maddesine göre karar vereceksiniz. Sizin vereceğiniz karar, sav ve savunmanın yıpratılmasına son verme kararı olacaktır” sözleriyle dile getirdi.
“Vereceğiniz karar tarihsel bir karar olacak”
Kaboğlu, savunmasını şu sözlerle bitirdi:
“Sayın yargıç heyeti, benden daha iyi biliyorsunuz; barolar olmazsa adil yargılanma olmaz. Adil yargılanma hakkı, bütün hak ve özgürlüklerin bir tür eksenidir. Bu bakımdan vereceğiniz karar, tarihsel bir karar olacaktır.
Avukat özgür değilse, barolar bağımsız değilse adalet gerçekleşemez. Sav, savunma ve hüküm olarak yani yargının kurucu unsurları arasında karakoldan cezaevine kadar her süreçte olan tek süje savunmadır, yani avukattır. Avukatların önemi yadsınamaz.
Vereceğiniz karar yaşamsaldır. Vereceğiniz karar tarihsel bir karar olacaktır.”
/Kaynak: Evrensel Gazetesi/