Kayyum sistemi, siyasetin ve hukukun askıya alınarak topluma dayatılan bir özel savaş rejimidir. Bu sistemin temelinde, silahlı mücadeleyle ortaya çıkan ancak devletin denetleyemeyeceği kadar geniş ve etkili bir toplumsal potansiyelin açığa çıkması yatmaktadır. Kayyum uygulamalarının en büyük amaçlarından biri, bu potansiyelin yarattığı belirsizliği kontrol altına alarak devletin otoritesini yeniden tesis etmektir.
Günümüz dünyasında otoriter popülist rejimler, demokratik yapıları aşındırarak yönetimlerini merkezîleştirmek adına yeni yöntemler geliştirmektedir. Bu süreçte, kayyum sistemi, yalnızca belirli bir ülkeye özgü bir yönetim pratiği olmaktan çıkıp küresel ölçekte otoriter yönetimlerin temel araçlarından biri hâline gelmiştir. Türkiye’de Erdoğan yönetimi altında sistematik bir uygulama olarak benimsenen kayyumlar, yalnızca Kürt belediyeleriyle sınırlı kalmayarak, iktidara muhalif tüm yerel yönetimleri tasfiye etmenin bir yöntemi olarak kullanılmaktadir.. Ancak bu strateji, Erdoğan’a özgü bir yönetim biçimi olmaktan çıkıp, sağ popülist otoriter liderler tarafından farklı biçimlerde benimsenerek demokrasinin küresel çapta dönüşümüne katkıda bulunmaktadır.
kayyum sisteminin yalnızca bir idari müdahale değil, modern otoriter yönetimlerin yeniden üretim mekanizmalarından biri olduğunu görülmeltedir. Günümüz dünyasında yönetim, yalnızca ulusal sınırlarla çevrelenmiş devlet aygıtlarının kontrolüyle sınırlı kalmamakta, küresel kapitalizmin ve otoriter yönetim pratiklerinin iç içe geçtiği yeni bir egemenlik düzeni yaratmaktadır. Kayyumlaşma, bu yeni düzenin en önemli yönetim mekanizmalarından biri olarak ortaya çıkmaktadır.
Kayyumlaşma: İktidarın Yeni bir yönetim Biçimdir ve Otoriter Yönetimlerin Devlet Pratiğidir.
Kayyum atamaları, yalnızca bir ülkenin iç yönetim sorunu olarak ele alınamaz. Bu sürecin daha geniş bir küresel otoriterleşme dinamiğinin parçası olduğunu görmek mümkündür. Günümüzde, devletler, egemenliklerini yalnızca geleneksel siyasal araçlarla değil, yerel yönetimleri, ekonomik yapıları ve toplumsal örgütlenmeleri doğrudan denetim altına alarak pekiştirmektedir.
Türkiye’de 2016 sonrası Kürt belediyelerine kayyum atanması, merkezi iktidarın yalnızca yerel yönetimlere değil, aynı zamanda halkın demokratik iradesine de doğrudan müdahalesinin bir göstergesidir. Ancak benzer süreçler farklı ülkelerde de gözlemlenmektedir. Hindistan’da Modi yönetimi, Cammu Keşmir’de halkın iradesini hiçe sayarak bölgeyi doğrudan merkezi otoriteye bağlamıştır. Macaristan’da Viktor Orbán, yerel yönetimlerin yetkilerini kısıtlayarak kendi kontrolünde bir yönetişim modeli geliştirmiştir. Bolsonaro’nun Brezilya’sında, bağımsız kamu kurumları işlevsizleştirilerek doğrudan yürütmenin güdümüne sokulmuştur.
Bu gelişmeler de görüldüğü gibi , günümüz otoriter yönetimleri, gücü sadece yasalar ve silahlı kuvvetlerle değil, aynı zamanda ekonomik kontrol mekanizmaları ve yerel yönetimlerin merkezîleştirilmesiyle de sağlamaktadır. Kayyumlaşma, bu bağlamda, yalnızca seçilmiş yöneticilerin yerine atanmış memurların geçirilmesi değil, toplumun siyasal iradesinin doğrudan devletin merkezî aparatları tarafından gasp edilmesi anlamına gelmektedir.
Kayyum Duzeni Otoriter Popülist Rejimler temel dayanaklari olmaktadır. Bunu Krizler karşısında liberal demokrasilerin cozumsuz kalisini bir sonucu olarak görmek gerekir.. En önemli gelişme günümüz dünyasında egemenlik, yalnızca ulusal hükümetlerin elinde değil, küresel düzeyde örgütlenen iktidar ağlarının içinde dağılmanin koşulların ortaya cikmasidir. Çokluğu ifade eden sosyal ve kimlik sorunların ortaya çıkardığı yeni egemenlik sorunlarina çözüm getirecek yeni yapıların ortaya cikmamsnin bir sonuç da denilebilinir . Kısacası bunu kapitalist modernitenin yapısal sorunu olan egemenlik gibi temel bir sorunun bir sonucu olarak degerlendirmelk gerekir .
Kayyumun Küresel çapta bir sistem haline donusmenin en büyük nedeni cokluğa dayalı bir ağ sistemin maddi koşulların olgunlaşmaya başlaması ve yerelde başlayan bir direnişin beklenmedik sonuçları ortaya çıkartmak gibi belirsizliklerin egemen olmasıdır.
Sağ popülist rejimler, bu ağları kullanarak kendi yönetimlerini pekiştirmekte ve halkın doğrudan iradesine müdahale etmektedir. Kayyum atamaları, yalnızca yerel yönetimlerin devre dışı bırakılması anlamına gelmemekte, aynı zamanda halkın demokratik süreçlere katılımının sistematik olarak engellenmesini de içermektedir.
ABD’de Trump yönetimi sırasında, federal kurumların bağımsızlığının ortadan kaldırılması ve yürütmeye bağlı atamalarla kamu yönetiminin denetlenmesi süreci, kayyum sistemine benzer bir işleyiş yaratmıştır. Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde, yerel yönetimlerin yetkileri merkezi hükümetlere devredilmiş, medya ve yargı doğrudan yürütmenin denetimine sokulmuştur.
Bu süreç, kayyumlaşmanın yalnızca bir yönetim pratiği olmadığını, küresel bir otoriterleşme dalgasının parçası olarak ele alınması gerektiğini göstermektedir. Nehri’ye göre, bu tür müdahaleler, yalnızca devlet aygıtlarının otoriterleşmesiyle sınırlı kalmaz; aynı zamanda bireylerin ve toplulukların siyasal özne olarak var olma kapasitesini de ortadan kaldırır.
21. yüzyılda neoliberal politikaların yarattığı ekonomik eşitsizlikler, otoriter yönetimlerin yükselişini kolaylaştırmış ve bu rejimler, halkın siyasal katılımını kısıtlayarak kendi otoritelerini pekiştirmiştir. 2008 küresel ekonomik krizinden sonra, devletler ekonomik krizleri yönetebilmek adına daha otoriterleşen yönetim biçimlerine yönelmiş ve halkın doğrudan yönetime katılımını sınırlayan politikalar geliştirmiştir.
Bu bağlamda, Erdoğan yönetiminin Türkiye’de kayyum sistemini kurumsallaştırması, yalnızca yerel yönetimlerin kontrolünü ele geçirme süreci olarak okunamaz. Bu model, küresel sağ popülist rejimler için bir prototip hâline gelmiş, farklı ülkelerde benzer uygulamaların yaygınlaşmasını tetiklemiştir. küresel otoriterleşme süreci, yerel iktidar yapılarının devletin merkezi mekanizmalarına tabi kılınmasıyla yeni bir egemenlik biçimi yaratmaktadır.
Kayyum sistemi, günümüz otoriter popülist rejimlerinin temel yönetim araçlarından biri hâline gelmiştir. Halkın doğrudan yönetime katılımını engelleyen, devlet mekanizmalarını merkezîleştiren ve demokratik iradeyi devre dışı bırakan bu süreç, yalnızca bir ülkeye özgü bir uygulama değil, küresel ölçekte bir yönetişim modeline dönüşmektedir.
Kayyumlarla pekistitilen otoriter yönetimlerin karşısında durabilecek tek güç, demokratik katılımı tabandan örgütleyen toplulukların varlığıdır. Kayyumlaşmaya karşı geliştirilecek alternatifler, yalnızca hukuki veya siyasi mücadelelerle değil, halkın doğrudan örgütlenmesi ve demokratik süreçlerin yeniden inşasıyla mümkün olacaktır.
Eğer bu süreç tersine çevrilmezse, kayyumlaşma yalnızca yerel yönetimlerle sınırlı kalmayacak, ulusal ve uluslararası düzeyde demokratik yapıların aşındırmasını hızlandıracaktır. Demokratik mücadele, yalnızca devlet aygıtları içinde değil, halkın doğrudan katılımını sağlayan mekanizmalarla yürütülmelidir. Kayyum düzenine karşı geliştirilecek her türlü mücadele, yalnızca ulusal değil, küresel bir özgürleşme sürecinin parçası olarak ele alınmalıdır.