İttihat Ve Terakki’den devralınan Türkleştirme ve Müslümanlaştırma politikasının sonucu olarak 100 yılı aşkın bir süredir coğrafyamızda tektipleştirme, katliam, asimilasyon, sansür, sürgün, devşirme politikası rejim tarafından sistematik bir biçimde, durmaksızın uygulanmaktadır.
Kürt, Alevi, gayr-i müslim, azınlık farklı olan ne varsa özünden, tarihinden, kimliğinden, kişiliğinden, kültüründen, topaklarından, yaşamından, atasından, dedesinden bir rejim politikası olarak mütemadiyen koparılmaya çalışılmaktadır. Bu faşizan uygulamaların en kaba biçimi olan katliamlardan sonra özellikle sürgün, sansür, asimilasyon, farklı olanların geriye kalan nüfusuna zalimane bir biçimde uygulanmaktadır. Maraş merkezli depremi de bir fırsata çevirmek isteyen rejim Maraş’ta, Adıyaman’da, Malatya’da, Urfa’da, Antep’te, Amed’de, Hatay’da yaşamını yitirenlerin sorumlusunun kendisi olduğunu, katliamı kendisinin yaptığını kabul etmiş olmalı ki her katliamdan sonra uygulanan aynı politikayı uyguluyor. Bölgeyi insansızlaştırmanın yollarını döşüyor. Bu bölge Kürdistan ile Anadolu coğrafyasınının sınır hattıdır, stratejiktir. Menzil Şeyhi boşuna Siirt’ten alınıp Adıyaman’a yerleştirilmedi. Kürt özgürlük hareketinin burada gelişmesini boşuna engellemedi. Bu bölgemizin stratejik önemini bilen rejim en çok buraya yükleniyor. Unutmayalım, Adıyaman, Pazarcık,e Ebistan bölgesi Baba İshak İsyanının çıkış noktasıdır Bundan dolayı Kürt- Alevi halkımızın yaşadığı bu coğrafya yaralıdır. Yarası çok tarihi, çok derindir. Bir makaleye sığmayacak, klasörlere, arşivlere, kütüphanelere sığmayacak kadar kapsamlıdır. Halkımız bunun farkında olmalı topaklarını terk etmemelidir, toprağına, kültürüne sarılmalı, yaralarını burada birlikte komün dayanışması biçiminde ortaklaşarak komün biçiminde yaşamını sürdürmelidir. El Nusra, IŞİD benzeri siyasal islamcı katillerin buraya yerleştirilmesine müsaade edilmemelidir. Stratejik olan bu bölgemizin sosyolojik olarak, Amed’den, Botan’dan koparılması engellenmeli, buna uygun politikalar hayata geçirilmelidir. Başka önemli bir nokta da çocuklarımızın kaçırılmasıdır. Bu da her katliam sonrası hayata geçirilen bir uygulamadır. Unutulmamalıdır, İttihat Ve Terakki’nin katil örgütü Teşkilat-ı Mahsusa babasız, anasız, yetim kalan çocuklardan oluşturulurdu.Yine 100’lerce yıldır, polis ve diğer paramiliter güçler benzer şekilde yetim çocuklardan oluşturuluyor. Özel savaş elemanları olan özel tim de öyle! Bu çocukların izi sürülmeli, takip edilmeli, cocuklarımızın bir El Nusra’cı, IŞİD’ci olarak karşımıza çıkarılmalarını önleyecek girişimler başlatılmalıdır. Bu konuda yetersiz kalındığı, kamuoyu oluşturmak için gerekli girişim ve yayınların yetersiz olduğunu düşünüyorum. Bu cocuklarımızın başına nelerin gelebileceğini diyanet işleri başkanlığı açık açık söyledi. “Evlat edinenle, evlatlık alınan arasında evlilikte bir engel yoktur”dedi. Yani bu çocukları alın ve 7 yaşından sonra evlenin denildi. Bundan daha açık, bundan rezil, bundan kepaze, bundan alçak bir cümle daha nasıl kurulabilinir? Hatta evlenin ama çocuğunuza gösterdiğiniz şefkati göstermeyin denildi. Buna vicdansızca miras da bırakmayın fetvası da eklendi. Kendinize cariye yapın, dövün, işkence ve kötü muameleye tabii tutun fetvası verildi. Bu cocuklarımız bu güruhun ellerinden kurtarılması ve tarikatlara, cemaatlere yem edilmemesi için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Son sözüm depremin kayıp kızları olmasın..!