Sayın Yargıçlar;
Tarih ve sosyoloji konuları hukuk konusu yapılamaz. Bizim söylediklerimiz tarih ve sosyoloji biliminin konularıdır. Söylediğimiz gerçekler de tarihsel belgelerle kanıtlanmıştır.Atatürk döneminde de bu sözcüklerin kullanıldığını birkaç örnekle vurgulamak istiyorum. Amasya Protokolü: “…Vatan Türk ve Kürtlerin oturduğu arazi olarak belirlenmiş ve bu hususun şimdiden Kürtlerce bilinmesi uygun görüldü…” (Anayasa mülakatı 2.tutanağı Belgelerle Türk Tarihi Dergisi sayfa 13, Sabahattin Selek, Milli Mücadele sayfa 328)
Atatürk 18 Haziran 1919 Samsun’da: “Kürtler Türklerle birleşti…(Nutuk 3 sayfa 910).. 1 Mayıs 1920 TBMM Kürsüsünde “…Efendiler, Meclis-i Alinizi teşkil eden zevat yalnızca Türk değildir. Yalnız Çerkez değildir. Yalnız Kürt değildir. Yalnız Laz değildir…..” (Atatürk Söylev ve Demeçleri 1 sayfa 70,71)…İsmet İnönü, Lozan Konferansı’nda Türkiye Büyük Millet Meclisi Türklerin Olduğu kadar Kürtlerinde meclisidir…” (Seha L.Meray Lozan Barış Konferansı takım 1 cilt 1 kitap 1 sayfa 348-349) 6 Mayıs 1923 Bitlis mebusu Yusuf Ziya “…Arkadaşlar, temenni ederim ki, Musul Türkiye’nin bir parçasıdır. Nüfusundan fazlası Kürttür, Musul’un kürdün tarihinde bir kıymeti vardır…” (TBMM Gizli Zabıtları 4 sayfa 162) Bu örnekler çoğaltılabilir. Eğer iddia makamının mantığına bakılırsa yukarıda isimleri geçenlerin ve daha birçok insanın mezardan çıkarılıp yargılanmaları gerekir. Yukarıdaki örneklerden çok açık bir biçimde, Kürt, Kürt yurdu, Kürt tarihinden bahsediliyor. Bu verdiğimiz örnekler söyleyenlere katılıp katılmamamızdan bağımsız olarak sadece Kürtlerin varlığı konusunda iddia makamının bizimle girmeye çalıştığı polemiğe bizim dışımızdakilerin verdiği cevaptır. Bu yanıtlar bile mevcut Anayasa ve yasaların yaşadığımız toplumsa ve tarihsel gerçeklerle uyuşmadığını göstermektedir. Konuşmamın yine bir bölümünde Türkiye’de yetkililerin Bosna-Hersek, Kıbrıs, Azerbaycan-Karabağ konularında çaba harcadıklarını (Federasyon istedikleri) özellikle Kürt kökenli olan Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’in bunları yaparken Kürtlerden bahsetmediğini, Kürt sorunu ile ilgilenmediğimi belirttim. Ve böyle davranarak Hikmet Çetin’in yeni bir İdris-i Bitlis’i olduğunu anlattım. Kürt olmayan bazı politikacılar Kürt sorunundan bahsettikleri halde Hikmet Çetin Türk olduğunu söylüyor. Avrupa’daki uluslar arası toplantılarda ise kendisi Kürt olduğunu ve Kürtlerin bakan bile olabildiklerini söylüyor. İdris-i Bitlis’i ise bir Kürt aşireti reisi idi. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, Kürtlerin kendi içinden BİR Kürt beyini temsilci olarak seçmelerini söylemiştir. Bu seçilecek bey Kürtlerle Osmanlılar arasındaki ilişkileri sağlayacaktır. İdris-i Bitlisi ise “bu beyi Osmanlı tayin etsin” demiştir. Çünkü Osmanlılarla kendisinin iyi ilişkileri vardır ve kendisinin tayin edileceğini biliyor. İdris-i Bitlis’in bu tavrı Kürtlerin o dönem içinde yönetim üzerinde ağırlıklarını zayıflatmıştır. İkisi arasında bir benzetme yaptım. Konuşmamın bir bölümünde de Nevroz Bayramı sırasında sivil halkın katledildiğini söyledim. PKK baskınının bahane edildiğini belirttim. Şırnak’ta da aynı durumun sözkonusu olduğunu anlatmaya çalıştım. Bu olayları anlatırken bölgeye giden heyetlerin raporlarına dayanarak söyledim. İddia makamının bizim PKK’nın baskınını inkar ederek siyasi sözcülüğünü yaptığımızı iddia ediyor. Bazı belgelere dayanarak yapılan konuşmalarla PKK’nın siyasi sözcülüğünün hiçbir ilgisi yoktur. İddia makamının mantığına göre bölgeye giden yerli ve yabancı heyetler ile yine yerli ve yabancı gazetecilerin çoğu PKK’nın siyasi sözcüsüdürler. Aslında biz değil, iddia makamı siyasi bir metin olan mevcut iddianameyi yazarak bir siyasi parti sözcüsü gibi davranmıştır. Çünkü bu iddianame hukuki bir metin değil, siyasi bir metindir. Hukuki hiçbir dayanağı yoktur. İddia makamı madem ki bir siyasetçi gibi davranıyor, öyleyse aşağıdaki sorulara da yanıt vermelidir. Aksi halde dayanaktan yoksun bir iddianame ile bizi suçlamış olacaktır. Son Şırnak olaylarında yakalananların kaçı PKK’lıdır? TCK’nın 125. maddesinde yargılananlardan kaçı serbest bırakıldı? Kaçı silahla yakalandı? Bu silahlardan kaçı ruhsatlı idi? PKK’lılar şehre girdiyse nasıl girdiler? Şehir kordon altında iken nasıl kaçtılar? İçişleri Bakanı şehri basan PKK’lıların sayısını önce 1000-1500 olarak verdi, sonra 500-600 kişiye düştü. Bunlardan hangisi doğrudur? Yakalananlardan kaçı devlet güçlerinden, kaçı PKK’lılardan idi? Adı geçen raporlar hiçbirinin ne PKK’lı ne de güvenlik güçlerinden olmadığını söylüyor. Peki güvenlik güçleri kiminle çatıştılar? Şehir iki gün ağır toplarla dövüldü, bu ağır yoplar kime aitti? Tahrip olan yerlere isabet eden mermiler Cumhuriyet meydanından atılmıştır. Cumhuriyet meydanına kurulan panzerler kime aittir?… Yukarıda sorduğum sorular o günlerde bazı basın yayın organları tarafından da İçişleri Bakanına soruluyor, bakan hiçbirine yanıt veremiyordu. Nevroz olayları sırasında Başbakan “…Kırıp dökmeden halk Nevroz bayramını kutlayabilir…” demişti. Nevroz bayramı sırasında bazı il ve ilçelerde hiç olay çıkmazken, bazı yerlerde katliamlar yaşandı. Örneğin Diyarbakır’ın birçok mahallesinde kutlamalar yapılırken, hiçbir olay yaşanmadı. Ama Cizre, İdil, Şırnak, Nusaybin…vb. yerlerde olaylar yaşandı. Neden bazı yerler? PKK baskını olsa bile bu, güvenlik güçlerine evleri, işyerlerini, arabaları kurşun ve top yağmuruna tutma hakkını verir mi? Bunlar neden yapıldı? Sorumluları hakkında hiçbir soruşturma neden başlatılmadı? Aslında bizim sorularımıza, konuşmalarımıza iddia makamı değil, siyasi partiler cevap vermeliler. Bizim siyasi muhataplarımız sessiz ve suskun kalırlarken iddia makamı kendini siyasi bir merci olarak görüp, siyasi bir metin olan iddianame ile neden cevap vermektedir? Nevroz bayramı sırasında bölgeye giden heyetlerin raporlarından birkaç örnek vermek istiyorum. DİYARBAKIR TABİP ODASI: Uzun namlulu silahlarla öldürme kastıyla bazen yakın atış yapılmıştır. 12 ameliyat yaptık. Ne bir PKK’lı ne de bir güvenlik görevlisi vardı… Olay yerindeki yaralıları taşıyan taksi şoförleri, ambulanslar güvenlik güçleri tarafından dövülmüşlerdir. Arabaları taranmış, TİM, polis, burada ölün diyerek yaralıların hastaneye sevkini geciktirmişlerdir. Hastaneye gelenler ne PKK’lı, ne de güvenlik güçleriydi, hepsi köylü halktı… İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ: Panzerlerden evlere ve insanlara rastgele ateş açılmaya başlayınca halk önce panikledi, sonra oturdu. Ateşe devam etti. İnsanlar kaçışmaya, evlere sığınmaya başladılar. CİZRE İHD TEMSİLCİSİ AV. MEHMET ALİ DİNLER: Devletler hukukuna göre havan topu, roket, uçaksavar, top ilan edilmemiş bir savaş olmadıkça kullanılamaz. Nevroz’da güvenlik güçleri bunları halka karşı kullandı… Nevroz şenliği yapılacaktı mezarlığa giderken önleri kesilip, mezarlığa gidemezsiniz denilince insanlar oturmuş. Sonra özel tim ve asker ateş açmış. İNSAN HAKLARI HEYETİ RAPORU: …Yere oturan halkın üzerine panzerler sürüldü… Kısa bir süre sonra silah sesleri gelmeye başladı. Herhangi bir pankart, bayrak açılmadığı ve slogan atılmadığı halde neden müdahele edildiğini sorduğumuzda, Emniyet Amiri: “Biz emir kuluyuz, emir yukarıdan geldi” diye yanıt verdi. Başbakanın kırıp dökmeden Nevroz’u kutlayabileceklerini söylediğini, bu davranışın Başbakanla çeliştiğini söyleyince de, “pankart açmamışlardı ama açacaklardı” diye yanıtladı. SHP HEYETİNİN RAPORU: Ne yazık ki bölgede yapılan gösteri, eylemlere karşı güvenlik güçlerinin bir bölümü tahammülsüzlük göstermiş ve sivil halka ateş açarak kan dökülmesine ve olayların tırmanmasına yol açmıştır. BAŞBAKAN DANIŞMANI İLNUR ÇEVİK: Güneydoğu’daki olaylardaki kan dökülmesinde, sivil otoriteyi dinlemeyen bazı güvenlik güçlerinin sorun oluşturduğunu savunarak, güvenlik güçleri acaba başka mercilerden mi güç alıyorlar diye sormaktaydı. Diyarbakır Tabip Odası’nın “Hastaneye gelenler ne PKK’lı ne de devlet güçleri idi…” yazılı raporunda açıkça çatışanların PKK’lilerle devlet güçleri olmadığı anlaşılıyor mu? Ne bir PKK’lının ve ne bir güvenlik gücünün yaralanmadığı bu olayda, güvenlik güçleri kime ateş açmışlardır? İl Sağlık Müdürü’nün: “…Panzerlerden evlere ve insanlara rastgele ateş açılmaya başlayınca…” demesi bile halka ateş açıldığını anlatmıyor mu? “…Mezarlığa gidemezsiniz…” denilince insanlar oturmuş, özel tim ve asker ateş açmıştır…” diyen Cizre İHD temsilcisinin anlatımlarından güvenlik güçlerinin oturan sivil halkın üzerine ateş açtığı anlaşılmıyor mu? Yere oturan insanların üzerine üzerine panzer sürüldü, cümlesinden ne anlaşılıyor? SHP’nin raporundaki kan dökülmesine neden olan tahammülsüzlük gösteren güvenlik güçleri kimlerdir? Bunlara emri kim verdi? Haklarında soruşturma açıldı mı? İlknur Çevik’in dediği kan dökülmesine neden olan, sivil otoriteyi dinlemeyen güvenlik güçleri kimlerdir? Kime bağlı olarak çalışıyorlar? Tüm rapor ve açıklamaların ortak noktası, devlet güvenlik güçlerinin halka ateş açtıkları doğrultusundadır. Bende bu rapor ve beyanlara dayanarak, bu gerçekleri dile getirdim. Bölgeye gidip, dönenlerle konuştum. Basından öğrendim. Ve bu öğrendiklerimi kongrede anlattım. Bunlar siyasi tespitlerdir ve bir siyasi parti kongresinde konuşulmuştur. Doğruluğu yanlışlığı siyasi platformlarda tartışılabilir. Kongrede bir siyasi platformdur. Bu söylediklerimiz yanlış ise tersini söylemesi gerekenler de çıkıp söylemelidirler. Bizler ne olup bittiğini söyleriz. Diğer politikacılar da tersini söyleyebilir. Konuşuruz tartışırız. Kim düşüncesini kanıtlarsa kamuoyunda o haklı çıkar, taraflar toplar ve büyür. Siyasi partilerin işi budur. Taraflar toplayıp, büyüyerek iktidara gelmeye çalışmaktır. Halkın oyuna muhtaç olan partilerin görevi halka doğruları anlatmaktır. Kanıtlara dayanılarak yapılan konuşmaların PKK’nın sözcüğü ile ne ilgisi var? Önyargıya dayanarak hazırlanan iddianamedeki siyasi bilgiler doğru değildir. Bunlar iddia makamının siyasi düşünceleri olabilir, ancak hukuki değildir. Hukukun konusu değildir…/Devam edecek/