Nazım Daştan Cihan Bilgin…
Bu yazıyı yazarken Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in SİHA’larla katledildiği haberi düştü ajanslara. Gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin, sahadan Rojava’dan, yaşananları duyurmak için gazetecilik yapıyorlardı, ancak bugün Türkiye’ye ait SİHA’larla katledildiler.
Gerçek, dün olduğu gibi, bugün de bombalarla susturulmak istendi.
Nazım ve Cihan’ı katledenler, gerçeğin peşinde koşan ardıllarının haberleriyle karanlıkta kalmaya devam edecekler.
Okuyacağınız Bu yazı, Nazım ve Cihan’ın yaptığı haberler sayesinde yazıldı.
Anılarına saygıyla….
Türkiye ‘kendi sınırları’ içindeki Kürt meselesini çözmediği gibi, Kürdistan’ın diğer parçalarında; Türkiye’ye komşu ülkelerde yaşamak zorunda kalan Kürtlerin o ülkelerdeki sorunlarının çözümünü de engelledi, engelliyor.
Türkiye’nin Kürt meselesini çözmemesi, 2018 Efrin, 2019 Girê Spî ve Serêkaniyê, 2024 Şehba, Minbiç ve bugünlerde ise Kobani gibi Kuzey Suriye’deki Kürt kentlerine yönelik işgal, kuşatma ve saldırılara yol açtı. Kendi çözümsüzlüğünü Irak’a (Başur) ve Suriye’ye (Rojava) taşıran Türk devletinin yıllardır sürdürdüğü saldırılar, işgal ve operasyonları ve insanlık karşıtı savaş suçları nedeniyle insani dramların yaşanmasına da neden oldu.
Çözümsüzlük siyaseti
Türkiye, diyalog yerine çatışma, barış yerine savaş yaklaşımını benimsedi. Çözümsüzlük siyaseti, yalnızca Kürt halkının hak taleplerini görmezden gelmekle kalmadı; aynı zamanda Türkiye’yi içeride ve dışarıda ciddi bir çıkmaza da sürükledi. Kuzeydoğu Suriye’ye yönelik askeri operasyonlar da çıkmazda patinajın, bataklıkta debelenmenin bir uzantısıydı.
Ve bu operasyonların gerçek maliyeti ne yazık ki sivil yaşamda yaşanan yıkım ve ağır insani dram oldu.
Kuzeydoğu Suriye’de Yitirilen Yaşamlar
Kuzeydoğu Suriye’nin geniş topraklarında, Fırat’ın nazlı sularıyla hayat bulan Kürtler, Araplar, Süryaniler ve diğer halklar, bir çınarın dalları gibiydiler. Ama 2018’den bu yana o dallar, savaşın baltalarıyla kırılmaya başladı. Bu topraklarda, farklı inançlar ve kültürlerin bir arada yaşadığı renkli mozaik, bombaların gölgesinde solgun bir hikâyeye dönüştü.
Kürtçe masallarla uyuyan çocuklar, yüzünü güneşe dönüp Kürtçe dua eden Ezidililerın yanında koşturuyorlardı. Süryanice duaların yankılandığı kiliselerin hemen köşesinde Aleviler Kürtçe Semah’a duruyorlardı. Ezan sesine karışan çanlar, bu toprakların ortak nefesiydi.
Ama savaşın gelişiyle her şey değişti. Minbiç’te bir kilisenin çatısı yıkıldığında, onunla birlikte dualar da göğe yükselir gibi oldu. Efrîn’in dağlarında yankılanan bir stran, şimdi yalnızca rüzgara karışıyor; çünkü dinleyen kalmadı.
Efrîn: Kanayan Yara
20 Ocak 2018 tarihinde Efrin’de dağlar, yollar, fabrikalar, araziler, zeytinlikler, bağ ve bahçeler, evler, su depoları, barajlar, tarihi değerler, yani hayat’a dair ne varsa bombalandı.
Bu bombardımanlarda kundaktaki bebekler, yeni yürümeye başlamış çocuklar, hareket edemez durumdaki yaşlılar, kadınlar, erkekler ve genç kızlar canlarından oldu.
Ölüm dağ yalnızlığındaki Kürtleri yine ve yeniden can evinden vurdu…
Ve Efrin her bombanın yüreklerde açtığı bir yara ve durmadan kanayan bir vicdan oldu…
Girê Spî ve Serêkaniyê:
2019’da düzenlenen “Barış Pınarı Harekâtı” da Efin de yaşanan trajediyi bu sefer
Girê Spî ve Serêkaniyê’de sahneye koydu. Ve bu yeni bir göç dalgasını ve insani dramı beraberinde getirdi.
Birleşmiş Milletler raporlarına gör on binlerce insan evlerini terk etti. Bombardımanlar altında yaşam mücadelesi veren insanlar, çadır kamplara sığınırken, geride kalanlar açlık, susuzluk ve korkuyla baş başa kaldı. Serêkaniyê ve Girê Spî’de yaşayanlar yerinden, yurdundan edildi. Serêkaniyê’deki Kürt manavın, kasabın, mobilyacının iş yeri, evi artık yok.
Anadilde okullara giden, oyun oynayan, sokakları, caddeleri sevinçlere boğan; yani Serêkaniyê ve Girê Spî’yi şenlendiren Kürdili çocuk sesleri de artık yok.
Serêkaniyê ve Girê Spî’nin sokakları, pazar yerleri, yerinden yurdundan koparılanların sessiz stranı’nı fısıldıyor.
Til Rifat ve Minbiç
Türkiye’nin Kuzeydoğu Suriye’ye düzenlediği operasyonlar, yalnızca toprakları değil, burada yaşayan halkların köklerini de hedef aldı. Efrîn’den göç etmek zorunda kalan bir Süryani aile, yüzyıllardır korudukları mezar taşlarını geride bırakırken, kendi geçmişlerini de kaybetmiş gibiydi.
Bir Kürt anne, yıkılmış bir evin önünde durmuş, toprak altında kalmış zeytin fidanlarını kazmaya çalışıyordu. “Bu ağaçlar bizim geçmişimizdir,” diyordu, “Onlar olmadan geleceğimiz nasıl olur?”
Şehba
Efrin’den zorla sürgün edilenlerin, belki birgün döneriz umuduyla kaldıkları yerin adıydı Şehba. Bombalarla güne uyanan çocukların, çadırlarda doğum yapmayı bekleyen hamile kadınların, yaşlıların , yardıma muhtaç insanların yaşadığı yerin adıydı Şehba.
Gazze için haklı olarak atılan çığlığın, sessizliğe döndüğü yerin adıydı Şehba.
Göç yolları
Göç yollarında çocukların elleri gibi gözleri de boştu; ne kimlikleri vardı ne de anıları. Araplar, Kürtler, Süryaniler… Hepsi aynı yolda, acıyı sırtlamış yürüyordu. Çözümsüzlükte ısrar edenler, demografik yapıyı değiştirdiler. Efrîn’den Serêkaniyê’ye, Girê Spî’den Şehba ve Minbiç’e kadar sürgün, talan. acı ve felaket getirdiler.
Direnen Kimlikler
Yaşanan tüm bu acılara rağmen, Kuzeydoğu Suriye halkları kimliklerini korumak için direniyor. Bir Kürt baba, çocuklarına kendi dillerinde masallar anlatıyor; bir Süryani kadın, harap olmuş bir kilisenin taşları arasında dualar mırıldanıyor. Herkes, kendi köklerini enkazın altından çıkarma mücadelesi veriyor.
Kuzeydoğu Suriye’nin halkları, tüm bu acıya rağmen umut etmeye devam ediyor.
Ve o umut, bir gün barışın türküsünü yeniden yazacak. Farklı kimliklerin, farklı inançların bir arada yaşadığı bu topraklar, belki bir gün savaşın gölgesinden kurtulacak ve yeniden bir mozaik gibi parlayacak.
Ama o güne kadar, bu hikâye bir acının ağıtı olarak kalacak.