Kürtler ya birlikte kazanacak ya birlikte kaybedecek

Yazarlar

Günümüz insanının en önemli sorunlarından biri de bir türlü vazgeçmediği, geçemediği alışkanlıklarıdır. İnsanı otomatiğe bağlamış gibi yöneten alışkanlıklar yüzünden çoğu kişi artık neyi kaçırdığının farkına bile varamıyor.

Dünya değişiyor, devran değişiyor, koşullar, kurallar, araçlar değişiyor ama alışkanlıklarının yönettiği biri için hiçbir şey değişmemiş olduğundan, hayat onun için olduğu gibi devam ediyor.  

Hayatın sürekli tekrar ettiğini düşünen biri elbette gelişmeleri rasyonel değerlendirmek ve onlara uygun yeni çözümler üretmek ihtiyacı da hissetmiyor. Her durumda ezberlerine sığınıyor ve böylece kendini zorlamak, aşmak yerine işin kolayına kaçıyor.

Farkındalık bilincine sahip olmayan, Aristo’nun deyimiyle ‘alışkanlıklarının esiri olmuş’ kişinin bundan kurtulması; alışkanlıklarının dışına çıkması içinse genelde derin hayal kırıklıkları yaşaması gerekiyor.

O zaman da zaten iş işten geçmiyor oluyor. 

Alışkanlıkların kör ettiği gözler bedeli ağır olan gelişmelerin sonunda açılıyor ancak artık yapacak pek bir şey de kalmıyor.

Yakın Kürt tarihi bu açıdan öğrenilmesi gereken derslerle dolu. Fakat yine de son dönemde yaşanan gelişmelere ve bunlara verilen tepkilere baktığımızda alışkanlıkların toplumsal dinamiklerimiz üzerinde hayli etkili olduğu görülüyor. 

Toplumsal-siyasal reflekslerin bu yüzden önemli ölçüde köreldiğini söylemek  mümkün. Bu durum elbette Kürtlerin işini zorlaştırdığı gibi düşmanlarının ise işini kolaylaştırıyor.

Oysa Kürt- Kürdistan meselesinde son 100 yılın neredeyse en kritik aşamasına girmiş bulunuyoruz. Arap Baharı’nın çökmesiyle birlikte bölge yeni bir kaosun içine sürüklendi ve yeni savaş senaryoları gündeme geldi. Küresel, bölgesel güçler de buna uygun politikalar üretip harekete geçti.

Örneğin Türkiye; Türk devleti IŞİD sonrası bölgede oluşmaya başlayan jeopolitik ortamı kendisine yönelik bir tehdit olarak algıladı ve Kürdistan’ı kontrol etmek için ‘’sürekli savaş’’ konsepti uygulamaya başladı. Bu stratejik hedefini de bütün olanaklarını kullanarak, yaşadığı ekonomik, ahlaki çöküntüye, ardı arkası kesilmeyen krizlere ve dünyadan izole edilmesine rağmen sürdürdü, sürdürüyor.

Kısa ve orta erimli, iç ve dış bütün politikalarını bu stratejiye uygun olarak hayata geçirmeye çalışan Türk devletinin bu hedefinden vazgeçtiğine dair ortada hiçbir emare görünmüyor.

Hal böyle iken Türkiye’deki günlük gelişmeleri, Erdoğan’ın dünyanın gidişatına uygun olarak yaptığı taktik hamleleri farklı değerlendirmek ve Türkiye’nin görünür gelecekte yeni bir yola gireceğini, ya da AKP-MHP iktidarının kısa erimde çökeceğini ileri sürmek mümkün değil. 

Aksine Ortadoğu’da yükselen gerilimler Türkiye’nin Kürdistan krizini daha da derinleştirecek, sorunu daha bir karmaşık hale getirecektir. Bu da Türkiye’nin iç ve dış politikasının sertleşmesini ve yeni krizler üretmesini beraberinde getirecektir. 

Türkiye artık girdiği bu yoldan ya silah zoruyla geri püskürtülecektir ya ölümü görüp sıtmaya; siyasal bir çözüme mecbur edilecektir ya da işgal amacıyla sonuna kadar gidecektir. 

Dolayısıyla kaos ve çatışma devam edecektir. Tarihin hızlandığı bu kritik dönemde bölge ülkeleriyle birlikte Kürtlerin de kaderi yeniden çizilecektir. 

Son 5 yıldır kuzeyde, güneyde ve Rojava’da yaşanan gelişmeler Kürdistan’ı bölüşen bölge ülkelerinin Kürtler için nasıl bir gelecek düşündüklerini gösteriyor. Kuzeyde yerle bir edilen şehirler, kitlesel olarak tutuklanan Kürt siyasetçiler, ardı arkası kesilmeyen operasyonlar, yerinden sökülen mezarlar, güneyde elden giden Kerkük ve tartışmalı bölgeler, Rojava’da Afrin, Serekaniye, Gire Sipi ve şimdi de Şengal; bölge ülkelerinin Kürtlere reva gördüklerinin açık sonuçları olarak önümüzde duruyor.

Fakat buna rağmen sanki bunlar olmamış, eskiden farklı çok şey yaşanmamış gibi bir atmosfer, bir toplumsal körelme durumu yaşanıyor. Arap Baharı sonrası son 5-6 yılda Kürtler önemli mevziler yitirdiler ve bugün de ciddi teditlerle yüz yüzeler ancak, gündemlerinde bunu nasıl karşılayacakları, birlikte ne yapacakları gibi bir hedef yok. Aksine Kürt partileri arasında gerilim ve çatışma riski var. 

Tarihin bu kritik döneminde Kürtler açısından bundan daha büyük bir handikap olabilir mi? Elbette olamaz. Bu gidişatın önüne geçilemez ise parça parça yaşanan kayıpların artması ve toplamda Kürtleri yeniden statüsüz ve geleceksiz bırakması ihtimali yükselecektir.

Bu gidişatın önüne geçmek için de Kürtler arasındaki ilişkilerin değişen koşullara uygun olarak yeniden düzenlenmesi; Kürt partileri arasında birlik sağlanamıyorsa da en azından diyalog ve işbirliğinin güçlendirilmesi gerekiyor.

Bunun için de genelde Erbil’e, dar anlamda ise KDP’ye önemli görevler düşüyor.

Zira, yeni dönemde Amerika ve Batı dünyası bölgesel Kürt politikası onun üzerinden, Erbil odaklı olarak yürütüyor. Bu da KDP’nin sorumluluklarını artırıyor. Ayrıca bu durum KDP’yi Türkiye ile İran’ın öncülük ettiği bölgesel gericiliğin hedefi haline de getiriyor ki KDP’nin tek başına bunun üstesinden gelmesi mümkün değil. 

Kaldı ki Türkiye’nin yeni dönemde izlediği güney ve Irak politikası nedeniyle, 3 yıl öncesinde olduğu gibi KDP’yle yeni dönemde de karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz görünüyor.

Suriye’de Rusya’nın desteğiyle Amerika’nın Kürtler için siyasal bir çözüm üretmesini engelleyen Türkiye, şimdi aynısı Irak’ta yapmaya, bölgesel gericilikle birlikte merkezi bir otorite oluşturmaya çalışmaktadır. 

Rojava’da büyük krizler çıkararak, bütün imkanlarını seferber ederek, Rusya ve mülteci şantajını kullanarak Kürtlerin bir statü sahibi olabilmelerinin önünü -şimdilik- kesen Türkiye, şimdi Irak’ta bütün imkanlarını kullanarak, ABD’nin ve Batı dünyasının Kürtler için bir çözüm üretme olasılığını engellemenin arayışına girmiştir. Bunun için ordusunu ve istihbaratını seferber etmiş ve Kürtleri çevrelemiştir.

İran krizinin giderek derinleştiği, bölgesel savaş seçeneğinin her zamankinden daha fazla dillendirildiği bu dönemde Türkiye adım adım güneye yerleşmiş ve Kürtleri kontrol mekanizmaları oluşturmuştur. Bundan vazgeçeceği ve buraları iddia edildiği gibi ‘’PKK sonrası’’ terk edeceği doğru da değil, mümkün de değildir.

Diğer yandan KDP’nin Türk devletinin hedeflerinin farkında olmadığı elbette düşünülemez. Ancak KDP içindeki bir eğilimin buna rağmen Türk devletinin bir dayatması olan Kürtler arasında iç çatışmayı körüklediği, ateşe benzin döktüğü de bilinen bir gerçek. KDP’nin bunun önüne geçip geçemeyeceği bilinmiyor fakat, bilinen PKK ile yaşanacak bir çatışmanın Amerika’nın Kürt siyasetinin yeni odağı haline getirmek istediği Erbil’i de zaafa düşüreceğidir. 

Bu anlamda herkes gibi KDP de kaybedecektir. Bu Türkiye’nin PKK kadar önemli bir hedefidir. Erdoğan aslında iç çatışmayı dayatarak bir taşla iki kuş vurmak istemektedir. Böylece hem PKK’yi darbelemeyi hem de Erbil’i güçten ve gözden düşürmeyi hedeflemektedir.

KDP’nin en azından kendi çıkarları açısından bu oyuna gelmeyeceğini düşünüyor, ummak istiyorum. Kaldı ki bölgenin Amerika-İsrail-İran üçgeninde bir çatışmaya doğru sürüklendiği günümüzde güney Kürtleri İran ve Türkiye’den kaynaklanan çok daha büyük tehditlerle karşı karşıya kalabilirler. 

Türkiye bir yandan, İran ve İran yanlısı Irak’taki Şii milisler diğer yandan Kürtlere karşı harekete geçebilirler ki bunun da hazırlıkları gözleniyor.

Dolayısıyla Medya Savunma Alanları kadar Erbil’in de savunmaya ihtiyacı olacağı günler yaklaşıyor ve koşullar Kürtleri dağlarda birbirleriyle savaşmaya değil, birlikte Kürdistan’ı savunmaya zorluyor.

Birinin kaybının diğerinin de kaybı; dolayısıyla Kürtlerin topyekün kaybı anlamına geleceğinden Kürtlerin de artık geçmişin alışkanlıklarını bir kenara bırakmaları ve yeni döneme uygun rasyonel adımlar atmaları gerekiyor…

İlginizi Çekebilir

Candemir: Gülmek bizi hayata, mücadeleye, özgürlüğe daha çok bağlayacak
Temel Demirer: Geçmişten (Bugündeki) Geleceğe

Öne Çıkanlar