🔴HTŞ’nin rejimi bu kadar hızlı bir şekilde nasıl yok edebildiğine gelince, bunu tek başlarına yapmadıkları oldukça açık. Bana göre bu, ABD onaylı bir rejim değişikliği operasyonuydu.
🔴HTŞ ile SDG’nin herhangi bir ittifak kuracağını düşünmüyorum, ancak SDG’nin böyle bir ittifaka açık olduğu oldukça net. HTŞ ile Türkiye/SMO’nun birbirinden ayrılabilir yapılar olduğunu düşünmüyorum.
🔴Rojava’dan yeni geldim. Durum oldukça vahim. Türkiye’nin, özellikle Rakka ve Kobani’ye yönelik yeni ve daha büyük saldırılar düzenleme tehdidinde bulunduğu açıkça görülüyor. ABD’den ya da başka bir dünya gücünden Türkiye’yi durdurma niyetinde olduklarına dair pek bir güvence de verilmiş değil…
Söyleşi: Ronî Riha
Lindsey Snell, Orta Doğu, Kafkaslar ve Kuzey Afrika’daki çatışmalar ve krizleri yakından takip eden, bu bölgelerdeki çalışmalarıyla tanınan bir gazeteci ve belgesel yapımcısıdır. ABD’nin önde gelen medya kuruluşlarında yaptığı haberlerle dikkat çeken Snell, 2016 yılında Suriye iç savaşını takip etmek üzere gittiği Halep’te, o dönemde Nusra Cephesi olarak bilinen ve bugün HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) adını taşıyan grup tarafından kaçırılmıştı. Esaretten kaçmayı başardıktan sonra Türkiye’de tutuklanan Snell, halen Suriye’de olup bitenleri yakından takip etmeye devam eden bir gazetecidir.
Bugün Suriye iç savaşında dengeleri değiştiren gelişmeleri anlamak için HTŞ’nin nasıl bir örgüt olduğunu ve hangi güçler tarafından desteklendiği bilmek önem arz ediyor. Örgütün nihai hedefinin ne olduğuna dair sağlıklı değerlendirme yapabilmek, ayrıca Kürtlerin HTŞ iktidarında nasıl bir gelecekle karşı karşıya kalacaklarına ilişkin öngörülerde bulunabilmek için HTŞ hakkında bilgi ve birikime sahip Snell gibi konunun uzmanı bir gazetecinin görüşlerini almak gerekiyor.
İşte; Lindsey Snell ile gerçekleştirdiğimiz bu röportaj, yalnızca HTŞ’nin değil, aynı zamanda Türkiye’nin ve uluslararası güçlerin de Suriye’deki rollerini mercek altına alıyor. Suriye’nin geleceğine dair belirsizlikler içinde, bu aktörlerin oluşturduğu karmaşık güç oyunlarını Snell’in bakış açısıyla değerlendireceğiz.
Sevgili Lindsey, Suriye iç savaşı sırasında bölgeye giderek pek çok farklı grupla iletişim kurdunuz ve bu grupların dinamiklerini yakından takip ettiniz. Özelikle HTŞ’yi yakından tanıyorsunuz. Bugün geldiğimiz noktada, HTŞ’nin (Heyet Tahrir el-Şam) Esad rejimini devirdiği bir tablo ile karşı karşıyayız. HTŞ kimdir, kimler tarafından destekleniyor ve nihai hedefleri nelerdir?
HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam), eskiden Nusra Cephesi olarak biliniyordu. Bu grup, Suriye’de El Kaide’nin bir koluydu ve Irak İslam Devleti üyesi olan Colani ile IŞİD lideri Ebu Bekir el-Bağdadi arasında ortaya çıkan ideolojik farklılıklar sonucunda kuruldu. Dürziler ve diğer azınlıklara yönelik katliamların sorumlusu olarak biliniyorlar.
2016 yılında Nusra tarafından kaçırıldım. Onların esiriyken, El Kaide’den ayrıldıklarını duyurup isimlerini Fetih el-Şam Cephesi olarak değiştirdiler. Daha sonra yeniden markalaşma amacıyla Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) adını aldılar. El Kaide tarzı uygulamalarını, örneğin zina suçlamasıyla kadınları taşlayarak öldürme gibi cinayetlerine rağmen Batı medyası İdlib’e ziyaretler düzenlemeye ve Colani’den “isyan lideri” olarak bahsetmeye başladı.
Rejimi devirdikten sonra, Colani’nin ılımlaştığını ve artık bir terörist olmadığını iddia ettiği söyleniyor. ‘’HTŞ, IŞİD kadar kötü değil’’ deniyor. Ancak şu anda Batı’nın görmek istediği bir rolü oynuyormuş gibi davranıyorlar ve bu tutumun uzun süre devam edeceğinden ciddi şekilde şüpheliyim.
HTŞ, 13 yıldır Suriye rejimine karşı savaşırken, nasıl oldu da birkaç gün içinde İdlib’den Şam’a ilerleyip rejimi devirebildi? Bu, yalnızca HTŞ’nin başarısı mı, yoksa arkasında başka güçler mi var? Bu güçler kimler olabilir? Ayrıca, HTŞ’nin iktidarıyla Suriye yeni bir döneme girerken, Kuzeydoğu Suriye’yi yöneten SDG ile HTŞ arasında bir uzlaşma mümkün mü? Bu süreçte Kürtlerin geleceği nasıl şekillenecek?
HTŞ’nin 13 yıldır rejimle savaştığını söylemenin doğru olduğunu sanmıyorum. Uzun bir süre boyunca rejim ile HTŞ (ve ayrıca rejim ile Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu [SMO]) arasında son derece sınırlı çatışmalar oldu. HTŞ’nin İdlib’deki noktalarına düzenli olarak hava saldırıları (Rusya ve rejim tarafından) gerçekleşti, ancak genel olarak HTŞ’nin en büyük rolü, Türkiye’ye daha az itaatkâr olan (örneğin Şam Cephesi gibi) SMO gruplarına karşı Türkiye’nin bir uygulayıcısı olarak hareket etmek oldu. Bu nedenle Afrin ve Cinderes’te bir HTŞ varlığı söz konusuydu.
HTŞ’nin rejimi bu kadar hızlı bir şekilde nasıl yok edebildiğine gelince, bunun tek başlarına olmadıkları oldukça açık. İlk olarak, Türkiye’nin SMO grupları onlarla birlikte savaştı. Bunun ötesinde, İsrail ordusunun Suriye’nin sınırlarına dahil olması ve Suriye’nin silah depolarını yok etmesi, HTŞ ile İsrail arasında bir işbirliği olduğunu ihtimaline işaret ediyor. Batılı hükümetlerin bu kadar hızlı bir şekilde heyetler göndermesi de başka bir işaret.
ABD’nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, daha önce HTŞ’yi ABD’nin Suriye stratejisi için bir varlık olarak tanımlayan birkaç ABD yetkilisinden biri. Bu, bana göre, ABD onaylı bir rejim değişikliği operasyonuydu.
HTŞ ile SDG arasında bir ittifak mümkün mü, yoksa Türkiye’nin Suriye’deki etkisi ve bölgedeki dinamikler bunu imkânsız mı kılıyor? Türkiye’nin HTŞ ile iş birliği ve kontrol alanlarındaki rolü, bölgedeki dengeleri nasıl etkiliyor? ABD’nin bu süreçteki tutumu ve Colani’nin Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi gibi federal yapıları reddetmesi, Suriye’nin geleceği için ne ifade ediyor?
HTŞ ile SDG’nin herhangi bir ittifak kuracağını düşünmüyorum, ancak SDG’nin böyle bir ittifaka açık olduğu oldukça net. Sürekli olarak HTŞ ile Türkiye/SMO’nun (Suriye Milli Ordusu) birbirinden ayrılabilir yapılar olarak sunulmaya çalışıldığını görüyorum, ancak bunun doğru olduğunu düşünmüyorum.
Daha önce belirttiğim gibi, HTŞ ve Türkiye yıllardır Suriye’de işbirliği içinde. Türkiye ve SMO, bu son operasyonun önemli bir parçasıydı. Türkiye’nin işgal ettiği bölgeler teknik olarak HTŞ kontrolünde, ancak altyapı Türkiye’ye bağlı. İdlib, örneğin, yalnızca Türk Lirası kullanıyor. İdlib’in elektrik şirketi teknik olarak Suriyeli, ancak enerji Türkiye’den geliyor. Afrin, Azez, el-Bab ve diğer Türkiye/SMO işgali altındaki bölgelerde ise artık HTŞ kontrolünde sayılan bu yerlerin elektrik şirketleri ve diğer kamu hizmetleri doğrudan Türk şirketleri tarafından yönetiliyor. Hatta HTŞ birkaç ay önce bir protestocuyu Türk bayrağını yaktığı için tutukladı.
Sultan Murad komutanı Saif Ebu Bekir ve Sultan Süleyman Şah komutanı Ebu Amşe kısa bir süre önce Şam’da Colani ile görüştüler, ardından Türkiye’de Devlet Bahçeli ile bir araya geldiler.
Amerika Colani’yi SDG ile bir anlaşma yapmaya zorlayacak yeterli etkiye sahip değilse, bunun gerçekleşeceğini sanmıyorum. Ne yazık ki, Colani’nin Suriye’de Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi gibi federal bölgeler olmayacağı yönündeki açıklaması, bunun mümkün olmadığını düşündürüyor.
Bu konuda yanılmış olmayı gerçekten çok isterim ve belki de yanılıyorumdur. Sonuçta, bir ay önce HTŞ’nin rejimi devireceği ve Suriye’de yeni hükümet olacağı fikri akla bile gelmezdi.
Tüm bunlar yaşanırken, uluslararası arenada yeterince tartışılmayan bir gerçek olarak Suriye’de ciddi bir Türk işgali söz konusu. Türkiye, bu işgali “Suriye Milli Ordusu” şemsiyesi altında genişletmeyi hedefliyor. Peki, Türkiye’nin Suriye’deki nihai hedefi nedir? Uluslararası güçler bu duruma karşı nasıl bir tutum alacak?
Türkiye, Suriye’deki tüm sınır koridorunu ilhak etmek istiyor ve Münbiç İn işgali ile Kobani ve Ayn İsa’ya yönelik mevcut tehditler bunu açıkça ortaya koyuyor. Türkiye, 2018’de Afrin’i işgal ettikten sonra Erdoğan, bu bölgenin tamamını ele geçirene kadar durmayacaklarını söyledi ve bu doğru çıktı. Ancak yine de SMO ve Türkiye’nin bir şey istediğini, HTŞ’nin başka bir şey istediğini söylemenin gerçekçi olduğunu düşünmüyorum, çünkü bu gruplar iş birliği içinde hareket ediyorlar.
Türkiye, muhtemelen şu anda işgal ettiği Suriye bölgelerinde olduğu gibi Halep, Şam, Lazkiye, Hums gibi bölgelerde de büyük çıkarlar elde etmek isteyecektir.
Bu durum, kesinlikle Erdoğan’ın Osmanlı İmparatorluğu’nun eski sınırlarını yeniden kazanma hayalinin bir parçası ve bu gerçeği saklamaya çalışmadı. Türkiye, Azerbaycan üzerinden Ermenistan topraklarını tehdit etmeye de devam ediyor ve Nahçıvan’ı Azerbaycan’a bağlama niyeti taşıyor. Erdoğan’ın Suriye, Irak, Libya, Ermenistan, Dağlık Karabağ ve ötesindeki askeri maceraları, maalesef uluslararası güçler tarafından büyük ölçüde görmezden gelindi. Türkiye’nin, Suriye’nin “kurtuluşunun” meşru (HTŞ dışı) yüzü olarak kucaklanması, bu eğilimin devam edeceğini düşündürüyor.
Bildiğim kadarıyla kısa bir süre önce Rojava’daydınız. Tam olarak ne zaman oradaydınız, kimlerle görüştünüz ve Rojava’daki son durum nedir?
Dün itibarıyla yaklaşık bir haftadır meslektaşım Cory Popp ile birlikte Rojava’daydım. Kamişlo, Rakka, Til Temir ve Haseke’yi ziyaret ettik. SDG’nin (Suriye Demokratik Güçleri) medya sözcüsü Ferhad Şami, Til Temir’de bir komutan ve birçok sivil ile görüştük. Ayrıca, SDG tarafından yakın zamanda yakalanan bir uyuyan hücre üyesi IŞİD mensubuyla da röportaj yaptık.
Durum oldukça vahim. Türkiye’nin, özellikle Rakka ve Kobani’ye yönelik yeni ve daha büyük saldırılar düzenleme tehdidinde bulunduğu açıkça görülüyor. ABD’den ya da başka bir dünya gücünden Türkiye’yi durdurma niyetinde olduklarına dair pek bir güvence verilmiş değil. İnsanlar, bu durumun gelecekleri için ne anlama gelebileceği konusunda doğal olarak derin bir endişe duyuyor. Birçok taraftan Kürtler çembere alınıp boğulmak isteniliyor. Rojava’daki son durum belirsiz ve ürkütücü.
Son olarak, HTŞ ve lideri Colani’nin Suriye’nin geleceğinde nasıl bir rolü olacak? HTŞ’nin uzun vadede Suriye üzerindeki etkisi ve ömrü ne kadar olabilir?
Bir teoriye göre, HTŞ sadece Esad’ı nihayet devirmek için bir mekanizmaydı ve Colani ile HTŞ’nin de işin sonunda devrileceği düşünülüyor. HTŞ’nin gerçekten “ılımlı” hale geldiğine inanmıyorum ve HTŞ hükümetinin yeni olmasına ve büyük miktarda uluslararası dikkat çekmesine rağmen, bunun böyle olmadığını gösteren işaretler şimdiden var. Ama zaman gösterecek.