Lokman Ergün Yazdı: Toprak

GenelGündem

Heci Xelil, toprak damın üstüne attığı bir sandalyede, ayak ayak üstüne atmış, Berwar vadisini izliyordu. Meşe ağaçlarının arasından kıvrılıp gelen yoldan, tozu dumana katan arabalar seyrek gelirdi.

Heci Xelil, karşı yamaçtaki koyun sürüsünü izlemediği zamanlarda, vadiden yükselen toz bulutunu büyük bir tevekkülle beklerdi. O toz bulutu; uzaklardan gelen bir misafirin, köy meclisinde konuşulacak bir havadisin habercisi olurdu. Aynı karlı kışların, yağmurlu baharların, yakıcı güneşiyle yazların, rüzgarlı sonbaharların ülkesinde, Heci Xelil bir ömür geçirmişti.

Hayatım boyunca tek bir kış geçirdim Kotranıs’ta. Dedem o köye yerleşmiş, babam o köyde doğmuş, annem o köye komşu köyden gelin gelmişti. Ben yüzlerce kilometre ötede doğmuşum. Meşe ağaçlarıyla bezeli yamaçlardan, yolun kıyısında sıralı ceviz ağaçlarının arasından, dağlara doğru kıvrılan tozlu yoldan çıkılırdı Kotranıs’a. Köyün girişinde bir kavaklığın ardından, eğri büğrü duvarlı evleriyle görünürdü köy.

Okulların tatil olduğu bir sömestr tatilinde, dağların karla kaplı olduğu bir zamanda, gaz lambalarının, tezekle yakılan saç sobaların, televizyonsuz sohbetlerin zamanında bir hafta geçirdim o köyde. Heci Xelil; gece boyu serpiştiren karın, uğuldayan rüzgarın, donmuş ırmakların, çığ düşen yamaçların dilini bilirdi. Kar yolları kaplayıp, Berwar vadisi kapandığında, kendi kaderini yaşayan Kotranıs’ın hikayesine herkesten daha vakıftı.

Bahar olunca otların yeşereceğini bilirdi. Havaların ısınmasıyla ırmakların çağlayacağını. Koyunların kuzulayacağını bilirdi. Toprağın uyanacağını, ağaçların meyveye duracağını bilirdi. Eski zamanlardan hikayeleri, eşkıyaların sığındığı dağları, o dağların en kuytu mağaralarını bilirdi. Zamanı bilirdi Heci Xelil, onlarca kez tecrübe ettiği zamanı, baharını, yazını, karlı kışını, rüzgarlı güzünü. Severdi o toprağı Heci Xelil, hemhal olduğu, yoğrulduğu, benliğine işlemiş toprağı severdi.

Asfalt yolların, elektrikli lambaların olduğu şehrime döndüğümde, orada yaşama ısrarını anlayamamıştım uzunca bir süre. Sonrasında dünyayı epeyce bir gezmişliğim oldu. Değişik ülkeler, değişik diyarları dolaşmışlığım. Parıldayan mermerleriyle kiliseler, gotik mimarisiyle şapeller, geniş bulvarlar, Arnavut kaldırımlı sokaklar, Viktorian tarzı şatolar gördüm.

Hunergeha Welat; Li Qamişlo Li Ber Derî adında binlerce kez izlenesi bir klip yayınladı. Rojava’nın şehirlerini dünya kentleriyle kıyaslayan, ironik bir şarkı seslendirmişler. Gösterişli caddelerin, parıltılı bulvarların, mermer duvarların, yeşil parkların ötesinde, toprağı vatan yapanı anlatan bir şarkı.

Toprağın bağrında sakladığı ne varsa, taşıyla, dağıyla, otuyla, ağacıyla, içinden damıtarak sunduğu suyuyla, altında yayıldığı gökyüzüyle, yüzünü yalayıp geçen rüzgarıyla, hepsini zamanla, insanla, yaşanmışlıklarla harmanlayıp, bize özgü olan, bizden olan ve bizim olan coğrafyaya olan sevdayı anlatan.

Hakkari’yi yaz aşklarının hevesiyle seven yazarın, “ bir insan memleketini neden sever, başka çaresi yoktur da ondan”, demesine bakmayın. Toprağı sevmek öyle bir şey değil. Şarkısına işlemiş bir tınıdır, dengbejîn kelamında yankılanır. Irmağın çağıldayışını, rüzgarın uğultusunu duyarsınız.

Halayındaki dönüşe aksetmiştir kuşlarının uçuşu, kelebeğinin kanat çırpışı. Dağından, yaylasından, vadisinden bir hikaye nakledilmiş, yüreğine, benliğine nakşedilmiştir. Sen hayatını o hikayenin üzerine kurar, öyle yaşarsın.,

Heci Xelil, toprak damın üstünden ufukta gölgelenen dağlara baktığında, buranın sahibi değildi sadece. Binlerce yıl burada yaşayıp, bir fermanla toprağından sökülüp gidenlerin yas tutucusuydu aynı zamanda. Kendisi de başka bir fermanın göçebesi olmazdan önce. Toprağını sevmek, o toprağa ihanetle gömülenlerin acısını da içinde taşımak demektir aynı zamanda. Hoyrat bir el tarafından,

toprağın bağrını kanatarak sökülüp atılanların yarattığı ne varsa, zanaatını, şarkısını, yaşam tarzını, o toprağa değer ve anlam katan her şeyi, çocuğunu kaybetmenin sızısıyla hatırlamak ve onunla yaşamaktır.

Yııllar sonra, Heci Xelil bu dünyadan göçtükten, Berwar vadisini izlediği toprak dam yıkıldıktan sonra, tekrar gittim Kotranıs’a. Mekana nakşolunmuş gibiydi zaman. Benliğime işlenmiş hikayeler, tek tanığı benmişim gibi oradaydı. Dağın yamacında yayılan dedemin koyun sürüsü, yaylada at binen babam,

koyun sağmaya giden annem, bana ait hatıralar gibi belleğimdeydi. Çünkü toprak, sadece sana miras kalan fiziki bir nesne değil, öncesindeki yaşanmışlıklarıyla aktarılan bir hafızadır.

Heci Xelil, hayatının son 10 yılında, kışları kardan kapanmış yolların açılacağı günü sabırla beklediği, yazları tozlu yoldan gelecek bir arabayı gözlediği toprak damını özlerken, hafızasını yitirmekten korkuyordu. Şimdiki evi daha sıcak, yolu asfalttı belki, ama burada ne mekan, ne de zaman bir şey anımsatmıyordu ona.

Şu klibi izleyin derim, defalarca. Toplumsal Alzheimer’a uğramadan, bize aktarılan hafızayı yenilememize yardımı olur. Toprağın sadece soğan ekmek, koyun yaymak, ot biçmek için olmadığını, bize aktarılan ve bizim de aktaracağımız bir bilinç olduğunu hatırlamış oluruz.

/Kaynak:serhatnews/

İlginizi Çekebilir

Kremlin: Ortadoğu’da gerilimin taraflarını itidale çağırıyoruz
Al Jazeera yazdı: Hizbullah’ın yapısı ve silah kapasitesi

Öne Çıkanlar