Mecit Zapsu: Suriye’de Kürtleri dışlayan bir barış mümkün mü?

Genel

Ortadoğu’da dengeler hızla değişiyor. 2025 yılı itibarıyla ABD’nin Ortadoğu politikalarında “kontrollü istikrar” adına bazı radikal aktörlerle örtülü ilişkiler kurmaya çalıştığı görülüyor. Bu aktörlerin başında ise Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) geliyor. Eski El-Kaide bağlantılı bu yapı, sahadaki radikal geçmişine rağmen meşruiyet kazanma çabasında. Ancak bu çabanın gölgesinde kalan en büyük meselelerden biri, Suriye Kürtlerinin siyasi süreçlerden dışlanması girişimleridir.

1. HTŞ’nin Meşruiyet Arayışı: Görünüş Değişti, İdeoloji Aynı Kaldı

John Bolton’un Independent Arabia’da yayımlanan analizinde dikkat çeken noktalardan biri, ABD’nin HTŞ lideri Ahmed eş-Şara (nam-ı diğer Ebu Muhammed el-Colani) ile örtülü bir uzlaşı arayışına girmesi oldu. Colani’nin sakalını kısaltması, kravat takması ve iş adamı gibi giyinmesi, bu imaj değişikliğinin sembolleridir. Ancak bu kozmetik dönüşüm, sahadaki uygulamalara bakıldığında inandırıcılıktan uzaktır.

2023–2024 saha raporları ve 2025’in ilk çeyreğinde gelen yeni veriler, HTŞ’nin kontrolündeki bölgelerde Aleviler, Dürziler, Hristiyanlar ve farklı Sünni gruplar üzerindeki sistematik baskıların sürdüğünü ortaya koyuyor. Human Rights Watch ve Syrians for Truth and Justice gibi kurumların belgelerine göre, Lazkiye kırsalı, Tartus çevresi ve Dera gibi bölgelerde yaşanan tehcir, keyfi tutuklama ve saldırılar HTŞ’nin doğrudan ya da dolaylı rolünü gözler önüne seriyor.

2. HTŞ’nin Sahadaki Pratiği: İmajla Gerçeklik Arasında Uçurum

2025 itibarıyla HTŞ; ifade özgürlüğü, kadın hakları ve sivil toplum üzerindeki baskıları artırarak sürdürüyor. Kadınların kamusal alanda varlığına yönelik katı kısıtlamalar, muhalif Sünni Arap figürlere dahi yönelen şiddet ve tutuklamalar, bu örgütün hâlâ “cihatçı otoriterlik” içinde hareket ettiğini gösteriyor.

“Yeni bir HTŞ” anlatısı, uluslararası meşruiyet arayışının bir parçası olabilir; ancak sahadaki uygulamalar, söylem ile gerçeklik arasındaki derin uçurumu açıkça sergiliyor.

3. Türkiye-HTŞ İlişkisi: Dolaylı mı, Organik mi?

Türkiye, HTŞ’yi resmî olarak terör örgütü olarak tanımakta, ancak sahada bu tanımın karşılığını oluşturan herhangi bir caydırıcı hamle yapmamaktadır. İdlib’deki Türk askeri gözlem noktaları ile HTŞ’nin kontrol alanları uzun yıllar öncesi iç içe geçmiş durumdaydı.

Afrin’deki bazı SMO (Suriye Milli Ordusu) gruplarının HTŞ ile ortak operasyonlar düzenlemesi, bu ilişkinin yalnızca “dolaylı” değil, aynı zamanda stratejik ve alan paylaşımına dayalı olduğunu gösteriyor. Bu durum, Rojava Information Center ve STJ gibi kurumların raporlarında ayrıntılı biçimde belgelenmiş durumda.

4. Kürtlerin Sistemli Dışlanması: Sahada Fedakârlık, Masada Sessizlik

Kürtler, özellikle Demokratik Suriye Güçleri (SDG) çatısı altında IŞİD’e karşı mücadelede ağır bedeller ödemiştir. Bugün hâlâ binlerce IŞİD’li tutuklu, SDG’nin denetiminde tutulmakta, bölgede göreli istikrar bu yapılar sayesinde sağlanmaktadır. Buna rağmen, Kürtler siyasi çözüm masalarına davet edilmemekte, hatta bazı çevrelerce bilinçli biçimde dışlanmaktadır.

Şubat 2025’te düzenlenen Suriye Ulusal Diyalog Konferansı, bu dışlamanın son örneği oldu. Kürt Ulusal Konseyi (KNCS) konferansa davet edilmediği için sert bir bildiri yayınladı ve bu tutumun Suriye’nin geleceğini daha da istikrarsızlaştıracağı uyarısında bulundu.

5. Yeni Bir Çatışma Zemini mi Oluşuyor?

HTŞ’nin meşrulaştırılması, Türkiye’nin Suriye’deki etkisiyle birleştiğinde, Rojava’nın özerk yapısı için ciddi bir tehdit doğurabilir. Özellikle Türkiye destekli güçlerin Tel Rıfat, Minbic ve Ayn Îsa gibi bölgelere yönelik saldırılarını artırması, Kürtler açısından yeniden bir savunma refleksini tetikleyebilir. Bu senaryo, sadece Kürt halkını değil, Suriye’deki bütün çoğulcu unsurları etkileyebilecek yeni bir çatışma döngüsünü başlatma potansiyeline sahiptir.

6. Ne Yapılmalı?
• ABD, Ortadoğu politikalarında çelişkili aktörlerle geçici uzlaşılar yerine, kalıcı ve çoğulcu bir çözüm vizyonu benimsemelidir.
• Kürt halkı ve temsilcileri, tüm barış süreçlerine doğrudan ve eşit taraf olarak dahil edilmelidir.
• HTŞ’nin imaj çalışmaları değil, sahadaki gerçek uygulamaları esas alınarak değerlendirme yapılmalıdır.
• Türkiye’nin HTŞ ile fiili işbirliği uluslararası denetim mekanizmalarıyla şeffaflığa kavuşturulmalıdır.

Sonuç: Kapsayıcı Olmayan Barış, Barış Değildir

HTŞ ile uzlaşı arayışı, Kürtlerin ve diğer etnik/dinsel toplulukların dışlandığı bir denklemde “barış” olarak adlandırılamaz. Barış, yalnızca askeri sessizlik değil, adalet ve temsiliyet üzerinden inşa edilen bir düzendir. Eğer yeni bir Suriye kurulacaksa, bu yapının taşıyıcı kolonlarından biri mutlaka Kürt halkı ve onların meşru siyasi temsili olmak zorundadır.

Aksi halde atılacak her adım, yeni bir çatışma döngüsünün ön sözü olmaktan öteye geçemez.

İlginizi Çekebilir

Cafer Solgun: Hala buradayız
Meclisa Zarokan: Zarok dê der barê xwe de biryarê bidin

Öne Çıkanlar