Mehmet Lütfü Özdemir: Dilinize sahip çıkın! 

Yazarlar

Sosyal medya hesaplarımdan dün gece durup dururken aşağıdaki duyuruyu yaptım:

Siz hiç sizden 10 veya 12 ay büyük ya da küçük kardeşinizle hiçkimsenin anlamayacağı bir dil geliştirdiniz mi? Dili yazılı hale getirip hiç alfabe üreten oldu mu? Bu dil ülkenizde hiç kimsenin konuşmadığı bir olmalı.

Bu Cumartesi size sağlam bir hikaye okutmak istiyorum.

Eğer böyle bir deneyimi yaşayan birileri varsa bunu benimle paylaşabilir mi rica etsem. Akran dili diye bir şey var.. Biyolojik kardeş olması gerekmiyor.

Cumartesi günü kendi deneyimimi sizinle paylaşmak istiyorum. Kardeşimle hangi antik dili kullandığımızı anlatacağım..

Söylemeyi unuttum, kardeşiniz biyolojik ikiziniz + da olabilir.

Size cennetin dilini anlatacağım..

Demiştim ya hani o gece..

Kahvelerinizi hazırlayın uçuyoruz….

Benden 9 ay küçük kız kardeşimle ikiz gibi büyüdük. Kardeşim ile aynı ilkokula gittik. Ben 83 o ise 84’lü. Bu kısa bilgiyi alalım.

Yolculuğa başlıyorum:

*

Birgün Kürdistan ovalarında gezerken iki derviş ile karşılaştım. Bana kıbleyi sordular. Ben de sorularına soru ile karşılık vererek, onlara siz şu an nerede olduğunuzun farkında mısınız? diye sordum.

Dervişler, Kürdistan’da olduklarını hatırlayınca, onlara; burası Kürdistan, hangi yöne dönerseniz dönün kıbleniz orasıdır, dedim.

Kıblenizin yönünü unutmayın! Arada güneşe bakın, hangi yönden doğuyor ve batıyor; doğu neresi, batı neresi öğrenin!!

Ayrıca, neye göre; kime göre doğu da kime göre batı’dayız?

Bu da tartışılır.

*

Neyse hikayeye döneyim:

Kardeşimle aramızda geliştirdiğimiz dili yıllardır, yollardır araştırıyorum. Çocukken kısa bir süre kullanıp sonra ergenlikte kullanmayı bıraktığımız o dil neydi?

Bakmadığım yer kalmadı. Sonunda internet icat edildi de, özel kamuya, kamu özele karıştı. Neyse bir gün buldum onu. Çocukken kardeşimle oturup yazarak konuştuğumuz dil karşımdaydı. Yıllardır da düşünüyorum, gerçekten emin miyim; bunun olduğuna? Bütün bu yaşadıklarımdan, emin miyim?

*

Kürdistan tüm kutsal kitaplarda cennet olarak tasvir edilen bahçenin adıdır. Bilen biliyorda pek konuşan olmuyor.

Kürdler tarihini okumuyor, bilmiyor ve üzerinde düşünmüyor.

Kürd nüfusuna oranla çok az insan, Kürd dili, edebiyatı, tarihi, felsefesi, sosyolojisi ve kültürü ile alakalı. Haliyle bu acınası tablo karşımızda bir hakikat olarak dururken; yeni neslin anlayacağı şekilde çok güzel işler ortaya çıkarılabilir ve işin ucundan tutabilirsiniz değil mi?

Kürdler hangi partili olduğunu bir tarafa bırakıp, Kürdçe’nin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunun farkına varmalı ve bunun üzerinde koşulsuz düşünmesi gerektiğini kavramalı..

Kusura bakın ya da bakmayın, bilemem, ki ilgilenmiyorum da kusurlarınız ile..

Çünkü bizim anayasamızda kusur kavramı yok, siz de var diye kullandım.

Kürd dili ve Kürdistan, bütün kişi, kurum, parti, ideoloji, fraksiyon vb. vs. her şeyin üstünde ve üzerindedir.

Cennetin dili yok olmak üzere!!

Ona sahip çıkmak için çok geç olmadan bir şeyler düşünseniz iyi olur!!

*

İşte bu cennet dilin, asimile edilip, içine bolca Türkçe kelimelerin de karıştırılıp konuşulduğu; asimile edilmiş bir Kürtçeyi konuşan, biyolojik bir ailem oldu.

Ben oldum olası cennetin kraliçesinin anneannem olduğunu düşünmüşümdür. Siz onu Aney diye tanıyorsun zaten.

Dikkat ederseniz ben Kürd diye yazarım. Benim kırmızı defterimdeki ilk maddedir. Asimile olanlar ise Kürt olarak işaretlenmiştir kafamda. Kürd; Krd’dir, Krt değil!!

*

Alfabe önemli:

Biz çocukken sadece ikimizin anlayacağı o dili, kendi aramızda kısa notlar yazarak, birbirimizle aramızda mektuplaşıp dururduk. Kendi aramızda akran dili oluşturmuştuk. Kripto bir dil idi. Çevremizde işittiğimiz dil ve alfabeleri ile uzaktan yakından bir alakası yoktur.

Ben ilkokula beş yaşımda başladım. Ben üçüncü sınıftayken kardeşim de ikinci sınıftaydı. İlkokul birinci sınıfta yani beş yaşımda Türkçe’yi çözmüştüm..

Belki okula gitmeden okuma yazma bildiğimizi iddia ediyorum aslında, tam olarak hikayenin bu kısmında.

Kripto dilin, nasıl ortaya çıktığı ile ilgili hiçbir fikrim yok.

Ben bir gün evimizin önünde toz toprakla oynarken büyük ablamın badi parmağını tutup okula doğru yürüdüğümüzü ve sonrasında elimde kağıt kalem olduğunu dün gibi hatırlıyorum.

Hafızamın güçlü oluşunu anneme borçluyum. Annemin görsel hafızası ve zekası çok güçlüdür. Peder de analitik düşünme ve liderlik yeteniğine sahip.

Bende ikisi de var. Ona göre!!

Gerçi ben kimseyle yarışmıyorum.. Yarışmaya ve iktidar olmaya karşı alerjim var. Kelimeler ve bir bardak su ile yaşayabilirim.

*

Geçtiğimiz aylarda sevgili Ulus Baker’in okul yıllarından ve sonrasında ev arkadaşı, çok sevdiğim değerli bir dilbilimci dostum ile iki gün muhabbet ettik.

Bu yukarıdaki akran hikayesini ilk defa onunla da, yukarıda anlayan için burada kısaca bahsettiğim şekli ile, hikayeyi paylaştım.

Dostum ile Ankara’da tanıştık. Sonra Kürdistan’da ve en son Avrupa’da bir şehirde karşılaştık. Önümüzdeki yıllarda kendisini hangi ülke de yakalarım bilmiyorum. Yıllardır dünyayı geziyor.

Asistan kabul ederse takılcam peşine ama biraz zamana ihtiyacım var. En az dört dili okuyup yazmam gerekiyor. Dil öğrenme konusunda çok tembelim ama yine de, üç yıllık Almanya geçmişim de, birileriyle oturup Almanca Deleuze tartıştığım olmuştur.

Bazen de yeni tanıştığım birini karşıma alıp ona aslında kim olduğunu söylüyorum.

İnsan okuyorum yani. Sadece dostlarımı okumam. Onlara sonsuz sevgi ve güven beslerim. Onlar neyse odur. En çokta onları üzer, güldürür, mutlu ve sinir ederim. Kafamda bir kitap yazmaya başaladığımda ilk dostlara anlatır dururum. Onlar yine ne anlatıyor bu deseler de, dinlerler.. Ben de onları dinlerim..

Bir sosyolog ve dilbilimci ile dost olmak mı yoksa ona asistan olmak mı arasında gidip geliyorum.

Kendisi bu hikayeyi dinledikten sonra şaşırmadı. Karşılıklı tütün sardıktan sonra, bunun nasıl olduğunu, ne olduğunu bana uzun uzun anlattı.

Sonra hikayeler hikayeleri getirdi.

Dönmem gerekiyordu, hem onun da yapacak işleri vardı. Muhabbet ancak iki gün sürdü.

Şimdi bu yazıyı okuyunca, buna da şükret, diyecektir, kesin, sesi kulağımda..

*

Kürdistan’a ve Beru ağaçlarına sahip çıkalım:

Gerçi siz insanlar başka işler peşinde çok yoğunsunuz böyle şeylere de hem hiç vaktiniz de yoktur eminim. Böyle şeyler işte; ağaç dikmek veya edebiyat ve felsefe ile uğraşmak gibi.. Mantık diye bi şey de var tabi.. Onu atlamayalım!

Neyse sizden daha faydalı işler yapan Sincap arkadaşlar hala yaşıyor.

Kürdistan’da ki her Beru ağacını sincaplar dikmiştir.

Cennetin adı benim lügatımda Kürdistan’dır.

Cennetin kraliçesinin torunu olarak, siz onu İştar veya İnanna olarak bilirsiniz, dolayısıyla antik Kürdçeyi bilmem gayet normalmiş. Dostumuz öyle söyledi, olanı aktarıyorum..

Ayrıca, dostun peşine takılmak gibi bir hayalim de var.

Oldum olası dünyayı gezmek istemişimdir.

Bu pandemi sürecinde nasıl mümkün olabilir üzerinde düşünüyorum.

Sınır tanımayan bir gazeteci ve yazar olarak, ayrıca dünyadaki tüm sınırlara zeytin ağacı dikme arzusu taşıyan bir Yaşam hakkı savunucusu olarak, bu düşümü bir gün gerçekleştirmek istiyorum.

Öncelikle Kürdistan’dan, yarım kalan düşümden başlayarak tabii olarak..

İştar’ın, Nuh’un, Zerdüşt’ün, Mazdek’in, İbrahim’in ve Yunus’un ülkesinin her yerine Zeytin ağaçları dikmek üzere yıllar önce bu düş yolculuğuna çıktığımı bilen bilir.

Haq yardımcımız; güneş, ay, yıldızlar, gökyüzü, yeryüzü ve ikisi arkasındakiler ve canlar yoldaşımızdır..

*

Şimdi size hemen aşağıda bir resim göstereceğim..

Şimdi tam olarak burada, antik Kürd alfabesine yakından bakalım:

İşte kardeşimle kullandığımız alfabe bu.

Sevgili dostum.

Artık eminim hislerimden ve yaşadıklarımdan..

Bunu bize kim nasıl öğretti bilmiyoruz. Sadece ikimizin anladığı bir dil kullanmıştık.

Yıllar sonra da bu dilin ve alfabenin Antik Kürt Alfabesi olduğunu öğrendim.

M.S. 855 yılında yazmış olduğu Shawq Al-Mustaham adlı kitabında bu alfabeye değinen Islam âlimi Ibn Wahshiyyah (Arabic: أبو بكر أحمد بن وحشية), bu antik Kürt Alfabesi ile yazılmış en az otuz kitabın o dönem Bağdat’ta olduğunu belirtmiştir.

Dünya’da tüm savaşlarda ilk yok edilen yerler hep kütüphaneler olmuştur. Bunu da ayrı bir yazıda ele alacağım.. Bağdat kütüphanesinin de defalarca yakıldığını unutmayın.. Kütüphane demek bellek demektir..

Ibn Wahshiyyah ayrıca, bu Antik Kürt Alfabesi’nde yazılmış iki bilim kitabını şahsen Şam’da bulmuş ve Arapça’ya çevirdiğini de yazmıştır..

Bu kitap 1806‘da İngilizce’ye çevrilmiştir:

1806 by Joseph Hammer as Ancient Alphabets and Hieroglyphic Characters Explained; with an Account of the Egyptian Priests, their Classes, Initiation, and Sacrifices in the Arabic Language by Ahmad Bin Abubekr Bin Wahshiyyah.

*

Not:

Bakalım sizlerden benzer hikayeler gelmiş mi?

Gelirse şayet, onları da haftaya sizinle buradan paylaşırım..

Dünya üzerinde yakılan, yok edilen kütüphanelerden de bahsedeceğim sizlere..

Bu hikaye ile bu haftalık bu kadar..

Çünkü:

Pazar günü için söyleşi yapacak bir yönetmen bulamadım. Beş yönetmen var listemde henüz ikisine röportaj talebimi ancak iletebildim. Diğerlerine ulaşmaya çalışıyorum. Önümüzdeki Pazar’a kadar odak noktamı dağıtacak olaylar yaşanmaz ise şayet röportajı okursunuz..

Arada böyle aksaklıklar olabiliyor..

Aşk ve Eşitlik için..

Sevgilerimle

Milattan Sonra

24 Ekim 2020

Yeryüzü

Almanya

İlginizi Çekebilir

Temel Demirer: ‘Med Cezir’li ‘Çetin’ Kalem
Günay Aslan: Erdoğan seçimi değil, savaşı kazanmak istiyor

Öne Çıkanlar