( Yaşamı güzelleştirmek için direnirken katledilmiş tüm yiğit kadınlara )
Sevgili Rebecca;
Karabasan yüklü bir geceyi, ayak parmaklarımdan akıtarak uyandım. Gidenlerin hiçbir zaman dönmeyecekleri bir sabaha. Omuzlarımda suçlarım, saçlarımda zamanın ağrılarıyla. Serçelerin sesi karıştı, arabaların ritmi bozuk seslerine. Kargalar, cırcır böceklerinin seslerini bastırmakla meşgul. Sol yanım mı daha çok uykusuz, ciğerlerim mi? Bilemiyorum. Oysa en sancıyan yanım, beni terk eden masallarım…
Ah ne büyük ahmaklık, çağlar boyu dolanan bir acının geçeceğini düşlemek! Şu zaman ötesi tebessüm ne büyük ceza. Gamzelerim de küsmüş üstelik. Hiçbir şey bilmiyorum. Çokça yok oluyorum bilmediklerimde. Sancılar sarıyor zamanı. Hava sıcak, hava ölüm kadar ağır. Hava, katledilmiş kadınların toplamı kadar soğuk.
Yüzümü yıkasam, bir körpenin saçları değiyor kirpiklerime. Bütün sular kan. Ellerim oysa, saçları tutuşmuş kadınların yüreğiyle avuçluyor yüzümü. Recmediyorum bütün tanrıları, kederden günahlar doğurduğum zamanlar aşkına. Bütün tanrılar ellerimde hiçleşiyor. Bütün tanrılar ayaklarımda ezilerek dolanıyor sabaha.
Sevgili Rebecca;
Soy çoğaltmayacak bir dezavantajla gelmişiz işte yeryüzüne. Kudret yüklenmiş uzuvlarımız hiç olmayacaktı. Günahkâr kıvrımlarımız olacaktı ama yetmez mi? Saçımızın renginden, gülümseyişimizden kime ne? Namus bekçisi bir perde neyimize yetmezdi? Henüz doğarken kadındık, diğer kadınlar kadar! Milyon şey öğrenecektik, en çok itaat etmeyi. İlk önce spermlerinden düştüğümüz adamlara, sonra spermlerini iniltilerle içimize akıtan adamlara. Ha elbette onları kutsayan devletlere ve eril tanrılara. Sevmek ne haddimize, recmedilme sebebimiz! Şehvet uyandıracaktık, saçlarımızdan tırnaklarımıza. Kutsanmış uzuvlarımız hiç olmayacaktı. Doğurduklarımız, tüm doğrulmuşlara ve tüm evrene kan kusturacaktı ezelden ebede. Karşı durmak mı? Kimiz biz? Eksik etek mi, aklı kısa mı yoksa varlığı günahın kendisi olan mı?
Ah Sevgili Rebecca;
Biz, çocuklarımızı var ettiğimiz uzuvlarımızdan vurulurken; saçlarımızdan dağılan kederle, toprağa sarıldı bütün söğüt dalları. Doğurduğumuz bir tek çocuklarımız değilken üstelik. Göğün sesinden, yerin tenine; bacaklarımızdan sızan kan kızılı bir var oluş bilmecesi doluşurken, bütün şifacılar şaşkındı. Söğütler bin yıllar önce haykırmıştı oysa;
“Ey sen, bilmeceleri düğümleyen insan! Saçlarından ve kasıklarından vurulan bütün kadınları dallarımdan öpecek toprak. Toprağın ve kadının merhametinde doğmaya çalışırken, göğe seslenen sularda eksileceksin!”
Sevgili Rebecca;
Yüzyıllar geçti ama biz kadınlara yaşatılan vahşet geçmedi. Her yüzyılda başka renkte ölümler düştü payımıza, her biri aynı ağıdın karasından payını alan. Ne zaman bize yaşattıkları vahşete karşı sesimizi yükseltmeye kalksak cadı kazanları hazırlanıyor, kazıklar çakılıyor meydanlara. Sırasını savanlar mı yeterince çığlık atmadı yoksa sırasını bekleyenler susmakla mı meşgul? Oysa biz kadındık, yaşamın şah damarı. Görmedi kutsanmış uzuvlular, yeryüzü şah damarsız kaldı, söğütler düştü…
(2021 UNESCO AABF/KSK Hacı Bektaş-i Veli/Yunus Emre Yılı Sanat Yarışması Mektup birincilik ödülü)