Devlet düzeni krizler büyüdüğünde çözüm arayışlarını bırakıp, hayatta kalmanın tek yolu olarak ahlaki ve sosyal çürümeyi bilinçli bir şekilde geliştirmeye yönelir. Krizlerin doğurduğu doğal bir çürümeden söz etmek yerine, bu sistemin tepeden toplumu yönlendirmek için yarattığı bir çürütme politikası ortaya çıkar. Bu politikalar, toplumun ahlaki ve sosyal yapısını bilinçli olarak hedef alır, kriz anlarında devletin kontrolünü devam ettirebilmesi için kullanılır.
Devlet dışı kalmış sivil toplum kuruluşları, bu süreçte en dirençli kesim olarak öne çıkar. Ahlaki çürümeye karşı geliştirdikleri direniş ile bu kuruluşlar, adeta siyasetin boşluğunu dolduracak güçlü yapılar haline gelir. Bugün Türkiye’de siyaset, kendi muhalefetini dahi yaratamayacak bir durumda olduğundan, bu boşluğu dolduracak olan sivil toplum kuruluşlarıdır. Devlet, bu boşluğu fark ettiğinde, özel savaşın araçlarını kullanarak sivil toplumun üzerine daha fazla baskı kurmaya başlar.
Devlet, sosyal kurumların siyaset üzerindeki etkisini fark ettiğinde, bu kurumları kendi kontrolü altına alarak merkezileştirir ve bu süreçte onları birer devlet aracı haline getirir. Bu durum, demokratik sivil siyasetin güçsüz kalmasının başlıca sebeplerinden biridir. Devletin, sosyal kurumlar üzerinde kurduğu bu tekel, toplumsal dinamiklerin bağımsız hareket etmesini engelleyerek, sivil toplumun siyasal alanda etkili olmasının önüne geçer. Böylece sivil toplumun iktidara karşı bir denge unsuru olma kapasitesi zayıflatılır ve demokrasi alanı daralır.
Bu yönüyle sosyal kurumlar Devletin ikiz kardeşi gibidir . Bu yönüyle bu sosyal kurumlar da ahlaki değerleri ayakta tutan yapılar olmaktan çıkıp, devletin kontrol ettiği araçlara dönüşür. Devlet bizzat bu kurumlar kanalıyla toplumun ahlaki ve sosyal yapısını çökertir .
Devlet, sivil toplum kuruluşlarını etkisiz hale getirmek için özel hukuki tedbirler geliştirir. Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt üyesi gibi yargılanma temelinde geliştirilen yasalar, bu çerçevede önemli bir araç haline gelir. Sivil toplum kuruluşlarının tasfiye edilmesi için yasal değişiklikler yapılır ve toplumsal ahlaki çöküş yaratmak adına her türlü yol denenir. Hukuk, bu sürecin bir aracı haline gelir ve devletin elinde toplumsal yapıyı çökertmenin bir aracı olarak kullanılır.
Devletin buradaki temel amacı, demokratik siyasetin gelişimini tamamen durdurmaktır. Bu bir özel savaş yöntemidir. Sivil toplumun yok edilmesi ile toplum, ahlaki ve sosyal olarak çürütülür, böylece devletin faşist bir karakter kazanması kolaylaştırılır. Sivil toplumlar ortadan kaldırılmadan, demokratik siyaset yok edilmeden faşizmin kitle tabanının oluşturulması mümkün değildir. Ahlaki değerlerin yok edilmesi ve sosyal yapının çökertilmesi, devletin siyasi alanı daraltarak kendi iktidarını koruma ihtiyacı doğrultusunda başvurduğu bir özel savaş yöntemidir. Diğer adıyla bu süreklilik kazandırılmış bir faşist rejimdir. Bir rejmin karakterini belirleyen temel olgu devlet eliyle siyasetin aldığı tekelci duzeyle sivil toplum kurumlar kanalıyla siyasetin aldığı çoğulcul duzeyin pratikleri ile belirlenir.
Bu çerçevede özellikle Kürdistan’daki sivil toplum ve sosyal kurumlar terör kapsamı içinde ele alınır. Kurumlar, terör örgütü üyesi olmamalarına rağmen bu kapsamda değerlendirilir ve yasalar kullanılarak suçlar üretilir. Kürdistan, kapsamı genişletilen terör yasalarıyla suç üretim merkezine dönüştürülmüştür. Bu politikanın amacı açıktır: Kürt halkının dirilişinin yarattığı dinamikler, Türkiye’deki muhalefeti de şekillendirecek kadar güçlüdür. Türk aydınları ve sol kesimin, Kürt sorunu karşısındaki zaaflarını da çok kötü kullanıyor. Bu baskı, sadece Kürdistan ile sınırlı kalmayarak, Türkiye genelinde de yayılmakta ve Türkiye’deki sivil ve sosyal kurumlar da terör kapsamına alınıp işlevsiz hale getirilmeye çalışılmaktadır.
Diğer tarafta ;Kürdistan’da uygulanan çökertme planı sadece bu bölgeyle sınırlı kalmamış, Türkiye genelinde de yaygınlaştırılmıştır. Çökertme politikası, Kürt direnişinin ortaya çıkardığı dinamikleri hedef almanın da ötesinde , Türkiye genelini kapsayan bir çökertme planına dönüştürüldü.. kısacası çökertme ve çürütme geneli kapsayan bir Özel Savaş uygulaması haline dönüştürüldü . Buradaki amaç Türk aydın ve demokratik kesiminin Kürt direnişiyle olan bağını koparmaktı. Sonuçlar yönüyle bakıldığında devletin burada epey mesafe katlettiği gerçeğidir .. Türkiye’deki dinamikler, Kürt direnişinden kendilerini soyutladıkları ölçüde, devletin özel savaş araçlarına karşı daha savunmasız hale gelmişlerdir. Savunma mekanizması yıkıldıkça toplum bir bütün olarak bu çürümün içine çekiliyor.
Devletin çökertme ve çürütme stratejisinin en büyük ayağı ise oluşturduğu troll ordusudur. Bu troll ordusu, bir yandan devleti destekleyen propaganda araçları olarak kullanılırken, diğer yandan toplumu fuhuş ve uyuşturucu gibi yıkıcı unsurlarla çürütme görevini üstleniyor.
Toplumun ahlaki çöküşü, en temel yapı taşı olan aile kurumuna kadar ulaşmıştır. Hakkari’de ortaya çıkan olaylar, bu sürecin bir göstergesidir. Öz savunma güçlerinin dağıtılması ve silahlı güçlerin ülke dışına çıkarılmasının yarattığı boşluk, uyuşturucu ve fuhuş çeteleri tarafından doldurulmasına yol açmıştır. Genç kadınlar ve çocuklar, uyuşturucu ve fuhuş gibi yozlaştırıcı unsurların kurbanı haline getirilmiştir. Kürdistan’da güçlü direniş deneyimine sahip kesimler bu şekilde tasfiye edilmiş ve özel savaşın basit araçları haline dönüştürülmesi hedefleniyor . Bu amaçla devletin örgütledigi şebekeler kanalıyla toplum en dinamik en örgütlü kesim topraklarından kopartılıyor. Fuhuş, uyuşturucu ve dinci çetelerin yaydığı yoz ve çürümeye olan açılıyor
Rejim, krizini toplumsal çürüme üzerinden yönetmek istemektedir. Devlet, güvenlik alanını daraltırken sosyal yapıyı da darmadağın etmektedir. Bu çürütme politikası, rejimin ayakta kalabilmesi için başvurduğu bir özel savaş yöntemidir. Rejimi geri püskürtmenin en büyük yolu ise, sivil toplum kuruluşlarının daha güçlü bir şekilde örgütlenmesidir. Demokratik siyaset, ancak güçlü bir sosyal yapı oluşturarak varlık kazanabilir. Dolayısıyla bu sorun, öncelikli olarak ele alınması gereken temel bir mesele haline gelmiştir
Devletin çürütme politikalarına karşı, sivil toplumun güçlü bir biçimde örgütlenmesi, faşizmin kitle tabanını zayıflatmanın ve demokratik siyaseti yeniden inşa etmenin tek yoludur. Sivil toplum kuruluşlarının direnişi, toplumsal ahlaki değerleri korumanın ve sosyal yapıyı güçlendirmenin bir aracı haline gelmelidir. Bu bağlamda, devletin özel savaş yöntemlerine karşı sivil toplumun daha fazla örgütlenmesi, demokratik mücadelenin en temel dinamiği olacaktır.
Bu rejim ancak sivil toplumun güçlü direnişi ve dayanışması ile aşılabilir. Demokrasi, ancak toplumsal yapının çökertilmesine karşı daha güçlü ve kararlı bir mücadele ile yeniden hayat bulacaktır.