Erdoğan’ın dünkü konuşmasında İslam temelli “kardeşlik” vurgusu, Rojava’ya yönelik emperyal genişleme çabalarına meşruiyet kazandırma arayışının bir yansımasıdır. Tarih bu konuda öğreticidir: Osmanlı, Kürtlerle kurduğu ittifak sayesinde İslam dünyasında bir imparatorluk inşa edebilmiştir. Ancak Cumhuriyet, ulus-devlet projesine odaklandığı için Kürtlere ihtiyaç duymamış, onları imha altına almıştır. Bugün Erdoğan, ulus-devlet temelinde bir imparatorluk hayali kurmakta; Osmanlıcılık ve cumhuriyetçilik arasında bir sentez arayışına girmektedir. Emevi Camisi’nde namaz kılma arzusu, bu imparatorluk ideolojisinin sembolik bir ifadesidir.
Ancak bugünün dünyası Osmanlı döneminden farklıdır; Ortadoğu, küresel kapitalizmin etkisiyle sürekli dış müdahalelere açıktır. Bu nedenle, Erdoğan’ın Osmanlıcılık hayali, ölü doğmuş bir proje olarak ulus-devletin sınırları içinde sıkışmaktadır. Yine de Türkiye, kendini bölgesel bir güç olarak konumlandırma zorunluluğu hissederek Misak-ı Milli sınırlarını genişletme arzusuyla hareket etmektedir. Bu, Ortadoğu’ya yeni bir açılım girişimi olarak sunulmaktadır.
Erdoğan’ın İsrail ve emperyalizm vurgusu, yeni bir “emperyal cumhuriyet” inşa etme arzusunu maskeler. Birinci Cumhuriyet, anti-emperyalizm söylemi üzerine kurulmuş ve Kürdistan’ı iç savaş ve soykırım politikalarıyla şekillendirmiştir. Şimdi Erdoğan, bu mirası bölgeye taşıyarak bölgeyi bir savaş alanına çevirmek istemektedir; ancak İslamcılık ya da Neo-Osmanlıcılık, bu hedefleri destekleyen ideolojilere dönüşememiştir. Bu nedenle Kürtleri, tıpkı Birinci Cumhuriyetin kuruluşunda olduğu gibi, bu emperyal projeye dahil etmek istemektedir.
Türkiye’nin demokratikleşme vaadi sahici bir ilerleme sağlamazken Erdoğan, İslam üzerinden Kürtleri “ikinci emperyal cumhuriyet” vizyonuna katmayı amaçlamaktadır. Rojava ise Erdoğan’ın bu hedeflerine karşı bir engel teşkil etmektedir. Daha önce Kürtleri Suriye karşıtı muhalefete katılmaya zorlayarak zayıflatmak istemiş, ancak bu çabalar sonuçsuz kalmıştır; bölgedeki güç dengeleri değişmiş ve Türkiye’nin artık bu muhalefetle ilerleme şansı kalmamıştır.
Bir yandan İsrail bölgedeki inisiyatifi ele geçirmişken, İran’ın gücü de önemli ölçüde zayıflamıştır. Türkiye, İran’dan doğan boşluğu doldurmak ve İsrail’in kazandığı üstünlüğü dengelemek için Kürtlere her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır.
Rojava, Türkiye’nin emperyal hedeflerine hizmet etmeyeceğinin farkındadır. Erdoğan ise Kürtlere “Siyonizme karşı” diyerek onları manipüle etmeye çalışmaktadır; Kürtlere yönelik sözde “kardeşlik” söyleminin altında yatan gerçek niyet budur.
Ortadoğu’ya müdahale, “kardeşlik” söylemi olmadan çok daha maliyetli hale gelir. Barış veya çözüm adı altında sunulan projeler, bu stratejik açılım arayışının bir parçasıdır.
Erdoğan’ın Kürtlere yönelik son söylemi yüzeyde bir “kardeşlik” ve “birlikte inşa” çağrısı gibi görünse de, alt metinde Türkiye’nin güvenlik kaygılarını güçlendiren bir stratejiye işaret etmektedir. Rojava’ya yönelik tehditler karşısında Kürtlerin sessizliğini sağlama amacı taşıyan bu söylem, kardeşlik çağrısını Kürtlerin taleplerini kontrol altına alma aracı olarak kullanmaktadır. Erdoğan’ın “Türkiye Yüzyılını birlikte inşa edelim” ifadesi, Kürtlerin hak ve taleplerine yönelik gerçek bir diyalog ihtiyacını göz ardı ederek, devletin güvenlik odaklı siyasetini desteklemeyi amaçlamaktadır.
Bu söylemde, İsrail ve emperyalizm karşıtlığı ön plana çıkarılarak Kürt hareketleri “iç düşman” konumuna yerleştirilmektedir. “Siyonist aparatlık” gibi ifadelerle, Kürtlerin özerklik veya kültürel hak taleplerinin dış güçlerin etkisinde olduğu ima edilmekte, böylece Kürtlerin demokratik hak taleplerinin meşruiyeti gölgelenmektedir. Erdoğan’ın “al bayrağımızın gölgesinde, kardeşçe bir istikbali birlikte kuralım” sözleri ise Kürt kimliğinin Türk kimliği içinde eritilmesi gerektiğine işaret ederek Kürtlerin kendi kimliklerini tanımlama ve yaşama hakkını yok saymaktadır.
Cumhuriyetin kuruluşunda Kürtlerin oynadığı role yapılan vurgu, onlara vaat edilen tarihi sözlerin ardından yaşanan hayal kırıklıklarını göz ardı etmektedir. Bu tür “birlik” söylemleri, geçmişte Kürtlerin oyalandığı stratejilerin devamı niteliğindedir. Kürtlerin cumhuriyeti tam bir “esenlik yurdu” olarak görebilmeleri için, eğitimde, dilde ve yönetimde eşit haklara sahip olmalarını sağlayacak somut adımlar atılması gerekmektedir. “Kardeşlik hukuku,” yalnızca lafta kalırsa bu durum, yalnızca hakların istismar edilmesi anlamına gelecektir.
Bu söylemler, Türkiye’nin Kürt sorununu Rojava’yı hedef alarak çözmeye yönelik bir strateji geliştirdiğini de göstermektedir. Erdoğan’ın sözleri, Rojava’ya yapılacak olası bir operasyon öncesinde Türkiye sınırları içindeki Kürtlerin direnişini engellemeye yönelik psikolojik bir hazırlık gibi durmaktadır. Türkiye, Rojava’yı Kürtlerin kırmızı çizgisi olarak tanımakta; bu direnişi bastırmak için hazırlık yaparken, direnişi İsrail’e bağlama çabasıyla bir “çökertme planı” yürürlüğe koymak istemektedir. Bu, sözde “barış” söylemi altında direnişi sınırlamayı amaçlayan bir girişimdir.
Tarihsel olarak bu tür söylemler, Kürtlerin taleplerini oyalamaktan öteye gitmemiştir. Eşitlik temelinde somut adımlar atılmadıkça Kürtler bu tür “birlik” ve “kardeşlik” söylemlerini inandırıcı bulmayacaktır. Kürt meselesinin gerçek bir çözümü,en asgari düzeyde ilk adım olarak eğitim dili, kültürel haklar ve yönetimde temsil gibi temel hakların tanınmasından geçmektedir. Kardeşlik yalnızca bir söz olarak kalırsa bu durum, istismardan başka bir anlam taşımaz.
Barış veya çözüm süreci adı altında sunulan bu girişimler, esasen Türkiye’nin emperyal amaçlarını yayma arzusuyla Kürtleri yanına alma çabasını yansıtmaktadır. Yanına alamadığı Kürtlere karşı ise savaşı daha da genişletme ihtiyacı ortaya çıkmaktadır
Kısacası Türkiye’nim Kürtlere dayattığı barış’tan ziyade emperyal projedir . İmparatorluğun da çok gerisinden duran ulus devlet üzerinde yürütülen bir projedir bu. Dolayısıyla kendi içinde imhayı ve soykırımı barındıran bu barış söylemi tamamıyla bir demagojidir.