Merdan Dirlik: Kadına yönelik şiddet

Yazarlar

Kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin artışı, sadece bireysel ya da sosyal krizlerin bir ürünü değildir; aynı zamanda iktidar ve dini dogmaların şekillendirdiği derin politik ve ideolojik yapıların bir sonucudur.

Tarihsel süreç boyunca kadın, erkeğin elinde politik bir kimlik, ekonomik bir meta ve cinsel bir obje olarak tanımlanmıştır. İslam ve benzeri ideolojiler, bu yapının kurumsallaşmasında önemli bir rol oynayarak, kadın üzerinde tahakküm kuran düzeni meşrulaştırır ve sürdürür. Bu nedenle, kadına yönelik şiddeti anlamak sadece fiziksel düzeyde değil; politik ve ideolojik tahakkümün sürekli yeniden üretilen araçları üzerinden de incelenmelidir.

Kadının toplumsal kimliğinin erkeğin üzerinden tanımlanması, kadına yönelik baskının köklerini oluşturur. Adem’in kaburgasından yaratıldığı miti ile başlayan bu süreç, kadının “Elma” olayıyla erkeğin cennetten kovulmasına neden olan, şeytanla işbirliği yapan ve cinselliği hileyle kullanan bir figüre dönüşmesiyle devam eder. Bu figür, erkeğin düşman cephesindeki ilk kale olarak sembolize edilir. Böylece kadına yönelik şiddet, Tanrı’nın şeytana karşı yürüttüğü mücadelenin bir parçası gibi algılanır. Dini söylemlerle beslenen bu ideolojik üretim, kadının cinselleştirilmesini ve düşmanlaştırılmasını sürekli yeniden üreterek erkek egemenliğini pekiştirir.

Bu tahakküm sadece fiziksel değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal bağımlılıklar yaratarak da sürdürülür. Kadının ekonomik özgürlüğünün elinden alınması onu daha da kırılgan hale getirir. Sosyal desteklerden mahrum bırakılan kadın, hem bireysel hem de toplumsal olarak izole edilir ve böylece erkeğin iktidarının kölesi haline getirilir. Tanrı’nın adı kullanılarak kurulan bu tahakküm sistemi, kadının varoluşunu cinsel bir nesneye indirgerken, onu toplumsal ve ekonomik güvencesizlik içinde hapseder.

Günümüzde kadına yönelik şiddet ve cinayetler, erkek egemen düşünce sisteminin kadınların toplumsal, ekonomik ve kimliksel varlıklarını yok etme stratejilerinin bir yansımasıdır. İslam gibi dinler, tarihsel olarak bu stratejilerin hayata geçirilmesinde etkili bir araç olmuştur. Erkekler dini argümanları kullanarak iktidarlarını meşrulaştırır ve kadını cinsellik ve hizmet için var olan bir nesneye indirger. Kadının toplumsal ve ekonomik dayanaklardan yoksun bırakılması, bu tahakkümü daha da güçlendirir ve derinleştirir.

Erkek egemen sistemin kadının duygusal ve entelektüel varlığını bastırma stratejisi, İslam ve benzeri ideolojilerin desteğiyle devam eder. Kadın üzerindeki tahakküm, dini ve kültürel argümanlarla meşrulaştırılır; erkeğin iktidar araçlarına dönüşür. Bu baskı, yalnızca fiziksel şiddetle sınırlı kalmaz, aynı zamanda ideolojik bir şiddet biçimi olarak tezahür eder. Kadın, hem cinsel hem de ideolojik baskının kurbanı haline gelir. Erkek egemenliği, kadını özel ve kamusal alanda kuşatarak, onu kimliksizleştirir ve tamamen bir tahakküm nesnesine dönüştürür.

Sonuç olarak, kadına yönelik şiddet yalnızca fiziksel saldırılarla sınırlı kalmaz; politik ve ideolojik düzeyde sürekli yeniden üretilen bir tahakküm biçimi olarak karşımıza çıkar. Erkek egemen ideoloji, kadınları toplumsal, ekonomik ve kimliksel varlıklarından mahrum bırakarak onları bu tahakkümün daimi kurbanları haline getirir. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin artışı, İslam’ın siyasal bir ideoloji olarak yükselmesiyle doğrudan ilişkilidir. İslam, erkek egemenliğinin sınır tanımaz bir ideolojik zemini olarak şekillenmiş ve kadını erkeğin iktidarı altına sokmuştur.

Özellikle Nisa Suresi 34. Ayet’te geçen, “Erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler (kavvamdırlar)… ve onları dövün” ifadesi, kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran en belirgin dini metinlerden biridir. Bu ayet, erkek egemen tahakküm sistemine dini bir zemin hazırlamış ve şiddetin normalleştirilmesine olanak tanımıştır. Ayrıca cennette erkeğe sunulan huriler kavramı, İslam’da erkeklerin dünyevi arzularını kutsallaştıran bir mekanizma olarak işlev görür. Günde beş vakit namaz kılan bir erkeğin, cennette kendisini bekleyen hurilerin hayaliyle bu arzuları sürekli yeniden üretmesi, kadınları birer cinsel nesne olarak görme eğilimini pekiştirir.

İslam’ın kadına bakış açısı, tarihsel ve dini metinlerle güçlendirilmiş bir egemenlik aracıdır. Kur’an’da ve peygamber anlatılarında kadının cinselliğine yapılan vurgular, erkek egemen zihniyetin meşrulaştırılmasını sağlar. Evlilik ise bu cinsel tahakkümün dini bir formda düzenlenmiş hâlidir. Bu yapı, kadını toplumsal olarak izole ederken, onu cinsel bir nesneye indirger ve erkek egemen tahakkümün derinleşmesine neden olur.

Türkiye bağlamında, kadına yönelik şiddetin artışı, İslam’ın toplumsal hayattaki yükselişiyle ilişkilendirilmektedir. İktidar, İslam’ın erkek egemen söylemlerini kullanarak kadına yönelik şiddeti meşrulaştırmakta ve toplumsal krizlerle birleşen bu söylemler, kadının hayatını daha da cehenneme çevirmektedir. Türkiye’deki sosyal ve ekonomik krizler derinleştikçe, erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümü artmakta ve toplumsal çöküş hızlanmaktadır.

İslam’ın sosyal ve ekonomik krizlerin yoğun olduğu toplumlarda erkek egemenliğini pekiştiren bir araç haline gelmesi, bu analizde özellikle Türkiye gibi yozlaşmış toplumsal yapılar için geçerli bir eğilimdir. Dinin siyasal iktidar tarafından araçsallaştırılması, toplumsal muhalefetin zayıflamasına ve kadına yönelik şiddetin artmasına yol açmaktadır. Kadın cinayetleri, siyasal sistemin beslendiği bir kaynağa dönüşmüştür. Bu bağlamda, İslam’ın yükselişiyle kadın cinayetlerinin artışı, sadece dini değil, aynı zamanda sosyal ve politik bir kriz olarak ele alınmalıdır.

Kadının toplumsal sınırlarını yeniden tanımlama mücadelesi, Kürt toplumunun özgürlük arayışıyla da doğrudan ilişkilidir. Kürdistan’da kadına yönelik şiddet, sadece tarihsel ve toplumsal süreçlerin bir sonucu değil, aynı zamanda özel savaşın bir parçasıdır. Kadının özgürlük mücadelesi karşısında erkek egemen sistemin direnci arttıkça, kadına yönelik şiddet de yoğunlaşmaktadır.

Sonuç olarak, özgürlük mücadelesi büyüdükçe kadına yönelik cinayetler ve şiddet de bir o kadar artmakta, fakat bu şiddet özgürlük bilinciyle donanmış kadınların öncülüğünde son bulacaktır. Erkek egemen sistemin tahakküm kaleleri, kadın direnişi karşısında yıkılacak ve tarih özgür kadınların mücadelesiyle yeniden yazılacaktır.

İlginizi Çekebilir

Suna Arev: Bir güzel bahçe…
İHD’den Meclis Başkanı’na ‘İstanbul Sözleşmesi’ mektubu

Öne Çıkanlar