Merdan Dirlik: Modernitenin Krizi; İsrail Türkiye Bağlamı

Yazarlar

“Güvenlik medeniyeti” kavramı, günümüzün savaş ve yönetim biçimlerinin ideolojik, teknolojik ve siyasal kodlarını anlamak için önemli bir çerçeve sunmaktadır. Bu kavram, yalnızca bir savunma stratejisinden öte, yaşamın tüm alanlarını kapsayan bir dünya tasavvurunu ifade eder ve doğrudan modernitenin yapısal krizine bir yanıt olarak ortaya çıkar.

Modernite, özellikle Aydınlanma sonrası dönemde insan hakları, evrensel hukuk, birey özgürlüğü ve toplumsal sözleşme gibi değerlerle tanımlanmıştı. Ancak 20. yüzyılın sonlarından itibaren bu değerlerde bir kriz yaşanmıştır. Devletler, küresel sermaye akışları karşısında zayıflarken, neoliberalizm toplumsal yapıları çözmeye başlamıştır. İşte bu kırılma noktasında “güvenlik”, yeni bir kutsallık olarak belirmiştir. Modernitenin etik öznesi, yerini güvensizliğe teslim olmuş, denetlenmesi gereken bir varlığa bırakmıştır.

Güvenlik medeniyeti, bu noktada modernitenin çözülüşüne çift yönlü bir cevap sunar:

* Otoriterleşme Yönü: Devletin, parçalanan toplumsal yapılar üzerinde yeniden egemenlik kurma çabasıdır. İktidar, kamusal meşruiyetini temsil yerine tehdit yönetimi üzerinden tesis eder. İktidarın ahlaki olmaktan çıkıp teknik ve yönetimsel bir forma dönüşmesi, “istisna hâli” kavramını kalıcılaştırır. İsrail’in Gazze politikası bu bağlamda sadece bir saldırı değil, olağanüstü hâlin süreklileştirilmesidir.

* Teknokratik Yönü: Güvenlik, bir bilgi-iktidar ilişkisi olarak şekillenir. Veriler, algoritmalar, yapay zekâ sistemleri ve gözetim ağları bu yeni medeniyetin araçlarıdır. Bu araçlar, yalnızca bireyin davranışlarını değil, varoluşunu düzenlemeyi hedefler. Michel Foucault’nun biyopolitika ve gözetim toplumu analizleri, burada algoritmik iktidar formuna doğru genişler. Türkiye ve İsrail, bu alanda sadece kullanıcı değil, aynı zamanda üretici ve ihracatçı konumdadır.

Bu iki yönlü bileşim – otoriter siyasal akıl ile teknik-rasyonalist kontrol sistemlerinin sentezi – yeni bir medeniyet biçimi ortaya çıkarmaktadır. Bu biçim, klasik ulus-devlet sınırlarını aşmakta, evrensel hukuk normlarını etkisizleştirmekte ve savaş ile barış arasındaki sınırı belirsizleştirmektedir. Savaş artık bir istisna olmaktan çıkıp bir yönetim biçimi haline gelmektedir. İsrail, bu dönüşümün hem bir öznesi hem de bir vitrini ve deney alanıdır.

Bu nedenle güvenlik medeniyeti, modernitenin krizini aşmaktan ziyade bu krizi yönetmeye odaklanır. Toplumlar arasında eşitlik, hukuk önünde adalet veya etik sorumluluk yerine, “tehdit”in kaynağını belirleyen bir düşman aritmetiği üzerinden işler. İsrail, bu medeniyetin epistemolojisini inşa ederken, aynı zamanda onun sembolik ve teknik merkezlerinden biri haline gelmiştir.

Türkiye ve Kürdistan Bağlamında Güvenlik Medeniyeti

Türkiye’de de benzer bir güvenlik medeniyeti anlayışının, özellikle Kürdistan coğrafyası üzerinde geliştirildiği söylenebilir. Devletin, Kürt nüfusu ve Kürt siyasi hareketlerini birincil güvenlik tehdidi olarak algılaması, bu bölgede güvenlik odaklı politikaların yoğunlaşmasına yol açmıştır. Bu durum, aşağıdaki şekillerde kendini göstermektedir:

* Otoriterleşme ve İstisna Hâli: Bölgede sık sık ilan edilen olağanüstü haller, güvenlik gerekçesiyle temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, yargı süreçlerinde güvenlik kaygılarının ön plana çıkması ve yerel yönetimlerin merkezi hükümet tarafından atanması gibi uygulamalar, otoriterleşme ve istisna hâlinin kalıcılaşması eğilimini yansıtmaktadır. İktidar, bölgedeki meşruiyetini büyük ölçüde güvenlik tehdidini yönetme söylemi üzerinden kurmaktadır.

* Teknokratik Kontrol ve Gözetim: Kürdistan bölgesinde yaygınlaşan askeri ve polisiye varlık, insansız hava araçları (İHA), güvenlik kameraları ve istihbarat faaliyetleri gibi teknolojik araçlarla desteklenen yoğun bir gözetim ve kontrol mekanizması bulunmaktadır. Bu araçlar, sadece hareketliliği izlemekle kalmayıp, algoritmik analizlerle potansiyel tehditleri önceden belirleme amacı taşımaktadır. Türkiye’nin savunma sanayisindeki gelişmeleri ve özellikle İHA teknolojilerindeki ilerlemesi, bu teknokratik kontrolün önemli bir boyutunu oluşturmaktadır.

* Savaşın Yönetim Biçimi Haline Gelmesi: Bölgedeki çatışmaların sürekliliği ve askeri operasyonların rutinleşmesi, savaşın bir istisna olmaktan çıkıp bir yönetim biçimi haline geldiği yönünde yorumlanabilir. Güvenlik gerekçesiyle uygulanan sokağa çıkma yasakları, sınır ötesi operasyonlar ve askeri kontrol noktaları, bölge halkının yaşamını doğrudan etkileyen ve güvenlik paradigmasının hakimiyetini gösteren uygulamalardır.

Türkiye’nin Kürdistan politikası, İsrail’in Filistin politikasına benzer şekilde, güvenlik kaygılarını merkeze alan ve bu kaygılar üzerinden otoriterleşmeyi ve teknokratik kontrolü meşrulaştıran bir güvenlik medeniyeti anlayışını yansıtmaktadır. Her iki bağlamda da, “tehdit” olarak tanımlanan gruplar üzerindeki kontrol ve baskı, modernitenin evrensel hukuk ve insan hakları gibi değerlerinin önüne geçmektedir. Bu durum, güvenlik medeniyetinin modernitenin kriziyle nasıl iç içe geçtiğini ve bu krizi yönetme iddiasıyla yeni bir yönetim biçimi ortaya çıkardığını açıkça göstermektedir.

İlginizi Çekebilir

Tahran’da Kürt kadın aktrise hapis cezası
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, Özgür Özel’i hedef aldı

Öne Çıkanlar