Türkiye’nin Kürt meselesi siyasetinde 2015’le beraber önemli bir dönüşüm yaşandığını, Kürt meselesine bakışta neredeyse 100 sene boyunca geçerli olan ve “asimilasyon mu, tanıma mı” sorusu etrafında şekillenen etnopolitik perspektifin yanına jeopolitik bir perspektifin yerleştiğini geçen hafta yazdım.
Yanına iliştiği etnopolitik perspektifi ikincilleştiren bu yeni perspektifin icrasının da epey yeni araçlarca, jeopolitikanın araçlarınca gerçekleştiğini belirttim. Şimdi, sıra Türkiye’nin Kürt meselesi siyasetindeki bu yenilenmenin Kürt siyasetindeki akislerinde. Kürt siyaseti bu yenilenmeye nasıl cevap veriyor, nasıl cevap verebilir?
Irak ve Suriye’deki kısımlarını öne çıkarmış olmakla birlikte Kürt meselesinin bu iki ülkedeki ve Türkiye’deki tezahürlerini birlikte ele alan bu yeni perspektifin uzun vadede kendisine meydan okuyacak bütünlüklü bir Kürt perspektifinin inşa edilmesine katkıda bulunup bulunmayacağı ilginç bir soru olarak şimdilik bir kenarda durabilir.
Bugün için şu açık: Kürt siyasetinin bu üç ülkedeki temsilcileri Türkiye’nin bu yeni perspektifine karşı ortak bir jeopolitik perspektifle cevap verme eğilim ve kudretinde değiller, yakın bir vadede olabilecek gibi de görünmüyorlar. Tarihsel, toplumsal, ideolojik, politik, askeri, diplomatik vb. çok sayıda faktörün bir araya gelmesiyle ilgili olsa gerek, ortada Türkiye, Irak ve Suriye Kürtlerini kapsayan genel bir Kürt jeopolitik perspektifi yok ve bir vadede olması da ihtimal dahilinde görünmüyor.
Kürt siyasetinin Irak ve Suriye’deki temsilcilerinin bir vadede ve bir düzeyde ortak bir perspektif geliştirmeleri bir ihtimal olarak ufukta görünmekle birlikte şimdilik görünen şu: Irak, Suriye ve Türkiye Kürtleri, Türkiye’nin bu yeni perspektifinin kendileriyle ilgili yansımalarıyla ayrı ayrı meşgul olacaklar. Bu meşguliyetin Irak ve Suriye’deki muhtemel biçimlerini az çok tahmin edebilmekle beraber daha yakından izlediğim Türkiye kısmına geçeyim.
Türkiye’nin Kürt meselesi siyasetinin jeopolitik bir perspektifçe şekillenmesinin Türkiye sathındaki en temel sonucunun Kürt meselesini etnopolitikanın “asimilasyon mu, tanıma mı” ana sorusu etrafında düşünmekten uzaklaşıp, meseleyi süreklileşmiş bir olağanüstü halle yönetmeye girişmek olduğuna değinmiştim.
Türkiye Kürtlerinin ana siyasi temsilcisi olarak HDP’nin bu temel sonuçla ve daha genel olarak Türkiye’nin kapıldığı söz konusu perspektif değişikliğiyle nasıl meşgul olduğuna gelince, burada görülen şu: HDP, bu yeni duruma genel bir demokrasi ittifakının parçası olarak ve genel bir demokratikleşme programının hayata geçirilmesi üzerinden tanıma eksenli bir etnopolitikaya dönülmesini sağlamaya çalışarak cevap veriyor. Bir de mevcut jeopolitik perspektife meydan okuması imkansız, barış vurgulu bir bölge siyaseti fikriyle.
Kürt meselesindeki perspektif kayması cumhurbaşkanlığı sistemiyle desteklenen genel bir otoriterleşmeyle birlikte ortaya çıktığından, bu genel otoriterleşmeden şikayetçi ‘başkalarıyla’, otoriterleşmeden olduğu kadar söz konusu perspektif kaymasından şikayetçi Kürtler arasında doğal bir yakınlık, bir işbirliği zemini oluşmuş durumda. Bundan ötürü, söz konusu işbirliği zeminine yaslanarak içine düşülen durumu değiştirmeye girişmek, hem demokrasiye hem de tanıma eksenli etnopolitikaya dönülmesini sağlamaya çalışmak HDP açısından makul ve aslında alternatifsiz görünüyor.
Makul ve alternatifsiz görünmekle birlikte, bu “demokrasi için ittifak” siyasetinin cumhurbaşkanlığı sistemine son verecek bir siyasi sonuç üretmesi muhtemel görünürken, Kürtleri tatmin edecek bir tanıma eksenli siyasete dönülmesine yol verip vermeyeceği meçhul. Demokrasi için ittifak siyasetinin 2019 yerel seçimlerinde kazandığı başarıda HDP’li Kürtlerin büyük bir payı olmasına karşın, ittifak siyasetinin görünür aktörlerinin HDP’ye ve Kürtlerin tanınma taleplerine olan mesafesinin devam ediyor oluşu bu konuda ümitvar olmayı zor kılıyor.
Böyle olmakla beraber, hem gerçek bir alternatifinin olmayışı ama hem de Kürtlerin tanınma taleplerinin karşılanmasına ilişkin ne sonuç üreteceğinin henüz kesinkes belli olmayışı, demokrasi için ittifak siyasetini ve bunun üzerinden tanıma eksenli etnopolitik siyasete dönülmesini sağlamaya çalışmayı HDP açısından makul kılıyor.
Aynı tespiti HDP’nin barış temelli bölgesel siyaset fikri için yapmaksa zor. Şundan: Hem HDP’nin söz konusu bölgesel siyaset önerisinin Türkiye’nin yeni jeopolitik perspektifi karşısında tutunması imkansız ama hem de Türkiye iç siyaseti söz konusu olduğunda önünde geniş bir marj ya da seçenek çeşitliliği olmayan HDP, genel kamuoyunu, müesses nizamı, hiç olmadı demokratikleşme siyaseti etrafında bir araya geldiği müttefiklerini mevcuttakinden başka bir jeopolitik perspektife ikna ederek tanıma eksenli etnopolitik siyasetin meşruiyetini arttırmaya çalışabilir görünüyor.
Esasında, önceki yazıda savunduğum “Kürt meselesine jeopolitik bakışın ardında bölge siyasetini düzenleyen mimarinin çökmüş olması var ve bu durum bir süre daha devam edeceğinden ve Kürt meselesinin Türkiye, Irak ve Suriye kısımları arasında artık kuvvetli maddi ve sembolik bağlar olduğundan Türkiye’yi yönetecek her hükümet Kürt meselesine jeopolitik bir perspektiften bakmaya devam edecektir” tezi doğruysa, bu zaten biraz da elzem.
İşin doğrusu, Türkiye’nin bugün benimsediği jeopolitik perspektif etrafında bir müzakere açmadan, bu perspektifte bir tür revizyona gidilmeden Kürt meselesinde tanıma eksenli bir etnopolitikanın canlandırılması biraz zor görünüyor.
Peki, muhalefet partileri, genel kamuoyu ve hatta müesses nizam açısından müzakere edilebilir olup Kürt meselesinde tanıma eksenli bir etnopolitikayı canlandırabilecek türden bir jeopolitik perspektif ne olabilir? Hakiki bir entelektüel ve politik tartışmanın ardından dişe dokunur cevaplar verilebilir bu soruya ilişkin olarak şimdilik şunu söyleyebilirim: Bu türden bir perspektif, ilki Kürt meselesinin aksettiği üç, İran da dahil olacak olursa dört ülkeye, ikincisi, kapsama alanı esnek düşünülmek kaydıyla, daha geniş olarak ‘bölgeye’ dair iki teklife/hedefe yaslanabilir.
İlk teklif/hedef: Kürtlerin vatandaşı olduğu üç, İran da dahil olacak olursa dört ülkenin her birinde Kürt meselesinin simetrik olmasa da ‘tanınma’ fikri etrafında ‘çözülmesi’. İkinci teklif/hedef: Daha geniş olarak ‘bölgeyle’, 1952-1991 arasındakinden daha angaje bir biçimde ve lakin Batı çıpasından kopmadan ve “AB, NATO bitti, her şey sıfırdan başlıyor” fikrinden uzak durarak ilgilenmek.
Özetle, sözünü ettiğim, Kürt meselesinin “sınırlar değişmeden, tanıma fikri etrafında ve fakat birlikte” çözülmesine ve bölgeyle ise revizyonizmden uzak ve Batı genel dairesi içerisinde angaje olmaya yaslanan bir jeopolitik perspektif. Kanaatim şu: Kürt meselesinde tanıma işlerini yeniden konuşmanın imkanlarını genişletmek için demokrasi ittifakının aktörlerinden başlayarak, müesses nizamın ve Türkiye kamuoyunun bu türden bir jeopolitik perspektife ya da mevcuttakinden başka bir jeopolitik perspektifin olabilirliğine ikna edilmesi gerekiyor.
Bunun nasıl yapılabileceğine gelince, HDP hem bu türden bir perspektifi formüle edip detaylandırmaya hem de kamuoyunu ve karar alıcıları böylesi bir perspektifin olabilirliğine ikna edebilecek entelektüel faaliyetlere ve siyasi inisiyatiflere öncülük edemese de bu türden işleri teşvik edebilir.
Başta muhalefet partileri olmak üzere ‘başkalarının’ da katıldığı “Kürt meselesini ‘birlikte’ ve tanıma eksenli düşünmek ve revizyonist olmayan bir bölgesel pozisyon inşa etmek” odaklı konferanslar ve çalıştaylar vb. düzenlenebilir.
Öte yandan, bu türden bir perspektifin inşa edilmesini ve dolayısıyla da Kürt meselesinde tanıma eksenli bir etnopolitikaya dönülmesini en fazla kolaylaştıracak iş şüphesiz PKK’nin Türkiye’ye karşı silah kullanmaktan vazgeçmeye ikna edilmesi olur. HDP bunu yapabilir mi, bilmiyorum. Ama denemekte yarar olabilir.
/Bu yazı Kürt Araştırmaları Dergisi’nden alınmıştır: http://kurdarastirmalari.com/yazi-detay-jeopolitika-ve-k-rtler-79/