31 Mart seçimleri cumhur ittifakının ağır İstanbul yenilgisiyle tamamlandı. Sündürülmüş seçimlerin büyük ve gözle görülür sonucu malum: Cumhur ittifakı Türkiye’nin büyük şehirlerinin neredeyse tamamında belediye başkanlıklarını kaybetmiş ve genel seçmen desteği de % 50’nin altına düşmüş durumda. Bu duruma neyin yol açtığını bilmeye, anlamaya çalışmak önemli, ama üzerine düşünülmesi gereken daha önemli bir şey var: Bu durum neye yol açar?
Cumhur ittifakını birkaç sene içerisinde % 60’a varan seçmen desteğinden % 50’nin altına çeken faktörleri kabaca iki gruba dağıtmak mümkün: Cumhur ittifakının yapmış olduklarıyla ve rakiplerinin, bilhassa da CHP ve HDP’nin yapmış olduklarıyla ilgili olanlar. Milli ve yerli siyasi rejim denilerek 2015’ten beri Türkiye’ye giydirilmek istenen deli gömleğini, akıbeti meşkuk yeni dış siyaseti, ağırlaşan geçim işlerini, İstanbul seçim sonuçlarına itibar etmemeyi, vesayet oyunlarıyla siyasi mühendislik peşinde koşmayı vs. ilk grup faktörlerin tepesine koymak lazım gelir. Buna mukabil, CHP’nin İYİ Parti ve HDP seçmenini aynı adaylara oy vermeye ikna edebilecek kapsayıcılıkta bir siyaset imal edebilmesi ve HDP’nin önceliği Türkiye demokrasisinin genel akıbetine veren bir siyaset takip etmesi ise ikinci grup faktörlerden oldu.
Detaylandırılması, uzatılması kabil bu “nasıl oldu da, Cumhur ittifakı yenildi” analizinden “bu durum neye yol açar” sorusuna geçmezden önce Cumhur ittifakının büyük yenilgisinin işaret ettiği önemlice bir noktanın altını kalınca çizmekte fayda var. Mezkur yenilgi de göstermiş oldu ki, “buralardan bir halt olmaz, memleketi kaybettik, kaçan kurtulur” türünden siniklikler yersizmiş. Keza, aynı yenilgi, milli ve yerli sıfatıyla pazarlanan tek adam rejimini geriletmenin yolunun daha Kemalist ya da daha ‘solcu’ bir CHP inşa etmekten değil, sekülerleri, Kürtleri ve muhafazakarları müşterek bir hayalde buluşturmaktan geçtiğini de göstermiş olsa gerek.
Cumhur ittifakının büyük yenilgisi neye yol açar sorusuna gelince… Burada öncelikle hesaba katılması gereken şu: Bundan sonra olacakları şekillendirecek tek faktör, bütün önemine rağmen, 31 Mart/23 Haziran seçim sonuçları olmayacak. Türkiye’nin ABD ve Rusya’yla ilişkilerinin nereye evrileceği, iktisadi durumun seyri, Gül-Babacan ikilisinin ne türden bir siyasi hüviyet ve programla sahne alacakları ve CHP-HDP temasının nasıl seyredeceği önümüzdeki dönemde olacakları şekillendirecek diğer temel faktörler olacak. Bütün bu faktörler birlikte değerlendirildiğinde önümüzde, daha doğrusu Cumhur ittifakının aslında Erdoğan’ın önünde kabaca üç ihtimal var: 1. Hiç bir şey olmamış gibi yapmakla bir şeyler yapıyor görünmek melezi bir yola düşmek. Başkanlık seçimlerinin normal şartlarda 2023’te yapılacak olmasının vereceği güvenle bir yandan iktisadi durumu düzeltmeye çalışıp bir yandan da Ak Parti küskünlerinin bir kısmını yeniden içererek kapağı 2023’e atmayı denemek Erdoğan’ın önündeki ilk yol olabilir.
HDP harici muhalefete Türkiye ittifakı atıflı manevralarla küçük tavizler vermek de bu ilk yolun adımlarından olabilir. 2. Cumhur ittifakının ve milli ve yerli bir rejim fikrinin pek de parlak bir buluş olmadığını kabullenip, merkezinde Ak Parti ve Erdoğan’ın olduğu yeni bir ittifak kurarak muhalefetle yeni bir anayasa üzerinde uzlaşmanın yollarını aramak. MHP’yle yolları ayırmak, Ak Parti küskünlerinin büyük kısmıyla yeniden bir araya gelmek ve Kürtler ve liberallerle ittifak tazelemekle girilebilecek bu yol, malum Ak Parti açısından 2002 kodlarına dönmek manasına geliyor. 3. Başka bir gelecek yok diyerek, Cumhur ittifakında ve milli ve yerli rejimde ısrar edip, Türkiye siyasetini az uzlaşma, çok çatışma vasıtasıyla yeniden kurma işine devam etmek.
Türkiye siyasetinin ve Erdoğan’ın önünde kabaca bu üç ihtimal var ve lakin bu ihtimaller aynı kuvvette değil. Yukarıda saydığım önümüzdeki dönemin seyrini etkilemesi muhtemel faktörler bir arada çalıştığında Erdoğan bu üç yoldan ilkini denemek isteyip üçüncüsünde karar kılacak görünüyor. Şundan: İşleyecek ya da işe yarayacak olsa ilk yol Erdoğan açısından en az maliyetli ve en makul olanı. Az bir tavizle mevcut tek adam rejimini sürdürebilmek fena bir seçenek olmazsa gerek. Gel gör ki, gerek iktisadi durum gerekse de ABD ve Rusya’yla ilişkiler büyükçe bir arıza çıkmadan seyredecek gibi görünmüyor. Üstelik, 23 Haziran Erdoğan’ın alternatifsizlik durumuna da son vermiş durumda. Hem İmamoğlu’yla İstanbul’u kazanmış hem de kör topal da olsa HDP’yle işbirliği yapabilmiş bir parti olarak CHP ama çok daha önemlisi Gül-Babacan ikilisi Erdoğan’ın karşısında kulak verilebilir alternatifler olacak görünüyor.
Bu da şu demek: Erdoğan’ın seçmen desteğini hızla küçültüp, alternatiflerini kuvvetlendirecek dinamiklere ev sahipliği edeceğinden ilk yol 2023 hedefi açısından pek de vaatkar görünmüyor. Bu durum, girilmesi muhtemel bu ilk yolda uzun süre kalmanın pek de mümkün olmadığını gösteriyor. Buna mukabil, ikinci yol da çalışacak gibi görünmüyor. Burada da iki temel sorun var: İlkin, bu ikinci yola girmek Erdoğan için Erdoğan olmaktan vazgeçmek demek. MHP’yle yolları ayırmak ve ardından Ak Parti küskünlerini, liberalleri ve Kürtleri yeniden etrafında toplayıp CHP, İyi Parti ve HDP’yle yeni Türkiye’yi konuşmak için Erdoğan’ın başka birine dönüşmesi gerekiyor. Gerek bu dönüşümün zorluğu, gerekse de muhtemel olsa bile bu türden bir dönüşümün satın alınacağı bir siyasi ortamın kalmamış oluşu, bu ikinci yola düşme ihtimalini zayıf kalıyor.
Bu durum, Erdoğan’ın üçüncü yola meyletme ihtimalinin ağır bastığını gösteriyor. Bu da şu demek: Türkiye siyaseti 2015-6’dan beri olduğu gibi bir süre daha çatışmayla yeniden kurulacak. Seçmen desteğini mevcuttan biraz daha azaltması pek muhtemel görünmekle birlikte Erdoğan 2023’e (değişen müttefiklerinden ve İslamcılığın bir momentinin tamamlanmış olmasından ötürü) daha az İslamcı ama daha çok milliyetçi ve daha otoriter bir hayalin temsilcisi olarak erişmeye çalışacak gibi görünüyor.
Öte yandan, bu sonuncusu girilmesi en muhtemel yol görünmekle birlikte, uzun sürecek görünmediği gibi 2023’ü fazlasıyla tehlikeye atacak bir yola benziyor. Geçim işlerinde bir ferahlamanın zor görünmesi, takip edilen yeni dış siyasetin meçhulleri ama çok daha önemlisi yurttaşların yarısından epey fazlası ve Cumhur ittifakı harici siyasi aktörler arasında bir müşterek oluşabileceğini gösteren bir makulün iyi kötü ortaya çıkmış olması bu üçüncü yolun da uzun vadeli olamayacağını gösteriyor.
Türkiye’nin bir katmanda 28 Şubat’tan bu yana, ikinci bir katmanda da 2015 Temmuz’undan bugüne tecrübe ettikleri sekülerlik-dindarlık ve Türklük-Kürtlük gerilimlerinin demokratik bir siyaset içerisinde nasıl çerçevelenebileceğine dair bir makulü üretmiş görünüyor. Bu makul Cumhur ittifakı harici aktörlerin çatışmayla değil uzlaşmayla kurulan bir Türkiye siyaseti hayali üretebilmelerinin önünü de açmış görünüyor. Bunun manası şu: Cumhur ittifakı pek muhtemelen Türkiye siyasetini çatışmayla kurmaya devam edecek, ancak Türkiye siyasetini uzlaşmayla yeniden kurmak isteyen aktörlerce de mukabele edilecek. Hem de, Türkiye’nin geleceğine dair önerileri kalabalıklarca ilgiyle dinlenecek görünen İmamoğlu-Kılıçdaroğlu, Babacan-Gül ve Demirtaş gibi aktörlerce.
Özetle, Türkiye’de siyaset yeniden başlıyor, siyaset yeniden Türkiye’ye dönüyor.