Ortadoğu’da değişen güç dengeleri Arap Baharı’nın öncülüğüyle birlikte ifade özgürlüğünü ve çağdaş gelişmeleri beraberinde getiriyor. Tıpkı skolastik, baskıcı kilise yönetiminden kurtulan halkların gelişimi benzeri bir geçiş süreci yaşanıyor.
Ortadoğu’da diktatörlerin, mezhepsel yönetimlerin engizisyon mahkemeleri öncülüğündeki yönetimleri, baskı altındaki halkı tek sesliliğe, açlığa ve sefalete mahkum bırakmıştır. Bu baskılar da toplumları devrimi solumaya sevk ediyor.
Ortadoğu bu fırsatın ışığında zümrelerin iktidarlarını ret edip, halkın iktidarını konuşur bir duruma geldi. Bu gelişmeler Ortadoğu’nun ve Arapların tüm ülkelerini muazzam bir şekilde etkilemektedir. Bakıldığında İslam’ın çıkışına ev sahipliği yapmış ve şeriatla yönetilen Arabistan yarımadası, tüm İslami kültürün bengisini ve petrol zenginliğiyle refah düzeyinin olduğu bir yer dahi kendini bu Arap devriminden korumaya çalışmaktadır.
Kral ve prens Selman Arap devriminin yaydığı iklimden korunmak için art arda çıkardığı reformlarla halkı bu iklimden uzak tutmaya çalışıyorlar. Reformlara dikkatle bakıldığında mezhepçi olmayıp yani örgütlere, tarikatlara cevap olmayıp bilakis çağa cevap veren adımlar olduğu aşikardır. Monark yönetim, bu reformlarında toplumsal hareketlerin önüne geçemeyeceğini bildiği için iktidarı korumaya ek olarak Kral Selman, ülkesine ABD kuvvetlerinin girişini onayladı.
Bu toplumsal hareketler Ortadoğu için bekleniyordu. Çağı yorumlayanlar ve tarihi iyi okuyanlar için hiçte şaşırtan bir durum olmadığını söylemeliyiz. Şuan Prens Selman’ın korumaya çalıştığı Nemrut’laşan iktidarları bir bir (Kaddafi, Saddam) düşüyor. Irak’ta halk, iktidarı indirip kendi isteği doğrultusunda koltuk veriyor.
İran ikinci defadır Arap devriminin kıyısından dönüyor. Sudan’da otuz yıl sonra yönetim alaşağı ediliyor, Suriye yönetimi dış güçlerin korumasıyla ve tüm tavizlerine rağmen hala sismik bir fay hattı.
Herhalde bu söylenile bilir ki Arap halkının toplumsal hareketleri de tıpkı İslam dini gibi çok hızlı yaldı.
Aslında bu durum Arapların geniş bir nüfusa sahip olmalarının bir avantajıdır. Onun için Ortadoğu’da toplumsal hareketlerin Araplar tarafından yapılması çok önemli. Öncelikle Arap dilinin yaygın olması ve bu eksenle de iletişiminde güçlü olmasını sağlar.
ikinci koşul Arap kültürünün İslam diniyle özdeş ve yaygın olması, bunlara eşdeğer başka bir durum ise İslam dininin tüm Arap ve Ortadoğu halkları tarafından ortak bir inanç olması, aynı şekilde çoğunlukta olan yönetimlerin baskıcı, despot ve diktatör pratiklerini sergilemeleri gibi bastırılan halkların ortak duygusu, Batının sömürüsüyle beraberinde getirdiği kültürel etkileşim ve yönetim modelleri, ya da çağın en çok imrenilen Avrupa yönetimlerinin özgürlükçü yönetimi, Doğu Asya devletlerinin gelişimleri gibi ve benzer durumların hepsi Araplarda toplumsal hareketliliği tetiklemiş ve önüne geçilemeyecek domino etkisini yaratmıştır.
Onun için Arapların toplumsal hareketlerinin çok önemsenmesinin nedeni de buradan geliyor. Çünkü Arap eksenli hareketlerin birbirini takip etmesi kaçınılmaz olduğu aşikardır. Ve bu toplumsal hareketleri kendileriyle birlikte azınlıkta olan tüm toplumlara da özgürlük fırsatını sunuyor.
Onun içindir ki İslam dininin benzersiz bir şekilde yayılmasının nedeni budur. Aslında bu domino etki kısmen ABD’nin bağımsızlık mücadelesindeki “İngiliz kolonilerinin çoğunlukta olması” ve İngilizce dilinin yaygın ve bu sayede iletişimin kuvetli olması gibi benzerlikler taşıdığı da söylenilebilir.
” 1789-1799 Fransız ihtilalinin” hemen hemen tüm devrimlerde, halk ayaklanmalarında bir parça benzerlik yaşatıldığını söylemeliyiz. Bu tarz toplumsal hareketler genelde açlık, ekonomi, despotluk, özgürlük gibi ortak konuların etrafında gelişen öfkeden kaynaklanmaktadır.
Arap Baharı ile Fransız devriminin benzerlikleri, monarşi, ekonomi, dinin baskınlığı ve en önemlisi Ortadoğu’da ve Arap dünyasında tarihi bir dönüm noktasını taşımasıdır. Yansıra Ortadoğu’nun iç savaşlarından dolayı geleceğini Avrupa’da araması ve bu arayışın yüz binleri bulan kitlelere ulaşması Arap Baharı’ndan asla ayrı düşünülemez.
Bu durumun bize gösterdiği şey halkların Avrupa kanunlarını ve yönetim modellerinden etkilendiğini, bununda iç savaşı, ayaklanmayı daha da alevlendirip bir mukayesenin serabında, mücadeleyi körüklediği söylenilebilir.
Aslında İngiltere’nin de Fransa devrimi üzerindeki etkisi gibi Batı’nın da Ortadoğu halkları üzerinde mütemadiyen bir etkisi vardır. Bilhassa Arap Baharı’nın baş döndürücü yayılımı, başka bir Batı örneğiyle de özdeş bir içeriğe sahip. Bu benzerlik tamda Rönesans’ın amansız çıkışıdır.
Özelde Ortadoğu’da ve Arap ülkelerinin toplumsal hareketleri bize Rönesans geçişlerini hatırlatmıyor değil. Bu alev almış duman yeni bir Rönesans için bir umut vermiyor da diyemeyiz. Onun için Rönesans bu koşullar içinde kaçınılmaz bir gerçeğe adım adım dönüşebilir. Bunlar Rönesans’ın ilk adımlardır ki bu adımlar diktatörlerin uykularını kaçırmış, örgütleri başarısız kılmış, şimdiden durmaksızın reformlar uygulayan, iktidara gelenlerin halk tarafından paçalarından tutup indirildiği bir duruma dönüşmüştür.
Ortadoğu’da bunların söylenilmesi dahi serap gibi bir şey. Baskıcı, ölümcül, insan değerlerini asla taşımayan, İfrit, firavun ve Nemrut mirasının karşısında nefes almaktan korkan halk bugün “İbrahim” çizgisinin kitlelere dönüşen haliyle korkusuz bir duruş sergilemektedir.
Onun için Arap ayaklanması Ortadoğu ve Arap tarihinde kitlesel yeni bir sayfa açmıştır. Kuşkusuz bu başarının sırrı, krallıkları ve diktatörlüğü zayıflatan, devrin jakoben mezhepçi örgütlerin yarattığı boşluklardan gelen başarıdır.
Daha önce Monarkları yıkan mezhepçi mollalar bugün Arap Baharı’nın dalgalarıyla savruluyorlar. Mezhepçi Jakoben örgütlerin hem kendi aralarında hem de egemen yönetime karşı savaşları, halkın egemenliğini doğurduğu söylenilebilir. Böylece Monark yönetimden , diktatöre geçen yönetim geçişleri nihayetinde çağa cevap verecek halk egemenliği iktidarlığına ulaştığı söylenilir. Bir zemin aldı. Şuan örgüt güdümlü oluşan kırılgan yönetimler biliyorlar ki varlıkları pamuk ipliğine bağlanmış.
Kesin bir şey var ki halkın da bunun farkında olmasıdır. En yakın örneği Akdeniz’de güç dengelerinin ne kadar çoğaldığını ve en önemlisi birbirlerinin açığını aramakta oldukları herkes tarafından kabul edilen şüphesiz bir gerçek.
Bu durum toplumsal istekler iktidarlarca, örgütlerce önem taşımaktadır. Ve örgütsel ilkeler bir bir taviz vermekte mecbur kalınmış. Dış güçlerin toplumsal hareketleri dikkate alarak mezhepsel bir yaklaşıma gitmediğini tam tersi Suriye örneğinde ABD’nin ve Rusya’nın SDG gibi mezhepçi olmayan, çoğulcu yönetimleri desteklemesi tabi ki de tesadüf değildir.
44’üncü ABD başkanı Barak Obama, Türkiye’nin tüm ısrarlarına rağmen mezhepçi gruplara yaklaşmamasın altında yine bu gerçekler yatmaktadır.
Her ne kadar Arap Baharı’nı dış güçlerin oyunlarına malzeme etsek te, Arap baharının domino etkisi, mevcut egemen gücü değil bilakis yeni çıkan güç dengelerinin lehine sonuçlanmakta. Bunun için toplumsal hareketlerin mevcut hamiliklerinin işine gelmediğini kestirmek pekte zor değil. Günümüzde ABD’nin himayesinde bulunan mevcut ülkelerde kaosun çıkması ABD den çok yeni güçlerin işine gelir. Putin’in Suriye örneğinden sonra Ortadoğu ülkeleriyle temas içinde olması ve Arabistan ziyareti, Kral Selman’la birebir görüşmesi hiçte sıradan bir iletişim olmadığını gösteriyor.
Ki bununla Rusya, ABD’nin hamiliğini bitirmek için her fırsatı kolladığını ve bölgelere alternatif bir güç güvencesini veren görüşmeler içinde olduğunu kestirebiliriz. Yansıra Rusya’nın hem Sünni, hem de Şii mezhepleri ayırmaksızın ilişki içinde olması dediğimiz gibi Arap devriminin iyi okunmasından geliyor.
Bu doğrultuda devlet aklının vereceği en doğru karar, oluşan bu güç dengesinde mevcudiyeti korumak olacağından yanayım. Eskiden tek kutuplu dünyada hamiliklerine mevcudiyetini tavizlerle koruyan devletler bugün o avantajları bulunmamakta.
Çünkü sadece Ortadoğu’da ABD’nin şekil vereceği bir düzende değiller artık. Çin, Rus, ve Brexitle sahaya inmeye çalışan Britanya krallığı, Fransa ve en son Japonya’nın da petrol güvencesi için gelmesiyle tam bir açık pazar yerine döndüğü ortadadır.
Şüphesiz bu durum toplumsal hareketler için iyi bir fırsata dönüştü. Bu sayede güçleri birbirine karşı kullanarak Arap devrimini başarıya ulaştırabilirler. Bu şans Batı Rönesansı’nda olmayan bir fırsattır.
Şayet iyi değerlendirilirse çok az bir sancıyla başarı mümkün olabilir. Ama ne olursa olsun sonuç olarak emin olduğumuz bir şey var ki toplumsal hareketlilik ne kadar ertelense de, Ortadoğu’nun halk iktidarlığı evresine geçeceğidir.