Bir insan ‘’Peygamber olabilir, bir aziz, bir rahip, bir kral, bir mareşal, bir bakan, bir memur, herhangi bir otoritenin temsilcisi, bir jandarma, bir cellat, bir soylu, sömüren bir burjuva, ya da köle bir proleter olabilir, bir zalim ya da mazlum, bir işkenceci ya da bir işkence gören kurban, bir efendi ya da uşak olabilir; fakat kendine insan deme hakkına sahip değildir, çünkü insan ancak herkesin insanlığını ve özgürlüğünü sayıp sevdiği ve kendi özgürlüğü ve insanlığı herkesçe sevilip uyandırıldığı ve yaratıldığı zaman gerçekten insan olabilir…’’
Mihail Bakunin sarf ettiği bu sözler gerçekten insana ve insanlığa dair uygarlık boyunca neler yapıldığını sorgulatıyor. Dönüp bakıldığında sınıf mücadeleleri boyunca insanlığın kutsal varlıklarının başka bir kutsalı onursuzlaştırmakla kazandığını görürüz.
Öyle ki kendi özgürlüklerini almak içinde başkalarının özgürlüğünü baskı altına almıştır. Bu çarkın insanlığın bir aile olamamasından geldiğini söyleyebiliriz. Çünkü ‘’aile dünyasında başka ölçüler egemendir. Rekabet yerine işbirliği; kin yerine sevgi; kendin için kopart yerine başkalarına hizmet; başkasının sırtından tepeye tırmanma yerine yanındakilere yardım; ne kadarı benim olacak yerine başkalarına yararı olacak mı? Zenginlik tutkusu yerine hizmet arzusu.’’
İşte bunlar birlikte yaşamın bir cevabı iken, ‘’uygarlığın yarattığı tüm tahakkümcü ve istismarcı sistemler, mağdurların kanı ve alın teri üzerine ‘’ inşa edilmiştir.
Denilebilir ki siyahiler uygarlığın başlangıcından beri beyazların zulmü altındalar. Tüm insani değerlerden uzak muamele görmüş, kas gücünde verimli ve söz anlayan bir ‘’hayvanın’’ ötesinde bir gözle görülmemiştir. Köle tacirleri beyazların bu düzeninde siyahileri bir hayvan gibi avladığı, satın aldığı değersiz duygusuz bir varlığın yaklaşımıyla boynuna ip geçirilip pazarlıyordu.
Bu kasvetli uygarlığın yirmi birinci yüzyılında kölelerin boynuna geçirilen ip artık köle tacirlerinin boynuna geçiriliyor. Öte yandan siyahilerin şahsında ‘’bu çığlık tüm dünya halklarına’’ bir umut ve ilk defa onları köle yapanlara karşı, ırkçılığa karşı cesur, şeffaf ve kararlı duruşlara neden oluyor.
Bu durum moderniteye karşı koçbaşı bir etki yaratsa da en önemlisi dünyayı etkisi altına alacak bu değişim Fransa ihtilali ve Wilson Prensipleri gibi tüm ulus devletleri etkileyecek ve ırkçılığa karşı güçlü bir set olacaktır. Bu durumdan etkilenecek devletler sosyal devlet olmakla birlikte yaşanan tüm milletlerin haklarını kapsayan anayasal değişimleri beraberinde getirecektir.
Öte yandan siyahilerin bu manidar başkaldırısına pandeminin büyük bir etkisi vardır. Aylardır pandemiye karşı tüm ulusların amansız mücadelesi ve kralların düşen güç maskeleri halkları cesur ve dayanışma içine sokarak kaynaştırmıştır. Zaten hali hazırda kitlelerin beklenmedik çıkışları Ortadoğu’daki kitle hareketleri ve sarı yelekliler örneğinde ezilen halklara umut ve cesaret aşılıyordu.
Hemen hemen tüm kitle hareketlerinde ekonomik ve politik nedenler öne sürülerek bir amaca yönelmeye çalışılıyordu. Ama yanlış ve doğruların bir birlerini görmesiyle kitlelerin sadece öfkelerini deşarj ettiği bir kısır döngüye döndürdü. Neticede kitleleri hareketlendiren Fransa ihtilaline yol açacak bir açlık hüküm sürmüyordu; keza skolastik bir düzen yoktu ve despotizm mutlak bir güçten mahrumdu. Bu nedenlerden dolayı olacak ki kitleler tarihi ihtilalleri konu alan bir akrabalıkla çıkış yapmak istese de bunu tam anlamıyla çağa uyduramamıştır.
Keza var olan düzeninde statükosunu korumak için tüm ihtilalleri iyi okuduğunun hesabı yapılmıyor. Belki statüko beklenmedik yerlerden çıkan kitleler üzerinde mutlak bir hakimiyeti yok ama bunu da diyebiliriz ki kitlelerin öndersiz liginden yararlanarak onları bir amaçtan uzaklaştırdığını da pekala söyleyebiliriz.
Goorge Floyd’un polis tarafından öldürülmesinden sonra siyahilerden çok beyazlar sokaktaydı ve bu sefer bu kitlenin çağa uygun ve çağın ihtiyacı olan bir amaç uğruna sokaklarda olduğu görülüyor ve bu sebepten dolayı da Avrupa’nın tüm ırkçı geçmişinden hesap soruluyor.
Irkçıların, köle tacirlerin boynuna ipler asılıyor, yerlerde sürükletiliyor. Yetkililerce tarihi şahıslar sorgulanıp kitle düstürüne uygun olmayan tüm anıtlar, heykeller kaldırılıyor, ırkçı uygulamalardan uzak duruluyor, kurumlaştırılmış ırkçılık tartışılıyor.
Artık tartışmasız bir şekilde kitlelerin gerçek bir ihtiyaç uğruna haykırdığını ve yeni bir çağın çanlarının çalındığını söyleyebiliriz.