İsrail halkının Orta Doğu halklarına nazaran azınlık bir nüfusa sahip olması ve anti misyoner bir inanca mensup olmaları sonucu, komşu halklardan izole bir yaşam sürdürülmüştür.
Kalabalık ve misyoner inanca sahip halklarla çatışmalı doğal bir ilişkinin geliştiği de kuşkusuz. Bu çatışmalardan kaynaklı olarak kalabalık ve misyoner inanca mensup halklar kıskacında İsrail halkını gelenek, psikolojik ve kültürel izolasyona mecbur bırakan inancı kalıtımsal bir mikro yaşamı benimsedi.
İzolasyonun getirdiği dini seçilmişlik aynı şekilde milliyetçilikle birleşen bir yaşam yarattı. Doğal bir koruma olan bu izolasyon baskın kültürler ve yönetimler kıskacında inançlarını ve milletlerini korumak için yönetime geçmek yerine her yönetimde kendilerini koruma ve yaşatma yollarını geliştirdi. Bu tercih ya da zorunlu seleksiyon tüm krallıklarda ve milletler silsilesinde otonom yaşamak İsrail halkı için giderek kalıtımsal bir yaşama dönüştü.
İnat ve irade ile yoğrulan bu yaşam göçebe bir kimliği de beraberinde kazandırdı. Adolf Hitler’in bu kimliklerini öne sürerek İsrail halkının ‘’ katiyen kendi malı olan bir medeniyete sahip olmamıştır. O daima diğer halkların gövdesine parazit olmuştur.’’ sözleri antisemitik yaklaşımla Babil, Mısır ve son olarak Alman gettolarına götüren durum oldu.
Nihayetinde İsrail halkı kendi yönetimlerinde yaşama mecburiyeti 1948’de kabul edildi. Millet ve Ulus devletlerin öne çıktığı yeni dünya düzeninde gecikmiş bir ulus olarak kimliklerini ve inançlarını korumak adına 1948’de İsrail halkı gettolardan ve ölüm kamplarından korunmak adına zorunlu bir devletleşme korunmasına gidildi.
ABD İkinci dünya savaşında Almanya ve Japonya devletlerini yenilgiye uğratarak yeni dünya düzeninde yeni bir güç olarak sahaya çıktı. Bu savaşta şüphesiz ki en çok acı çeken ve 6 milyondan fazla sivil halkını acı bir şekilde kaybetmiş İsrail halkının devletleşmesine ve korunmasını Batı ülkeleriyle destekledi.
İsrail devletinin kurulması Batının ve ABD’nin merhamet karinesinin dışında Orta Doğu’da kalıcı ve güvenilir bir müttefik bırakma adına açık bir yatırımdı. İsrail devletinin ilan edilmesiyle bölgede oluşan huzursuzluk gecikmeden komşu ve tüm Müslüman devletlerini karşısında buldu. Altı gün savaşı ile hat safhaya tırmanan gerilim nihayetinde günümüzde Filistin ve İsrail halklarının sorununa indirgendi.
Müslüman ülkelerin bu algıyı kabul etmelerinde kuşkusuz ABD ve Altı gün savaş zaferinin payı oldukça etkili oldu. Ama en önemlisi İsrail devletinin antik çağ örneğinde sadece kendi halkını yönetebileceğini de bu süre zarfınca açık bir şekilde göstermiş oldu.
ABD muhakkak ki İsrail devleti gibi esaslı bir müttefikin Orta Doğu’da bölgesel bir güce dönüşmesini ve bölge halkı tarafından kabul edilmesini canı gönülden istese de buna çözülmeyen Filistin sorunu ve altı gün savaşında görüldüğü üzere Arap halkları tarafından kabul edilmeyeceğini açıkça gördü.
Bunun yanında Orta Doğu’nun egemen inancı İslam ile tarihsel hasımlığı, İsrail devletini kendini koruma noktasında ABD’ye her daim muhtaç tipik bir Orta Doğu ülkesine dönüştürdü. İsrail halkı ile benzer bir kaderi yaşayan keza benzer bir kimlik kazanan ve aynı şekilde kimliklerini korumak adına yönetime geçmek veya göçebe yaşam yerine dağlık coğrafyaya sığınan Kürt halkı, tarihsel olarak sığındıkları coğrafyanın mevcut modern ulus devletlere karşı bir koruma sağlayamadığı tecrübe edinerek kendi yönetimleri için Irak örneğinde ABD ile birlikte adımlar attı.
Orta Doğu siyaseti 11 Eylül 2001’de alevlenen dini köktencilik sonrası inançlardan uzak jeopolitik ve milletler kimliğine dönüşse de, İsrail – Filistin ve IŞİD benzeri dini ve mezhepçi çatışmalar Orta Doğu halkları ve devletleri arasında hala sürdürülmektedir.
Orta Doğu’da Kürt halkı antik tarihten beri inanç çatışmalarına dönüşen bu coğrafyada tarafsızlık yaşamı yeni bir süreç için önemli bir yol olabilir. İnanç çatışmalarının dışında kimliklerini koruma ve kimileriyle tanınma mücadelesinde olan Kürt halkı, Orta Doğu istikrarı adına İsrail halkı ile nazaran Kürt halkının ezici bir çoğunluğun benimsedikleri İslam inancı bölge halkları ile yeni bir İsrail – Filistin tekrarından korunmak ve bölge halklarının ortak yönetime katılacakları kriterleri taşımaktadır.
Keza Kürtler, İsrail halkı olmak üzere Orta Doğu halklarıyla da barışık bir tarihe sahip. Babil zulmünden esir ve sürgün edilen Yahudileri, Med Federasyonu kurtardı. İslami değer olarak Arap halkından sonra İslam inancını kabul eden ikinci bir millettir. Tüm Müslüman ve Orta Doğu ülkelerinin saygınlığını kazanmış Selahaddin Eyyubi vb. değerler Orta Doğu halkları için yeni bir İsrail – Filistin örneğinde tarihi hesaplaşmaya dönüşecek ve yeni bir mezhep çatışmasını alevlendirecek bir engelin olduğu doğrusu söylenilemez.
İslam ailesi için İsrail’e kılıç bileyen ve Orta Doğu’nun beklediği huzuru ve barışı vizyonunda yer vermeyen İran vb. Sünni mezhebine mensup devletler gücü eline geçirdikleri ilk fırsatta tarihi hesaplaşma adına Şii’nin Sünni mezhebine mensup devletleri sindirmekle uğraşacağı apaçıktır.
Keza Sünniler için de geçerli olan bu tarihi hesaplaşma Şah İsmail ve Yavuz Sultan Selim’in kısır bir vizyondan farklı değil. Mevcut devletlerinde sahiplendiği bu Orta Doğu geleneği kuşkusuz demokratik ve tarafsız vizyona sahip üçüncü bir yönetimle aşılabilir. Görünürde bu tarihi ve dini hassasiyetleri bir arada yaşatma mücadelesinde olan tek halk şimdilik Kürt halkı olarak görünmektedir.
Devrik lider Saddam Hüseyin sonrası yeni Irak’ta güçlü bir şekilde yer bulan Bölgesel Kürt yönetimi tam olarak bahsedilen Orta Doğu’nun kadim çatışmalarından sıyrılarak tüm din ve milletlerle ortak bir yönetime dönüştü. Keza Suriye iç savaşında ABD’nin öncülüğünde desteklenen SDG yönetimi sadece Kürt bölgeleriyle sınırlı kalmayıp Fırat sınırı boyunca tüm doğu bölge yönetimini üstlendi. İlk başlarda Kürt silahlı güçlerin niyeti sadece Kürt nüfusunun yoğunlukta olan bölgeyi yönetmek olsa da ABD’nin Irak Federal Kürt Bölgesinde edindiği tecrübeyle Fırat’ın doğu yönetimini Kürt güçlerine bıraktı.
İsrail halkına nazaran bölge halkının SDG ve Irak Bölgesel Kürt yönetimini kabul etmesi Orta Doğu istikrarı için istenilen bir yönetim ve müttefiktir. Bu bazda ABD ve Orta Doğu müttefikliği değerlendirildiğinde Kürtlerin bölge halkları ile barışık tarihsel bağlara sahip olması bölge halklarından uzun soluklu bir destek görecektir.
Olası Kürt yönetim vizyonunda mezhepçi, milliyetçi ve ulusçu çizgiye kayması halinde hem Orta Doğu halkları için kaybedilmiş bir barış anahtarı olur hem de Kürtler için…