Müslüm Yücel: Canavarların Bayramı 

Yazarlar

Bir savaşı bitirecek olan asker ve askerin yaptığı anlaşmalar değildir; savaşı halk bitirebilir; halkın buna gücü vardır, savaşta ölenler halkların çocuklarıdır ve yaşadığımız yüzyılda çıkan savaşları “dövüşemeyecek kadar korkak olan bu yüzden de kendileri adına dövüşmek için dünyanın gençlerini cepheye süren hırsızlar” çıkartmışlardır. Şöyle bir şey de vardır, halkın onay vermediği bir savaş uzun sürmez. İktidar da bunu bilir, halkı bir kibir ve onay nesnesine dönüştürür, yürür. Hitler yok olmasına rağmen 60’lı yıllarda Adorno’nun demokrasiyi “gizli faşizm” olarak görmesi bundandı.  

Gizli faşizmin pek çok özneasi vardır ama en çok dikkat çeken savaş zenginleridir. Hüseyin Rahmi Gürpınar bu kişileri tanır: Bunlar acıyı hızla paraya çevirirler. Sandıklarda ekmek arası katık olsun diye saklanılan kuru incirlerin, üzümlerin bile çamura düştüğü zamanda onlar yağ, şeker, pirinç ve buğdayı ambarlarda saklamışlardır, kendi aralarında konuşurken bulgurculuk yaparak voleyi vurduklarını söylerler. Bu adamlar başkasının savaş anılarını anlatır, bu anılar sırasında karşıdakine kendisi yaşamış duygusu verirler. Bu adamlar için Para yoksa insan hiçtir. Bu adamların geldiği yer, vurgunculuktur.

Bu yüzden yoksul yakınlarına iyi bakar, onları kenar mahallelere yerleştirirler, arada yanlarına gidip pirinç bırakır, hasta biri varsa, yastığının altına harçlık koyarlar. Yoksul her zaman iyidir, sırası geldiğinde alacağı almak için, alacak kadar önemlidirler. Siyasete girmek isterler. Ev içinden birinin siyasete girmesi mutlu eder onları. Siyasetle, iki şey yapmak ister: Saygı ve paralarını güvence altına almak. Bu adamlar martıyı kesip tavuk, kediyi kesip tavşan diye insana yedirirler. Bu adamların dinleri, imanları, vicdanları, ideolojileri çıkarlarıdır. Bir parti başkanıyla arayı iyi tutarlar. Bir din adamına gönül verirler. Eşlerini tekkeye gönderirler ya da eşleri bir tekkeye gider. Evleri Kâbe’ye bakar. Komşularıyla konuşmazlar. Fazla söz, duaya katran gibidir. Onlardan bir tek, remil ve cifir ustaları para sızdırırlar.  

Günümüz savaş zenginleri, siyasileri de bunlardan farklı değiller. Suriye Savaşı’nın maliyeti nedir, kim ne kadar zengin oldu? “Çok Yüksek Bir Bedel: Suriyeli Çocuklar İçin Çatışmanın Maliyeti” adlı çalışmada savaşın on yıllık maliyetinin 1.2 trilyon doları geçtiği belirtiliyor: On yılda 55 bin çocuk, 600 binden fazla insan ölüyor, 13 milyon insan evlerini kaybediyor. Bunun Türkiye’ye faturası da daha açıklanmış değil. Gördüğümüz, iflasın eşiğindeyiz ama Suriyeli diye hor görülen kimselerin yeni zenginler ürettiğinin de farkındayız; ucuz iş gücü ilk aklıma gelen. Afrin’den gelen bir zeytinyağı meselesi de var, Mehmet Güzelmansur, bir süre önce bu konunun üstüne gitti. Afrin’den gelen yağın, yerli üreticiyi zarara soktuğunu söyledi. Ev kiraları, konut fiyatları. Daha bir sürü kalem…  

 Gariptir, Suriye meselesi, bir iç meselemiz olarak çözülmedikçe Kürt meselesi, giderek can yakıcı bir şekilde devam ediyor. Hatta konuşulmaz bir hale geliyor. Siyasi partiler, birbirlerini Kürt meselesi, Kürtler üzerinden itham ediyor. Kürt, sabıkadır. Kürtler kime oy vermemişse, diğer parti onu terörist ilan ediyor. Kürtler her şey olabilir ama Kürt olarak hiçbir şeye sahip değiller. Meclis’e giriyorlar ama Kürtçe konuştuklarında mikrofon kapatılıyor, belediyeleri alıyorlar ama bir süre sonra bir anda kayyum atanıyor, evleniyorlar ama halaylarına kota konuluyor. Bütün halklar kardeştir ve bir halk diğer bir halkın kavgasını verdiğinde halktır, bundan vazgeçtiğinde askerdir. Türk halkına kötülüklerin büyüğü yapılıyor ve halkın bir kesimi, giderek milliyetçileşerek askerleşiyor; siyasetçiler, milis gücüne dönüyor, Meclis ringe.  

Burası neresi? Burası Canavarların Bayram yeri! Canavar kim? Borges’e soracak olursam, canavar Peron’du ama ben, kişi olarak ele almayacağım, lider diyeceğim ona, çünkü, bu bir kavramdır; Borges, adresi gösterirken, canavara yönlendiriyor, onu bizim yarattığımızı söylüyor; düşsel varlıklar, var değiller, onları biz yaratmışızdır zaten, başımıza onları, biz tac etmişizdir. Bu arada ben’de kendimi konumlandırıyorum, mürekkepbalığı ya da kalamara dönüyorum, adım, A Bao A Qu: Biri sarmal bir merdiveni tarmanmaya başladığım zaman kendime gelir, hacıların kuşaklar boyunca aşındırdığı yılankavi basamakların dışına tutanarak ziyaretçinin ardına takılırım; rengim her basamakta biraz daha koyulaşır, gövdemde saçılan mavimtırak ışık biraz daha parlaklaşır ama son biçimime, en yukarıdaki basamakta, trımanan kişi Nirvana’ya ermiş ve artık gölgesi düşmeyen birine döndüğünde bürünürüm; yoksa, son basamağa varmadan inme inmişcesine duraklayıp kalır, gövdem bütünlüğe ermez, maviliğim solgunlaşır, ışık titrek ve ben bütünlüğe ermeyince acı çekerim, ipekli bir kumaş hışırtısını andıran, duyulur duyulmaz bir sesle inlerim, ömrüm de kısadır, merdivenlerden iner inmez, o da ilk basamaklara kadar döne döne yuvarlanır, oracıkta bitkin, eciş büçüş, sonraki bir ziyaretçiyi beklerim. Dışarı da korkutur beni, burada Sedir ormanlarının bekçisi Humbaba bekler bini, aslan ayaklı, derisi kemiksi pullarla kaplı, akbaba pençeli, yılan başlı, yaprağın bir hışırtısına bile bin tilkiyi başıma bela edecek biri. Bilirim ağaçlar korkaktır, ne içine alır ne de koruyabilirler beni, hayatları bir baltanın, bir kebritin ucundadır hepsinin. Bu yüzden acıyı en iyi onlar bilir, bu yüzden dallarını birbirine uzatır… Bazen de güneşe varmak için kavga ederler, dallar dallarda bilinir; güneşe varmanın tek yolu, köklerini daha derine salmak içindir, buna toprağın ağrısı diyenler olabilir. Ama hiçbir canlı insan kadar zalim değildir, bir ağaç bir diğer ağacı onarabilir, toprağa, suya, havaya, güneşe kulak vererek yapar bunu, çünkü bunlar ortaktır ve biri eğer bunlardan birine daha engel olsa, ağaç ölür; bir ağacın ölümü, bir ormanın ölümüdür. Ormanı kendine yurt edinip bir ağacın dilini/ dalını kesip sadece ben konuşacağım diyenler: Onlar, insanlar… 

Onların dünyasında hırsızlık suç değildir. Kötülük suç değildir. Güç, sadece güç önemlidir. Güçlünün yanında duran bir insanlıkları vardır, insanlık güç anlamına geliyor. Güçlü değilsen insanlığın yoktur. Burası faşizmdir. Faşizm bir ekonomik modeldir. Her şeyi kendine ister, her şey onun emrindedir. Emri dışında her şey suçtur. Suç benden olmayan herkestir. Faşizm bitmemiştir. Faşizm yalanla ayakta kalır. Faşist liderler yalanla kitleyi ayakta tutar ve fırsat buldukça yalana yem ararlar ve yalanlarına inanan kimselerle bir olup doğru diye karşılarına çıkan her şeyin ve herkesin ve kesimin üstüne giderler. Yalan, ciddi bir şeydir; kimileri yalan söyler, büyük adamlarla büyük hatıraları vardır! Bunları anlatırlar; masumdurlar, çünkü orada görülmek isteniyordur, şimdi hazır kitle bulmuşken, zavallı varlığını biraz da olsa sürdürmek niyetindedir. Gerçeği bir tek o biliyor ve dinleyenler, bir süreliğine o gerçeğe kapılmışlardır; küçük bir iktidar ortaklığıdır, tarih içinde kendine yer arama isteğidir. Zavallıdır, masumdur. Acınasıdır, kendini ciddiye almıyordur, yazıktır.  

Ama siyasilerin yalanları, gerçeği eğip bükmek üzerinedir. Gerçek eğilip bükülen bir şeydir; eğilip bükülen, işimize yaradığı ölçüde gerçektir…  

Federıco Fınchelsteın (Faşist Yalanların Kısa Tarihi) şu örneği düşünmemizi istiyor; Freud’un kahraman dediğine Borges dışkıyla karşılık veriyor: Borges’in Otto Dietrich zur Linde, hayali bir katilidir; bu katil demeye gerek yok, Hitler’e biat ediyor. Onun adına, onun için adam öldürüyor. Yahudi bir şair öldürdükleri arasındadır. Otto, zaferleri doyum, yenilgiyi dışkı olarak görüyor. İleri gidiyor. Yok, etmeyi savunuyor, bu “acıma duygusunu” yok etmek içindir. Otto’ya göre Hitler, her yerde tek bir ülke için savaştığını söylemiştir, haklı: “Hitler, saldırganlığının ve nefretinin kurbanları için savaştı.”  

Otto, bize şunu söylüyor: Faşizm güzeldir. Faşizm baştayken, herkes övgüler dizer. Onun yanında olmak gurur verir. Onun yakınındaki adamlarla oturup kalkmak şeref verir. Onun bilmem kaçıncı dereceden bir akrabasıyla telefon görüşmesi yapmak bile ruhu yüceltmiştir. Hatta öyle bir şeydir ki faşizm, onun karşısında gerçekliğinizi kaybetmişsinizdir, onun gerçeklerine göre şekil almışsınızdır.  

Otto çok düşündüğüm biridir. Bana şunu söyler: Hiçbir zaman bir faşistle tartışılmaz; çünkü onun için tartışma, konuşma, çözme diye bir şey yoktur, her şeyi kendi yalanları için temel yapmıştır, oradan yükselmiştir. Hep o doğru söyler. Onun hayatı, örnektir. Seni yemeklerine davet eder, sen de onların sofrasında oturmaktan gurur duyarsın. Seninle alay ettiğinin farkına varmazsınız. Uzatabilir ve çeteleyi daha geniş tutabiliriz. Kişi ve kurum faşizmde aynıdır. Kişi kurum, kurum kişidir. Örneğin sizin yayınlarınızı bakanlık yayınları arasından çıkartırlar ama ana dilde eğitim sözü bile onların tepesinin atmasına yeter. Bu dilinize karşı oldukları anlamına gelmez, bu zeka demektir, bir tek benim zekam ölçüsünde, hareket hakkı tanıma isteğidir. Onun zekasına uyduğunuz müddetçe, yaşarsınız. Çünkü faşizm öyle dalga geçildiği gibi basit bir ideoloji değildir, akıllıdır, kendini inşa eder, inşaat için, en uygun malzemeyi bulmada üstüne yoktur. Piramit gibi örgütlenir. En üstekine, alttakiler, organik olarak bağlı olmak zorundadır. En üsteki her şeyi bilir; Müslüman ülkelerde, ona Mehdi derler, beklenen kişidir; Hıristiyanlıkta, Mesih’tir. Hitler, Mesih olduğuna inanıyordu. İsa, çarmıha gerilirken çakılan iki çiviye sahip olmuştu. İsa’nın sünnet deresine ulaşmaya çalışıyordu. Ziya Gökalp, Talat Paşa için yazdığı bir şiirde, onu Nuh peygamberle bir tutuyordu, nasıl ki Nuh, halkı helakten kurtarmışsa Talat’ta, bizi kurtaracaktı!  

Halk bilmezdir, lider halk için en gerekli olanı bilendir; Hitler, Almanlar için sağlıklı doğum evleri yapıyordu, diri meniler, sulu rahimler ölçüyordu. Kaç çocuk doğuracaklarına o karar veriyordu. Faşizm halk sevgisi üzerine kurulur. Halk, liderle iç içedir. Lider, gövdesinde vücut bulmuş halkı istediği yere götürür, halk da buna itiraz etmez. O büyük ve yücedir.  

Lider yarı tanrıdır; küfrü bile dua gibidir! O halka hizmet etmez, halka biçim verendir, halkı yaratandır, iki de bir kitlesini sopa gibi gösterir, bu sopayı görüp karşı duranları hapse attırır, öldürür ve halktan bir tek şey ister: Alkışla…  

Halk dediğimiz, alkış tufanıdır. Onun sosyal medyadaki karşılığı, narsizmin tavan yaptığı beğen tuşudur. Böyle helak olmuş insanlar vardır. Beğeni oranıyla başı dönmüş kimseler.    

Alkış, büyü demektir. Halk büyülenir. Liderin etrafında olmak için can atar. Sivilcesini bile onun izni olmadan patlatmaz.  

Lider geçmişten, tanrı ve yarı tanrılardan referanslar alır. Batı’da krallar, Doğu’da sultan ve peygamberler ona yol vermişlerdir. Batı’da İnciller ve Eski Ahit; Doğu’da kutsal kitaplar liderden söz eder. O kutsaldır. İnayettullah Han, Hindistan’da mehdiliği kıl payı başka birine kaptırınca, Kuran’ın bile onun aydınlığında kuytuda kaldığını söylüyordu. Yemenli az biraz fal ve biraz da annesinden büyü öğrenmişti.  

Faşistler vitrinlerini oluştururken gazeteciler, şairler ve yazarlardan bolca istifade ederler. Belediye yazarları türer. Sağcıysa solcu, solcuysa, mistik bir hava içinde liderin dinini tebliğ eder. Hatta sağcıysa, solcu bir yayınevinden kitaplarını çıkartır, arada solcu şair ve yazarlarla fotoğraflar çektirir. Necip Fazıl kötü bir örnek olduğu için burada anmıyorum. Fazıl, sırf “safta”, demek için “lafta” diyen bir adamdı. Herkes onunla iyi geçinirdi, her zaman hükümet neslinde dostları vardı.  

Belediyeler ve kültür sanat, yeme yeridir. Uyduruk şairler, yazarlar çağrılır, iyi para verilir. Faşizm, yazarın tuvalet kâğıdına döndüğü yerdir…  

Faşizm hakikat düşmanıdır. 

Herkes faşizmde masumiyetten rol çalar. Hastalık zamanlarında faşizm, gövde gösterisi yapar, yoksullar onların dekorları olur. Bütün filmlerini bu dekorun etrafında çevirirler. Birde uyarı tabelaları vardır: Onların incitmeyin. Çünkü onlar, faşizmin işine yarayan cephanelerdir. İstedikleri zaman patlatabilirler.  

Faşistler zekidir. Bazen bizim şiirleri okurlar, sevdiklerimizin adını meydanlarda yüksek sesle telaffuz ederler. Senden yanadır. Hatta dersin iki kalbim varsa, birini ona vereyim. Senin şarkılarını söyler ki, zannedersin ilk kez bu şarkı söyleniyor ve senin en kutsal hakkın olan, eşitlik, adalet ve özgürlük duygunu öyle bir dile getirirler ki zannedersin ilk defa biri senden söz ediyor. Ama hepsi, iktidara gelinceye kadardır. Sana verdiklerini öyle bir alır ki senden, sen bile artık kendinden utanırsın…   

Faşizmin geniş imkânları vardır. Örneğin gazeteleri yirmi dört saat kendilerini vaaz eder ve bunun için nöbetçi köşe yazarları ve gazeteciler vardır. Günümüzde ise gazetelere TV’ler ve sosyal medya eklenmiştir. Onların aleyhine tek satır yazamazsın. Nöbetçi savcı ve hâkimlerin gözleri senin üstündedir. TV kanalları ya onları anlatmak zorundadır. Onların dizi filmleri, onların tartışma programları. Diziler tarihten bir yaprak bile olsa, onlara çağrışım yapmak zorundadır.  

Faşizm ölüleri sever. Ölüme yatırım da yapar. Bir tek kendi ölmüşleri değerlidir. Toprak bir tek onların ölülerini kabul eder. Senin ölün, hiçbir şeydir. Faşizm fedaları üç beş günlük hapis hatıralarını büyük bir çile dokümanı olarak sunar. Senin mahpusunun onun gözünde bir değeri yoktur. Arada bir görüşmen bile onun lütfü ve keremidir.        

Faşizm her yerdedir. En kötüsü de ilişkilerimize sinmiş olmasıdır. Herkesle yolumuz işimiz kadardır. En sevdiğin, işi bittiği zaman sana tekmeyi vuracaktır. Seni sevmediğinden değildir, sen artık işine yaramıyorsundur. Fotoğrafların, albümlerden çıkartılmıştır. Gerçek ise şudur: Sen yoksundur, olmamışsındır. Ah o iyi günleriniz, bitiremediğiniz o iyi günler; onlar da faşizmin yaşarken senden yana olan taraflarıdır…  

Faşizm, yenildiği zaman ne olduğu anlaşılır; çünkü yaşarken senden yanadır, seninle ağlar, seninle güler, o güzel günleriniz, masada duran güzel yemekler, taze meyveler gibidir ama bütün bu masadakiler yenildikten sonra, mide bunları yakar, kan ve su için gerekli olanları alır, geriye bir tek şey kalır: Dışkı! Dönüp bakmayız…  

Dışkı, yerken mutlu olduklarımızdır. Hatta birbirimize ikram ettiklerimizdir. Somut olarak yiyecek ve içeceklerdir. Sohbetler ve siyaset ve diğer sosyal alanlarda buna dâhildir. Bugünün en büyük hastalığı strestir; alerjidir. 

Faşizm bizi hasta eder. 

Faşizmi var eden ve büyüten, şimdi, şu saatte bile onun kapısında bekleyenlerdir. Faşizm demin söyledim, bir daha söylemem gerek, ekonomik bir modeldir ve savaş zenginlerinin hepsi faşizmin çocuklarıdır; halka da bu çocukları büyütme yetkisi verilir: Halklar kardeşse, savaşa dur demelidir.  

Faşizm tek bir partinin iktidarını sever, bir partinin başa geçmesi bir nöbet değişimidir ve halkta bu nöbet değişiminin kışlasına dönüştürülür. Kışlaya ve askere dönen halk, silahlarını bir indirse…  

Geçen hafta İsrail halkı, İsrail bayrağıyla, İbranice sloganlarla, Netanyahu hükümetini protesto etti; grev kapsamında Tel Aviv ve İsrail’in diğer kentlerinde işletmeler kepenk kapattı; okullar, belediyeler, doktorlar, hukukçular da greve destek oldu. Hükümette boş durmadı. Maliye Bakanı Bazalel Smotrich, Gazze’de anlaşma talebiyle greve katılanları tehdit etti, “maaşlarınızı kesileceğim” dedi. Savaşın bitmesini isteyen halk onu dinlemedi, yürüdü.  

Savaşların kazananı yoktur. Kehanettim şudur: İsrail- Filistin savaşını İsrail halkı; Rusya, Ukrayna Savaşı’nı Rus halkı durdurabilir. Türkiye’de kırk yıldır süren savaşı, üç yıldır süren tecridi ancak Türk halkı durdurabilir…  

Haftaya, Gandi’nin tuz yürüyüşü, tecrit ve Türkiye’nin siyasi partileri 

İlginizi Çekebilir

Özdağ’dan Dilan Polat açıklaması: Hapisten nasıl çıktığını biliyorum ama yazamıyorum
İran, Rusya’yı Güney Kafkasya’daki çıkarlarını tehdit etmekle suçluyor

Öne Çıkanlar