Müslüm Yücel: Faşizm, yenildiği zaman ne olduğu anlaşılır; çünkü yaşarken senden yanadır

Yazarlar

Kadim bilgi göğün dört kapısı olduğunu söylerdi ve her kapının da bir bekçisi vardı: Doğu kapısının bekçisi aldeberan, Batı kapısının bekçisi Anteres, Kuzey kapısının bekçisi regulus ve Güney kapısının bekçisi famulhaud idi.

Bu kapılar içersinde en görkemli olan Doğu kapısıdır ve kapının bekçisi kırmızı yıldızdır; İskender, atının yularını, derler ki birlik sözü verdiği için bu kapıya asabilmiştir. Birlikten kasıt, ordular değildir, insanın gökle kurduğu o anlatılmaz içtenliktir. Dinlere oyuncak olmuş insan daha yoktur. Dinlerin kendine daha adam aramadığı bir zamandır. Dinler daha siyasi parti olmamışlardır.

Batı kapısı, bugün tanıdığımız Batı değildir; abartıyı sevmez bu kapının yıldızı, abartmayan kralların yıldızıdır, Davut’a görülmüştür. Süleyman, bu yıldızın ışığı altında, inanılmaz güzel naşideleri kalbiyle söylemiştir.

Kuzeyin kapısı, kalbi aslan kalbi gibi çarpan insanlara açılır, kara çıplak ayakla pamuğa dokunur gibi dokunan kimselerin geçtiği bir maviliktir. Bu yüzden denilir, kış ülkesi insanı ateş gibidir.

Güney kapısı, yalnızca sonbaharda açılır ve bu kapı göz biçimindedir; döner ve gösterir, döner ve yükselir… Onun gördükleri karşısında bir tek kerrubimler durur; tepeden tırnağa göz dolu kapı…

Bu kapıların hayatımda her zaman bir yeri oldu. Nenem, toprağı bol olsun, beni de ele ayağa düşürmeden bir an önce ona kavuştursun, başımız belaya girdiğinde şunu söylerdi: Allah’ın dört kapısı var, biri kapanır, biri açılır. İyi zamanlardı.

Ama artık insan soyunun göğü düşündüğü yok, göğün kapıları da barajlarla evimize giren elektrikle artık görülmüyor; kentler ışıklarla içinde, öylece yaşayıp gidiyoruz. İnanılmaz bir karanlık var ve karanlık her geçen gün biraz daha büyüyor. Umut yok, beklenti yok, hiçbir şey yok, kalmadı… Benden yana olsun, ağrısın ve beni oyalasın diye açtığım onlarca yaram bile yok, görülmüyor.

Alıştım!

Kapıda aramıyorum artık.

Kötülük, sıradan bile değil. Herkes gibi bende kusurlu bir şimdi içinde, kusurlu bir yarını yaşıyorum. Ne kadar yalan söylersem, o kadar ayakta kalacağımı söyleniyor. Rol çalmak, en büyük sermayemizdir.
Hırsızlık suç değil. Kötülük suç değil. Güç, sadece güç önemlidir. Güçlünün yanında duran bir insanlık var, hatta insanlık güç anlamına geliyor. Güçlü değilsen insanlığında yoktur.

Kendi adıma hayatım faşizme hizmetle geçti.

Faşizm bitmemiş ve bitmiyor, bitmeyecektir. Örneğin ilkokula giderken, arkadaşlarım andımızı okumuş hep ve ben, peltek olduğum için bir türlü öğretmenin gözüne girip bu marşı okuyamamışım. Aferin peşine düşmüşüm, kederlenmişim. İstiklal Marşı, hala ezberimdedir, okumamışım. Ama bu marşı hiç kimseye okuyamamışım; zorla okuttukları zaman bile okumamışım, direndiğimi sanmışım; marşı başka birileri okumuş, ne fark eder, ha o okumuş ha ben, ben direncimle züppe olmuşum.

Sonra!

Ortaokulda, geceleri deli gibi kravat bağlamasını öğrenmişim. Dizime kravatı bağlamış, ha bire çekmişim. Hikâye şudur: Bu marşı yazan adamın cenazesi, kaç saat camii avlusunda, taşınacak omuz aradı?

Şiir, inanmaktır.

Akif, şiire inanmamıştır. Şiiri sırf bu yüzden vaizden öte geçmemiştir. Yahya Kemal, bellidir; Akif’e saygı gösterir, onu görünce belki pulunu ilikler ama ne çocukluğunda, ne gençliğinde ne siyasi ve edebi hatıralarında bir satır Akif geçmez, yoktur.

Şair yalanı ve hırsızlığı sevmez. Faşizm yalanla ayakta kalır. Faşist liderler yalanla kitleyi ayakta tutar. Dahası, fırsat buldukça yalana yem ararlar ve yalanlarına inanan kimselerle bir olup doğru diye karşılarına çıkan her şeyin ve herkesin ve kesimin üstüne giderler. Yalan, ciddi bir şeydir; kimileri yalan söyler, büyük adamlarla büyük hatıraları vardır!

Bunları bir bir anlatırlar; masumdur, çünkü orada görülmek isteniyordur, şimdi hazır kitle bulmuşken, zavallı varlığını biraz da olsa sürdürmek niyetindedir. Gerçeği bir tek o biliyordur ve dinleyenler, bir süreliğine o gerçeğe kapılmışlardır; küçük bir iktidar ortaklığıdır, tarih içinde kendine bir yer arama isteğidir. Zavallı, masumdur. Acınasıdır, kendini ciddiye almıyordur, yazıktır.

Ama siyasilerin yalanları, gerçeği eğip bükmek üzerinedir. Gerçek eğilip bükülen bir şeydir; eğilip bükülen ve işimize yaradığı ölçüde gerçektir…

Kimler bunu yapar!

Hitler ve Musollini birer örnektir. Hitlerin ülkesi hala Hitleri sever, gizliden bağlıdır, tehlikeli olan budur; Almanlar Türkleri işçi olarak aldıklarında dişlerine kadar bakardı ve şimdi Türklerin bir Almanya anlatısı vardır ki yeme yanında yat cinsindendir; sonradan görmeliğin fabrikası olan bu ülke, durmadan kendine yalaka yaratır. Faşizmin bir tanımı bu olsa gerektir. Yalaka yaratarak ayakta kal! Duce bunu söylüyordu zaten: “Bizim mitlerimiz bütün geride kalanlara hükmeder.”

Geçtiğimiz günlerde Federıco Fınchelsteın’in Faşist Yalanların Kısa Tarihi kitabını okurken yirminci yüzyılın ilginç bir portresine rastladım; Freud’un kahraman dediğine Borges dışkı ile karşılık veriyordu. Kaynak, Borges’in Otto Dietrich zur Linde adlı hayali katiliydi; bu katil demeye gerek yok, Hitler’e biat etmiştir. Onun adına ve onun için adam öldürmüştür. Yahudi bir şair öldürdükleri arasındadır. Otto, zaferleri doyum, yenilgiyi dışkı olarak görüyor.

Hatta ileri gidiyor. Yok, etmeyi savunuyor, onu yok etme nedeni, “acıma duygusunu” yok etmek içindir. Otto’ya göre Hitler, her yerde tek ülke için savaştığını söylemiştir, haklıdır: “Hitler, saldırganlığının ve nefretinin kurbanları için savaştı.”

Otto, bize şunu söylüyor: Faşizm güzeldir.

Faşizm baştayken, herkes övgüler dizer. Onun yanında olmak gurur verir. Onun yakınındaki adamlarla oturup kalkmak şeref verir. Onun bilmem kaçında dereceden bir akrabasıyla telefon görüşmesi yapmak bile ruhu yüceltmiştir. Hatta öyle bir şeydir ki faşizm, onun karşısında gerçekliğinizi kaybetmişsinizdir, onun gerçeklerine göre şekil almışsınızdır.

Size verilen küçük memuriyetleri abarttıkça abartmışsınızdır. Yükselmişsinizdir, kirada değilsinizdir, sırası geldiğinde, bir zamanlar birlikte ağladığınız kimselerle arada bir araya gelirsiniz, onlara çay kahve ısmarlarsınız. İyi adamsınızdır. Üç gün önce hapse girmiş biri için elinizi cebinize atmışsınızdır.

Bilirim. Hiçbir zaman bir faşistle tartışılmaz; çünkü onun için tartışma, konuşma, çözme diye bir şey yoktur, her şeyi kendi yalanları için temel yapar, oradan yükselir… Hep o doğru söyler. Onun hayatı, örnek alınasıdır. Seni bazen yemeklerine davet eder, sez, onların sofrasında olmaktan gurur duyarsın. Seninle alay ettiğinin farkına varmazsınız. Uzatabilir ve çeteleyi daha geniş tutabiliriz. Kişi ve kurum faşizmde aynıdır. Kişi kurum, kurum kişidir.

Örneğin sizin yayınlarınızı bakanlık yayınları arasından çıkartırlar ama ana dilde eğitim sözü bile onların tepesinin atmasına yeter. Bu dilinize karşı oldukları anlamına gelmez, bu “zeka” demektir, bir tek benim zekam ölçüsünde, hareket hakkı tanıma isteğidir. Onun zekasına uyduğunuz müddetçe, yaşarsınız. Çünkü faşizm öyle dalga geçildiği gibi basit bir ideoloji değildir, akıllıdır, kendini inşa eder, inşaat için, en uygun malzemeyi bulmada üstüne yoktur. Piramit gibi örgütlenir. En üstekine, alttakiler, organik olarak bağlı olmak zorundadır.

En üsteki her şeyi bilir; Müslüman ülkelerde, ona Mehdi derler, beklenen kişi odur; Hıristiyanlar dünyasında bu Mesih’tir. Hitler, Mesih olduğuna inanıyordu. İsa, çarmıha gerilirken vurulan iki çiviye de sahip olmuştu. İsa’nın sünnet deresine de ulaşmaya çalışıyordu. Küçük bir arama ekibi kurmuştu. Ziya Gökalp, Talat Paşa için yazdığı bir şiirde, onu Nuh peygamberle bir tutuyordu, nasıl ki Nuh, halkı helakten kurtarmışsa Talat’ta, bizi kurtaracaktı.

Halk bilmezdir zaten, lider halk için en gerekli olanı bilendir; örneğin Hitler, sağlıklı Alman için sağlıklı doğum evleri yapıyordu, uygun meni ve sulu rahim ölçüyordu. Kaç çocuk doğuracaklarına o karar veriyordu. Faşizm halk sevgisi üzerine kurulur. Halk ve lider iç içedir. Lider, kendi gövdesinde vücut bulmuş halkı, istediği yere götürür ve halk buna itiraz etmez. O büyük ve yücedir. Kadınlar, onunla kadın olmuştur, erkekler onunla erkek olmuştur, memleketin yolları, onunla açılmıştır, denizler onun için mavidir, gökyüzü her sabah ona bakıyordur…

Lider yarı tanrıdır; onun küfrü bile dua gibidir, dobra adam! O halka hizmet etmez, halka biçim verendir, halkı yaratandır, iki de bir kitlesini sopa gibi gösterir, bu sopayı görüp karşı duranları hapse attırır, öldürür ve halktan bir tek şey ister: Alkışla…

Halk dediğimiz, alkış tufanıdır. Onun sosyal medyadaki karşılığı, narsizmin tavan yaptığı beğen tuşudur. Böyle helak olmuş insanlar vardır. Beğeni oranıyla başı dönmüş kimseler.

Alkış, büyü demektir. Halk büyülenir. Liderin etrafında olmak için can atar. Sivilcesini bile onun izni olmadan patlatmaz.

Lider geçmişten, tanrı ve yarı tanrılardan referanslar alır. Batı’da krallar, Doğu’da sultan ve peygamberler ona yol vermişlerdir. Batı’da İnciller ve Eski Ahit; Doğu’da kutsal kitaplar liderden söz eder. Cifir ve kabala savaşı başlar. Bütün kutsal kitaplar, lideri gösteriyor; bu adla yayınlar yapılır… O kutsaldır. İnayettullah Han, Hindistan’da mehdiliği kıl payı başka birine kaptırınca, Kuran’ın bile onun aydınlığında kuytuda kaldığını söylüyordu. Yemenli az biraz fal ve biraz da annesinden büyü öğrenmişti.

Faşistler vitrinlerini oluştururken gazeteciler, şairler ve yazarlardan bolca istifade ederler. Belediye yazarları türer. Aman yarabbi… Sağcıysa solcu, solcuysa, mistik bir hava içinde liderin dinini tebliğ eder. Hatta sağcıysa, solcu bir yayınevinden kitaplarını çıkartır, arada solcu şair ve yazarlarla fotoğraflar çektirir… Necip Fazıl kötü bir örnek olduğu için burada anmıyorum. Necip Fazıl, sırf “safta”, demek için “lafta” diyen bir adamdı. Herkes onunla iyi geçinirdi, her zaman hükümet neslinde dostları vardı. Ama bugün ki şair ve yazarları görünce Necip Fazıl, ne kadar da okunasıdır, ne kadar da sevilesi… En azından kendi yazdıklarını okuyan biri olarak da alkışlanasıdır.

Belediyeler ve kültür sanat, zaten yeme yeridir. Uyduruk şairler, yazarlar çağrılır, iyi para verilir. Faşizm, yazarın tuvalet kâğıdına döndüğü yerdir… Beyni aç, kalbi aç adımın oysa ekmeğe ne ihtiyacı vardır.
Faşizm hakikat düşmanıdır.

Herkes faşizmde masumiyetten rol çalar. Hastalık zamanlarında faşizm, gövde gösterisi yapar, yoksullar onların dekorları olur. Bütün filmlerini bu dekorun etrafında çevirirler. Birde uyarı tabelaları vardır: Onların incitmeyin. Çünkü onlar, faşizmin işine yarayan cephanelerdir. İstedikleri zaman patlatabilirler.

Faşistler zekidir. Bazen bizim şiirleri okurlar, bizim sevdiklerimizin adını meydanlarda yüksek sesle telaffuz ederler. Senden yanadır. Hatta dersin iki kalbim varsa, birini ona vereyim. Senin şarkılarını söyler ki, zannedersin ilk kez bu şarkı söyleniyordu ve senin en kutsal hakkın olan, eşitlik, adalet ve özgürlük duygunu öyle bir dile getirirler ki zannedersin ilk defa biri senden söz ediyor. Ama hepsi, iktidara gelinceye kadardır. Sana verdiklerini öyle bir alır ki senden, sen bile artık kendinden utanırsın…

Faşizmin geniş imkânları vardır. Örneğin gazeteleri yirmi dört saat kendilerini vaaz eder ve bunun için nöbetçi köşe yazarları ve gazeteciler vardır. Günümüzde ise gazetelere TV’ler ve sosyal medya da eklenmiştir. Onların aleyhine tek bir satır yazamazsın. Nöbetçi savcı ve hâkimlerin gözleri senin üstündedir. TV kanalları ya onları anlatmak zorundadır. Onların dizi filmleri, onların tartışma programları. Diziler tarihten bir yaprak bile olsa, onlara çağrışım yapmak zorundadır.

Faşizm ölüleri sever. Ölüme yatırım da yapar. Bir tek kendi ölmüşleri değerlidir. Toprak bir tek onların ölülerini kabul eder. Senin ölün, hiçbir şeydir. Faşizm fedaları üç beş günlük hapis hatıralarını büyük bir çile dokümanı olarak sunar. Senin mahpusunun onun gözünde bir değeri yoktur. Arada bir görüşmen bile onun lütfü ve keremidir.

Faşizm her yerdedir. En kötüsü de ilişkilerimize sinmiş olmasıdır. Herkesle yolumuz işimiz kadardır. En sevdiğin, işi bittiği zaman sana tekmeyi vuracaktır. Seni sevmediğinden değildir, sen artık işine yaramıyorsundur. Fotoğrafların, albümlerden çıkartılmıştır. Gerçek ise şudur: Sen asla yoksundur, olmamışsındır. Ah o iyi günleriniz, bitiremediğiniz o iyi günler; onlar da faşizmin yaşarken senden yana

olan taraflarıdır…
Faşizm, yenildiği zaman ne olduğu anlaşılır; çünkü yaşarken senden yanadır, seninle ağlar, seninle güler, o güzel günleriniz, masada duran güzel yemekler, taze meyveler gibidir ama bütün bu masadakiler yenildikten sonra, mide bunları yakar, kan ve su için gerekli olanları alır, geriye bir tek şey kalır: Dışkı! Dönüp bakmayız…

Dışkı, yerken mutlu olduklarımızdır. Hatta birbirimize ikram ettiklerimizdir. Somut olarak yiyecek ve içeceklerdir. Sohbetler ve siyaset ve diğer sosyal alanlarda buna dâhildir. Bugünün en büyük hastalığı strestir; alerjidir.

Faşizm bizi hasta eder.

Faşizmi var eden ve büyüten, şimdi, şu saatte bile onun kapısında bekleyenlerdir.

İlginizi Çekebilir

Sami Certel: Asr-ı Saadette bir teneke gaz yağı
Oktay Candemir: Bahçeli’yi Kurtarmak İçin HDP’yi Kapatmak

Öne Çıkanlar