Türkiye’de gazetecilik eskiden beri sakıncalı meslekler arasındadır. Hiçbir iktidar bu mesleği sindirememiştir.
Nedeni…
Her iktidar kendi medyasını sahiplenir ve diğer gazeteciler onların kara listelerindedir. Burada basit bir amaç güdülür.
Amaç salt ruhun sınırlandırılması değildir, herkesin, her yerde, her an kendileri için çalışmasını, düşünmesini sağlamaktır. İsterler ki koşulsuz bir şekilde, herkes onları vaaz etsin…
Bir de buna milliyette eklenince, durum biraz daha netleşir: Eğer onları vaaz etmediğinde, kapında bir yığın suç/ itham bulunacaktır. Gittiğin yer suç mahalline, yaptığın haber, yazdığın yazı, çizdiğin karikatür dokümana dönecek ve hakkında hayli kalın bir dosya oluşturulacaktır.
Kafalarına göre Kürtler, gazeteci değildir. Türkiye’de şöyle bir klişe de geliştirilmiştir: Kürt gazeteci!
Bunu diyerek, Kürt basını göz ardı edilir, bunu diyerek devrimci basın…
Cumhuriyet’te çalışan birine Türk gazeteci denilmez. O bir gazetecidir. Türk basının da bir emektarıdır.
Ama Kürt olunca, Kürtlük gazetecilikten puan götürür, milliyeti, yaptığı mesleğin önüne geçer ve böylece, gazetecilik Kürtler için bir meslek olmaktan çıkartılır. Devlet için onlar gazeteci değil, terörist; karşı taraf için onlar Kürtlükten ibarettirler…
Bir yanda meslek, diğer yandan Kürtler, kimlik olarak aşağılanır. Hatta bu biraz daha ileri gider: Benim Kürt arkadaşlarım vardır. Bizim gazetemizde Kürtler çalışır…
İktidar da bunu zaten 90’lı yıllardan beri söyler: Onlar gazeteci değildir, militandır.
Böylece ince bir “ırkçılık” başlar.
Bu aynı zamanda Kürtlere karşı işlenmiş bir suçtur ama mahkeme edecek bir güç, buna itiraz edecek bir akıl bulunmaz.
Giderek bu söylem, bu dil, hatta bu kültür, hiç farkında olmadan bir eğitim aracına döner: Herkes Kürtleri, kendince eğitiyor, terbiye ediyor, hudutlarını belirliyor, biçim veriyordur…
Bununla çok şey ifade ediliyor; bu bizim gibi olmayan, benden olmayan, mesleğe dahil edilmeyendir…
Hiç farkında olmadan bunu, bize en yakın olan kimseler de yapar; bu deformasyon, biraz daha ileri, giderek iktidarın gizli ortağına kadar gider…
Başka sakıncalar da vardır, Kürtlerin üretici olduklarını göz ardı etmek…
Kürt gazeteci olamaz!
Onun yaptığı haberde, yazdığı yazı da aslında Kürtlükle ilgidir ve gazetecilik, buraya kadar daraltılır… Çünkü gazetecilik onların işidir ve onlar, meslek olarak gazeteci, Kürtlerse, Kürt gazetecidir… Yani onlar gerçek doktor, bilim adamı; Kürtlerse, halk hekimi, kırık çıkrıkçı oluverirler.
Biz ve onlar ayrımı da işler.
Kürtler, Kürt gazeteci denilerek toplumun ve haberin dışına itilir; ikincisi, Türk basını vardır ve Kürtler, Kürt gazeteci denilerek onların dünyasına ya eklenir ya da mesleki olarak ebedi kalfa olarak yerlerini alırlar. Bu bizden yana görülen bir tavırdır. Bu ayrım derinleşir… Örneğin arada bir Kürtlere kendi gazetelerinde yer verirler ama burada teliften söz etmezler. Ama kendileri, onların deyimiyle bir Kürt televizyonuna çıkar, bir şeyler yorumlar, bir Kürt gazetesine bir yazı yazarlarsa, emekten söz ederler, daha evlerine varmadan, paralarının hesaplarına geçmesini isterler… Adına da dayanışma derler.
İkincisi iktidarın tavrıdır. İktidar, kriminal bir fon üzerinden gazetecileri suçlu, örgütlü bir hale getirir ve mümkünse, ağır cezalar verir.
Burada gözden çıkartılan şey haberdir, çizgidir. Yani bu, şu demektir: Ahmet Sümbül gazeteci değildir, yaptığı haberler Kürtlerle ilgilidir, Ahmet’in kendisi de gazeteci değildir… Doğan Güzel karikatürist değildir. Kürt olmak, örgütle ilişkilendirmektir ve suçta hazırdır. Buna toplumu da alıştırırlar… Niye mi sahte bir imaj uygarlığı yaratmak için, onlar gazeteci, diğerleri değiller… Sahte bir gerçek uydurup, toplumu da buna ikna etmeye çalışıyorlar.
Oysa gelin ve bir haber rekabetine girelim, tek ölçü de hakikat olsun…
Burada Ahmet ve Doğan devreye girer, ikisi de 34 yıldır mesleklerini ircaa eder. Bir doktor hastasına karşı ne kadar hassassa onlarda yaptıkları habere, çizdiklerine o kadar hassastırlar. Ahmet’in tek bir haberine bu güne kadar tekzip gelmemiştir; tek bir tekzip vardır, o da suç Ahmet’in inançlarıdır ki bu inanç gazeteci refleksi/ gazeteci etiğidir, yalana bel bağlamaz Ahmet, hakikat için de gözünü budaktan esirgemez. Ahmet’in başta Diyarbakır olmak üzere bölgede gitmediği bir yer, el atmadığı bir mesele yoktur… Sorun şu: Ahmet, Diyarbakır’da ikamet eder ama yaptığı hiçbir haber yerel değildir, burayla sınırlı kalmaz ama artık meslek, meslek olmaktan çıktığından, haber şov, gazetecilik şovmenliğe döndüğünden, Ahmet iki de bir gözaltına alınır…
Yıllar önce, bizim ilk ustamız Ragıp Duran, yanlış hatırlamıyorsam şöyle bir şey yazmıştı, demişti, devletle gazeteciler arasında uzlaşılmaz bir çelişki vardır: Devlet, özellikle kendi aleyhindeki bilgileri gizlemeye, tahrif etmeye ya da bozmaya çalışır, gazeteci ise tam tersine bütün bu bilgileri tam, eksiksiz ve çarpıtılmamış haliyle kamuoyuna iletmeye çalışır…
Sorun ne?
Savaş ve gazeteciliktir. 90’lı yıllarda bazı gazeteciler şunu söylüyordu: “Önce askerim sonra gazeteci.”
Ahmet’te Doğan’da, önce gazeteciler, asker değiller, bu yüzden gözaltındalar…