Nice yol gitmeli ki insan
Ona insan denebilsin
Nice denizlerde süzülmeli ki beyaz güvercin
Gün gelip kumsala konabilsin
Nice zaman atmalı ki top mermileri
Sonsuza dek yasaklanabilsin
Sonsuza dek yasaklanabilsin
Yanıtı dostum esen yeldedir
Yanıtı esen yeldedir
(Bab Dylan, Blowin’in the wind, Türkçesi, Gökalp Baykal)…
Mahsa Emini gözaltına alınıp katledildikten sonra belleğimiz burada atmaya başladı. Hiç anlamasak bile, birçoğumuz İnternational İran TV’yi sabahlara kadar izledik; az Kürtçe, az Türkçe, az divan edebiyatıyla konuşmalara kulak verdik, görüntüleri izledik ve birçoğumuz ilk kez bu kadar çok sosyal medyaya baktık… Hakla, hakkı ve Allah’ı bilmeyenler arasındaki bir savaştı bu.
Savaşın sonu bellidir. Teokrasi kaybetti. İnandıkları tek şey: Dünyaydı ve bu dünyanın onlar için yaratıldığına inanıyorlardı, onların imanıyla da dünya ayaktaydı. O dünyaları bitti. Dişini kan değmiş kurt gibiler şimdi. Bir süre sonra kendi kendilerini yiyecekler.
İran rejimi Eylül’ün 13’ünden beri onlarca insanı katletti. Dünya kadınları dur demese daha da katledecek. Sınır tanımıyorlar.
Hamile bir kadını öldürdüler. Bu kadının adının bir önemi yoktur. O hepimizin annesi, kız kardeşidir. Kadının, ölmeden doğan çocuğuna birkaç saatliğine sevindik. Hayat dedik, biri ölürken, birini verdi bize; bir teselliydi bu… Sonra dünyaya bir süreliğine gelen, bu adı bile konulmayan bebek de öldü. Bu bebeğin annesini öldürenler, akşamleyin eve gidince, hangi yüzle çocuklarının, eşlerinin yüzlerine baktılar. Bu bir soru değildir ama insanın içinden işte böyle ham şeylerde geçiyor.
Bilmez de değilim, bilirim; herkes bilir; teokrasi kanla beslenir. Bir kan ülkesidir İran! Dünyanın belki de en büyük mersiyelerinin yakıldığı İran’da, şimdi, öyle bir mersiyeler yakıyor ki, Kerbela şehitleri acıdan kulaklarını tıkıyordur. Bu birkaç saat yaşayan çocuğun nefesi ve bu katledilen çocuğun annesinin nefesi karşısında hangi insan, hangi insanlık onuru dik durabilir? Hafız! Şöyle diyordu: “Ey ki dayim behiş mağruri/ Ger tura ışk nist ma’zuri” (Ey daima kendisini beğenen, mağrur olup duran kişi, sende aşk yoksa mazursun).
Barbarlıkta sınır tanımıyorlar. Kadınlardan korkuyorlar; mezarlıklarda yalnızca mersiyeler yakmıyor kadınlar, sokaklara çıkmışlar, Allah’ı ve insanı onlar temsil ediyorlar… En çok gurur duyduğum erkeklerle el ele taş atanlar ve kadınlara gelen taşları göğüsleriyle karşılık veren genç erkekler… Bütün İran rejiminin koltuklarında oturanlar, bu gençlerin tırnakları arasındaki kir bile değiller… Onlarla yaşamaktansa, onlar gibi yavan ve yanlış olmaktansa ölmeyi göze almak gurur vericidir; kahraman, cennetten gelmez, işte böyle cehennemlerden çıkar…
Ölmek, böylesi zamanlarda düğündür. Onlara gökyüzü de yeryüzü de, Allah’ta şahittir; öyle bir şey varsa, onlar şehitler. Bir ülkenin, bir bayrağın ya da bir partinin, bir ordunun da değil, insanlığın şehitleridirler.
Ölenlere üzülmüyorum ben; ölenleri kıskanıyorum, onlar gibi ölme şerefine nail olmadığım için utanıyorum hatta. Üzüldüğüm, içimin yandığı gözaltına alınan, hapse atılanlardır…
Humeyni başa geçtiğinde, tecavüzü yasallaştırdı, uygulamaya muhaliflerden başladı. Onun yasalarını kabul etmeyenler hapishanelere atıldı. Çırılçıplak soyma, gaz odalarında işkence yapma aldı başını yürüdü. Onlarca kişi işkencede öldürüldü. Mallarına el konuldu. Çünkü bu mallar, ganimetti. Kadınlara ayrı bir hukuk uygulandı. Teokrasiye göre, bir kadın eğer bakire değilse, cellat ona tecavüz eder; bir gün sonra ailesine tatlı gönderir, bu şu demektir, eğer kız cehennemde cezasını çeker, pişman olursa, belki cennete de gidebilir; teokrasiye göre, imanı, yerine getirmedir bu. Şeriata karşı olanlar, “Müslüman” mezarlığına defnedilemez… Onlar, yani Kürt isyancılar yani komünistler, “Lanet Abad” mezarlığına gömülürler. Ziyaretçilerin buraya girişi de yasaktır. Burada kimse ölüsünü arayamaz… Ne bir mezar taşları vardır, ne gidip mezar taşına dua okumak…
Şimdi, gözaltındaki kadınlar, dünyadan yardım talep ediyor. Tanıdıklar üzerinden aldığımız bilgilere göre kadınlar tecavüz tehdidi altındalar. Şu ana kadar gözaltına alınanlara yapılan işkencelerin haddi, hesabı yoktur: Falaka, erkeklerin cinsel organlarına elektrik verme, haya burma en hafif olandır. Kadınlara ayrı hukuk uygulanıyor. Başörtüsünü çıkartanlara elektrik veriliyor, kamçı atılıyor. Üzüldükleri, artık insanlıktan çıkmış, kimi kadın polislerin bu işe alet edilmeleri. En çok korktukları, duyduğumdan beri de kulağımdan hiç gitmeyen şu söz: “Sesimizi kesmesek bize tecavüz edecekler…”
Kadınların saçlarından bu kadar korkuyorlar… Silahlarıyla, askerleriyle, iş birlikçileriyle, akla hayale gelmeyen uygulamalarıyla baş edemediklerini böyle sindirmek istiyorlar.
Dünya, kötülüklere boyun eğdiğimiz bir yer değildir. Kötülüklere karşı geldiğimiz bir yerdir. Dünya saçlarını bayrak yapan kadınlarıyla onurludur. Roza Lüxemburg başıyla dipçikle vurulup öldürüldüğü zaman yanı başında evet, yoldaşları vardı ama kadın sayısı bir elin parmakları kadardı. Şimdi kadınlar var, genç kızlar var. Her gün genç bir kız saçlarını kesiyor. Her gün dünyanın farklı bir ülkesinde bir kadın ya da erkek saçlarını kesiyorlar. Onur tanımlandığı zaman, öldürülen genç kızlara omuz vermek akla geliyor şimdi. İran rejimi de Cuma günlerini kolluyor, fetva verdiriyor. Din onlar için bir benzindir, işlerine yarıyor. Askerini, polisini, bil fiil parayla tuttuğu, halk arasına sızdırdığı hainleriyle iş tutuyor ve gencecik kızlara mermi sıkıyor. Din diye uydurduğu, yeniden icat ettiği bir dine göre hareket ediyor; hukuku, eğitimi sağlığı bunun üstüne kuruyor, ukala bir ruhban sınıfı ve gözü dönmüş paralı askerleriyle şiddette sınır tanımıyor. Buna devlet diyorlar.
İran’daki kadınlar ne istiyorlar? Bir defa bedenlerine sahip çıkıyorlar; ruhlarının evi olan bedenleriyle ilgili rejimin karar vermesini istemiyorlar. Sırf kılık kıyafetlerinden dolayı gözaltına alınan arkadaşlarının serbest kalmasını istiyorlar; başta Mahsa Emini olmak üzere, öldürülen arkadaşlarını, kimin, neden öldürdüğünü bilmek istiyorlar, adil bir mahkeme talep ediyorlar. Ülkelerinde adil bir yönetim istiyorlar. Eşitlik ve özgürlük istiyorlar. Buna engel olan kimselerin posterlerini yakıyorlar. Posterlerde Humeyni ve Kasım Süleymani var. İkisi de şiddete gönül vermiş kimseler. İki gün önce bir askeri komutan, askerlerine Süleymani adıyla emir veriyordu; askerleri, ona layık olmaya çağırıyordu. Neydi bu çağrı, tek kelime: Öldür! Kadınlar, başörtüsüne karşı değil, isteyen takar, isteyen takmaz diyorlar. Mağazalarda kadın elbiselerine gelen sansürün kalkmasını istiyorlar. Kadınların iç çamaşırına sınır koyup böylece iktidar olduklarını belgelemenin utanç verici olduğunu dile getiriyorlar.