Haftada birkaç gün sahafları gezerim; kitaplara bakarım, kimi konularla ilgili koleksiyonlar yaparım, en son hayalle ilgili kaynak kitaplar ararken 1934 yılında yayımlanmış, bir kitaba rastladım. Kitap bin adet tabedilmiş, Kariya yayınevinin Manevi Hastalıklar Serisi’nin ilk kitabı olarak neşredilmiş, adı: Hayal Kurma Hastalığı…
Kitabın yazarı ilginç bir adam, adı Abdullah imiş, sonra Cumhuriyet’le arası bozulmasın diye bu adı Sadullah yapmış: Sadullah Uçman. Kitabın girişteki tanıtım yazısına bakılırsa, “bu eseri, 41 yaşında yazmaya başlamış, 42 yılında bitirmiş, 43 yaşında neşretmiş.” Yine giriş yazısına bakılırsa soyadını Mustafa Kemal ona vermiş.
Kitap sular seller gibi akıyor, kitap bitince bugünün insanın en büyük sorunun bu olduğu (hayal) kanaati hâsıl oluyor. Ben de kitabın kenarına şunu kaydettim: “Umut ve beklentiden sonra hayatından hayal kurmayı çıkart!” Bunu Sadullah Bey’e borçluyum. Artık hayatımda hayal ettiğim bir şey yok.
Sadullah Bey, en büyük düşmanın cehalet olduğunu belirtiyor, bir doğudan, bir de batıdan kimi örnekler veriyor. Kâmili diye bir şairin iki mısrasını anıyor: “Olam dersen şu dünyada safada/ Cahile eyleme halin ifade…” Batı’dan da Senaca’dan şu sözü: “Cahillik dertlerimiz için etkisiz bir ilaçtır.” Cahillik bahsinde finali Levni oluyor: “Kendinden gayriyi beğenmez cahil/ Kendi çalar kendi oynar demişler…” Cahil için Karahisarlı Abdurrahim’den de arada söz ediyor. Karahisarlı, cahilin alemde meramını asla bulamayacağını söylüyor. Nedeni şu: Hamlık… Yurdumuzun dört bir yanı hamlarla dolu…
Sadullah Bey, elbette Hz. Ali’den de söz ediyor. Hz. Ali, diyor ki, “İnsan, cahili olduğu şeyin düşmanıdır.” Muhammet’ten de bir alıntı yapıyor: “Cahil, cesur olur.”
Ne demeli, özlü sözler.
Sadullah Bey, çok alıntı yapıyor, cahilden sonra gevher/ cevher kavramı üzerinde duruyor, bunu da yine bir alıntıyla destekliyor. Zarifi’den bir örnek veriyor: “Sarraf anlar dürr nedir cevher nedir…”
En son hayale geliyor. Ediplerin hayali abarttıklarını düşünüyor. Yahya Kemal’e kızıyor. Hatta arada onunla konuşur gibi yazıyor: “Ne demek” diyor, “insan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.” Ekliyor, Hayali’ye de kızıyor. Ona da “ne demek” diyor, “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer…”
Burada bize biraz düşünme payı veriyor. Batı’ya dikkat çekiyor. Montherlant’un birkaç yıl önce yayımlanmış Les Jeunes Filles (Genç Kızlar) adlı romanın analizini yapıyor. Kitabın nasıl eline geçtiğinin hikâyesini anlatıyor. Mal Müdürü olan arkadaşı Sadi, Kantar Memuru olunca bu kitabı okumuş, o da bu vesileyle kitaptan haberdar olmuş. Bir gece yarısı Sadi Bey kapısını çalmış, elinde bu kitap, demiş, “hür olmak isteyen bir erkek, kadınlarla istikrarlı bir ilişki kurmamalıdır.”
Neden?
Nedeni “eğer” demiş “kadınlarla ilişki kurarsan, sonuçta boyun eğen bir varlık olacaksın.”
Eklemiş: “En sonunda nebat!”
“Beşer” diye de hayıflanmış.
Sadullah Bey, Montherlant’a sevmiyor. “Bu adam” diyor, “bencildir, kadın düşmanıdır. Bu adam tabularımıza dokunuyor.”
Daha da bir sürü şey söylüyor. “Montherlant’ın “dolu yaşamdan” kastının batının bir icadı olduğunu da ekliyor.
Sadullah Bey, Montherlant’tan hayalle ilgili bir alıntı yapıyor, “Hayaller tatminsizlikten doğar, her bir şeyi yerinde olan adam hayal etmez…” Montherlant’la ilgili kısmı da şöyle bitiriyor: “Bedbaht bir hayatı olmuştur, kadınlardan umudu kesmiştir, sonra homoseksüel olmuştur.”
Sadullah Bey, Cenab Şahabettin’e ayrı bir kıymet veriyor, “Hayalle yola çıkan menzile eli boş döner…”
Türklerin batı ayarındaki filozofu olarak Cenab’ı gördüğünü önemle belirtiyor. Kitabın ilk kırk sayfasında bunlar var.
Sadullah Bey, bu kitabı yazma nedeni olarak Şark İslam Klasiklerinden Kindi’nin “Uyku ve Rüya’nın Mahiyeti” adlı risalesini örnek aldığını dile getiriyor. Farabi ve İbni Sina’dan çok etkilendiğini belirtiyor. Kindi’yi önemsediği açık, onun “hayal” için kullandığı, “nesnelerin gayri maddi suretlerini bize kazandıran güç” ifadesini sıkça yineliyor.
Sadullah Bey, hayale arada “formalite” dediği oluyor. Kindi’nin tevehhüm (fantezi) kavramına değiniyor, bunun, tahayyülle aynı anlama geldiğini belirtiyor.
Kimi yerlerde “fasa fiso” diyor. Sadullah Bey, Aristo’yu sevmiyor, onun duyularla idrak edilmeyenin, hayal edilemeyeceği fikrine “fasa fiso” diyor. Kendisi burada biraz daralıyor, hem ondan alıntı yapıyor, hem eleştiriyor; her şeye “idrak” diyor ama bunu açmıyor. Kindi, hayale, “rüya” diyor. Kindi’yle de tartışıyor. Nefis bahsinde anlaşamıyorlar.
Niye anlaşamadığını anlamıyorum. Nefis, insanları uyanık tutar. İnsan nefsi her şeye göz koyar.
Sadullah Bey’e göre hayal kurmak, insanı günlük yaşamdan kopartır. Hayal, yaşama öyle bir darbe vurur ki ne olduğunu anlayamazsınız…
Hayal kurmayın!
Sadullah Bey diyor ki, hayal kurmak hastalıktır; fantezi kurmayın, ne iseniz onunla yetinin. Hayal, ne olmadığınızdır, ne olmayacağınızdır. Hayal kurarken dikkatli olmalısınız. Gerçekle ilgisi yoksa sıkıntıya düşersiniz, ya kilolu ve aptal ya zayıf ve sinirli olursunuz… Yapmayın.”
Baş üstüne!
Sadullah Bey’e göre hayal kurmak bizi uyumsuz yapar. Dinlenen biri olursunuz ama sözü para etmeyen biri olmaktan kurtulamazsınız. İnsanlar sizi dinler gibi yapar. Oysa sizi dinler gibi görülenlerin, yaptıkları tek şey vardır: Boş zamanlarını sizinle geçirmek.
Baş üstüne!
Sadullah Bey diyor ki, “o sizi dinleyen, kalkıp gider, sonra siz kendi kendinizle konuşur hale gelirsiniz.”
Ekliyor, “Yanınızdan kalkıp gider, halinizi görünce, bir tek şey yapar: Güler…”
Sadullah Bey diyor ki “hayalin en büyük nedeni kendi kendini büyük göstermektir.”
Bu ona göre bir süre işe yarar, sonra dalga geçilen biri olursunuz…
Devam ediyor: “Ciddi şeyler, büyük buluşlar yapabileceğiniz zekânız heba olur, birden çevir de kazı yanmasın denilen biri olursunuz.”
Sadullah Bey, klinik çalışmalarına da değiniyor. Fransa’da yapılan bir araştırmadan söz ediyor. Bu araştırmaya göre geçmiş travmalar hayali tetikliyor…
Sadullah Bey biriyle iki hafta konuşuyor. Bu adamın babası onu mektebe kaydetmiştir, oğlunun baytar ya da hekim olmasını arzulamıştır ama bu kişi ikisi de olmamıştır; o zamanlar moda olan fikirlerden (batı menşeli) etkilenmiştir, filozofların adını öğrenmiş ama bunları ne okumuş ne de okuyanları dinlemiştir, kendini birden onlardan biri saymıştır, ünlü kimselerle kendini emsal tutmuştur, kimin adını gazetede görse, yakınımdır demiştir…
Sadullah Bey, not düşüyor: “Bu hastalığın tedavisi maalesef yoktur.”
“Bu tedavisi yoktur” ifadesini uzva benzetmiştir: “Ya küçük ya büyüktür. Bundan kaçarak ne büyük olur, ne de küçük olunur.”
Hayal kurma hastalığıyla ilgili kimi tetkikler yapmıştır. Hiç konuşmadan hayal kuranlar, konuşarak hayallerini dile getirenler…
Şairler Sadullah Bey’e göre konuşmadan hayal kuranlardır, zararları sırf kendilerinedir. Konuşarak hayal kuran kimseler de yalancı ve soytarılardır.
Şairler, yalnızlığı seçer; yalancı ve soytarılar ise kalabalıkları…
Yalancılar ve soytarılar, her yerde kendilerine zemin arar, iki şeyle var olurlar: Yalancılık ve soytarılık. Bunlar her konuda konuşurlar, herkese anlatacakları bir hikayeleri vardır.
Şairler, saatlerce hayal kurabilirler. Bir şeyi kendilerine dert edebilirler, bir ağacın, bir taşın üstüne yağmur yağıyor, soğuk, donuyor diye günlerce ağlayabilirler… Hatta ceketini bir taşın üstüne atıp üşümesin diyen şairler vardır. Zararsız hastalardır. Dert ararlar ve dertleri, hayal kurarak bulurlar. Şairler, Sadullah Bey’e göre uyumsuz kimselerdir.
Yalancı ve soytarıların hayalleri, kendilerine yer bulmaktır, yer aramaktır… Soytarılar ve yalancılar uyum ararlar…
Sadullah Bey’e göre filmlerin ve kitapların da hayal kurmada rolleri vardır. Her gün bir film izleyen adamın bir gerçeği kalmaz. Kızların evden kaçma nedeni filmler, romanlardır. Bunlar Batı icadıdır. Namık Kemal yerine, Halit Ziya’nın evlatlarıdırlar.
Sadullah Bey diyor ki “işsiz adama film izlet, ali kıran baş kesen olur.” Tarzan filminden sonra İstanbul’da önüne gelen Tarzan olmuştur. Ayakları kırılanlar, ben Tarzan’ım diyenler.
Sadullah Bey’e göre hayal kuran insanlarda dikkat eksikliği vardır. Yalanlarını dinlemeyen kimseleri düşman bellerler. Bu konuda bir hastası vardır. Bu hasta kendini şehremininin sağ kolu olduğunu anlatır. Bu şehreminin kulağına gider. Bir keresinde abartmıştır. Karakolluk olmuşlardır. Şehreminin bir kızı vardır, onunla evleneceklerdir. Sonra bir gün şehreminiyle birlikte hamama gitmişlerdir. Sen kesele, ben kesele derken olan olmuştur. Bunlar şehreminin kulağına gitmiştir…
Sadullah Bey, ilmi çalışmalardan besleniyor. İsveç’te yapılan bir araştırmaya değiniyor. Bu araştırmaya göre hayal kuran kimseler oburdur; bunlar, fluvoksamin diye bir ilaçla tedavi ediliyor. Yine Davos’ta yapılan bir araştırma var. Hayal kuran kimseler saplantılıdır; senin neye dikkatin varsa, onu dağıtırlar, seni, kendine çekmek için, her yola başvururlar; dikkat etmek gereklidir; Sadullah Bey’e göre, bunlar gizliden senin kuyunu kazarlar…
Sadullah Bey’e göre hayal kuran kimseler karmaşık kimselerdir. Geleceklerini düşünürler, çoluk çocuklarına bir gelecek hazırlarlar. Gerçekleri olmadığı için, hayal onlara başkasının gözüyle bakma şansı da vermiştir. Not düşer: Aşırı olmama kaydıyla.
Hayalle gerçeği ayırt etmenin yollarını sıralıyor Sadullah Bey, “bu adamlar, ellerini sıkça kullanıyorlar, hep yanlarında hayallerine evet diyecek birilerini arıyorlar…”
Sadullah Bey, çok şey söylüyor. Türkiye Cumhuriyetine de bir nasihatte bulunuyor, diyor ki “eğer insanları idare edeceksen, hayallerini kullan…”