Fe bima rahmetin minallahi linte lehum, ve lev kunte fazzan galizal kalbi lenfaddu min havlik, fa’fu anhum vestagfir lehum ve şavirhum fil emr, fe iza azamte fe tevekkel alallah, innallahe yuhibbul mutevekkilin. (Ali İmran Suresi, Ayet 159.)
“Demek ki mahza Allah’tan bir rahmet iledir ki sen onlara yumuşak bulundun, eğer katı yürekli bir nobran olsa idin elbette etrafından dağılmış gitmişlerdi, o halde kusurlarını afvet de günahlarına istiğfar ediver ve emirde reylerini al, sonra da azmettin mi artık Allaha mütevekkil ol, çünkü Allah mütevekkil olanları sever” (Elmalılı Hamdi Yazır, Kuran’ı Kerim ve Yüce Meali).
Lehum: Obur, çok yiyici.
Lehüm: Onlara, onlar için.
…
Al-i İmran, Kuran’ın üçüncü suresidir, toplam 200 ayetten oluşur. Medine’de inmiştir. Konusu, İmran Ailesi’dir. İmran, kimine göre Meryem’in babasıdır. Tıpkı Adem, Nuh ve İbrahim Ailesi gibi İmran Ailesi de üstün bir ailedir. Diğer iddia İmran’ın Musa ve Harun’un babası olduğu yönündedir. Denilene göre bir Hıristiyan Medine’ye gelmiş Muhammet’le tartışmış, peygamberin, peygamberliğini kabul etmediğini söylemiştir. Bu yüzden Al-i İmran, Yahudi ve Hıristiyanlarla, peygamberin diyalogu olarak da bilinir. Lehum burada belirir, kabul etmeyenler, onlardır: Yani, Arap ve Müslüman olmayanlar, surenin temelini oluşturur.
Onlar nedir?
Onlar, zamirdir; zamir, varlıkların adları yerine geçer, adıl!
Arapçada bu zamir, hum olarak bilinir. Bununla ilgili bir kitap, sağlam bir makale günümüz için mevcuttur: Cemil Oktay, Hum Zamiri’nin Serencamı (Bağlam yay., 1991); Murat Sevinç, Anayasa’yı “Suçluluk Aynasında Kendi Hayalimizi Geride İtmeden” Konuşabilmek ( Birikim Dergisi, sayı 406- 407).
Surenin, Osmanlı, sonra Türkiye’nin gündemine gelme nedeni Anayasa’dır! Cemil Oktay’a göre hum, Kanuni Esasi’nin ilan edildiği (1876) tarihten bu yana güncelliğini korumaktadır. Ayrıca Ebu Suud Efendi’de sıkça, humdan yola çıkar; tebaaya bağlı ama tebaanın dinini iman etmemiş kimseler, onlar!
Ayetin omurgası şu ifadedir: “Bir hüküm verilirken, bir şey yaparken onlara danışınız.”
Onlar Müslüman/ Arap olmayanlardır. Müslüman olmayanların sıfatları açımlanır; onlar, fesat erbabıdırlar.
Hum katliamların yedek gücüdür. Katliam öncesi iktidar, bunu söyler: “Dinledik ama onlar bizi dinlemediler…”
1920’de, hum tekrar karşımıza çıkar; bu sefer konu ulusal egemenliktir. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti azaları bağırır: “Hakimiyet bila kayd-ü şart milletindir.” Millet denilirken, akla tek millet gelmektedir, Türkler; onlarsa, vasaldır; biat etmeleri gerek!
Dikkat edilirse bir formül vardır. Müslüman’ın yerine millet, Türk milleti gelmiştir ve bu yasayla güvence altına alınmak istenmiştir. Şerif Mardin’in daha öncesini de ele alırken söylediği şu ifade can alıcıdır: “Jön Türklerin derin özlemlerinin hürriyet olmuş olduğu doğru değildir.”
Hürriyet, herkesi kapsar ama onlara tanınan, onların hak ettikleri doğal bir hürriyet söz konusu değildir. Humdan istenen kendi hâkimiyet alanlarına bağlılıktır: Türk ve Müslüman olmayanların verdiği destek, güçlerini bildirir. Hatta bir haklılık belgesidir: Aramızda kimi Kürtler var, aramızda Ermeniler var! Talat Paşa’nın son güne kadar poker arkadaşları Ermeni ileri gelenleriydi. Abdülhamit’i indirenler arasında bir tek Türk yoktu. Hum, burada Türkün işine yarayanlardır. Sırasında dinlenmiş kimselerdir…
1920 öncesi olaylar: Tehcir. 1920 sonrası olaylar: Katliam. Egemenlik hakkı: Türk halkının.
İktisadi hayat: Türk halkının. Fabrikalar: Türk halkının. Türk olmayan bölgeler: Mahrumiyet Bölgesi.
Kırklı yıllarda onları, dinlenmeye karar verirler. Demokrat Parti Ermeni, Rum ve Kürt vekiller çıkarttır. Çoğumuzun dedesi bu partiye oy verir, hapis yatar. Dedelerimiz, dinlenmişlerdir…
27 Mayıs’ta sağcılar ve solcular (Cemal Madanoğlu ve Alpaslan Türkeş) bir araya gelirler: Hum, yeniden gündemdedir.
TİP’te kurulmuştur: Kürtler, burada yer almışlardır, burada yer alanlara “aydın” denilmiştir. Humun gizil gücü buradadır: Burada yer alan işçilere sınıf denilmiştir. Darbenin asıl amacı, bölge ve kitle yaratmaktır: Sanayi bölgeleri ve zümreler…
61 Anayasası iddia edilir ki halk tarafından yapılmıştır.
Türkiye’de sivil sıfatı önemlidir. Sivil, üniformayı çıkartan ama ruhuyla askeriyeye bağlı olandır. Milli: Bu bağlılıktır. Askerin, milletiyle çok yaşamasıdır. 27 Mayıs darbesi yıllarca bayram olarak kutlandı, oysa üç kişi asılmıştır. 27 Mayıs’ı yapanlar, asılanlar için şunu dile getirmiştir: Maliyesi Cavit Bey’dir. Cavit, humdu…
Yetmişli yıllarda, hum kendini gerçekleştirme adına yola çıkar: Öğrencilerden, köylülerden, işçilerden, Türkiye’deki sosyalistlerden beslenir. Güçlenir. Ama!
12 Eylül, huma karşı yapılır. Mustafa Kemal’in nutukları, söylev ve demeçlerinin okullarda ders kitabı olarak okutulması istenir ama konsey buna karşı çıkar: Çünkü burada Kürtlerden söz edilmektedir: Üç cildin, ilki yayımlanırsa olmaz mı tartışması yapılır. Ama humun, “bir şey yaparken onlara danışınız” hükmü diri tutulur: İtirafçılık, koruculuk vs. Onlara danışılır! Kazım Karabekir, nasıl ki onlardan gürbüz evlatlar çıkartmışsa, 12 Eylül’de onlardan bir ordu yaratır. Hatta onlardan birini ileri göreve atar: Avcı birliklerinin, koruculuğun babası Turgut Özal’dır. Özal, ne zaman çözüme yanaşsa, gider!
Hum, kulak verilendir; sözü dinlenilmez. Bir süreliğinedir. Ortaya çıkışıyla, “kullanılma” tarihi üzerinde yazılmıştır.
Şimdi, hum yeniden gündemdedir. AKP karşısında duran Millet İttifakı, yalnızca, şu an, vaatlerde bulunuyor ve biz, onlardan, yalnızca bizi dinlemelerini istiyoruz. Hum, bu kadar çaresizdir. Millet İttifakı Kürtleri istemiyor, hassasiyetleri var, bu hassasiyetlerini söylemiyor da: İyi Parti var! İyi Parti, Kürtleri istemiyor. İki gün önce dağılan, sonra yineden toparlanan masanın bilinçaltında Kürtler yoktur ve dahası, Kürtlerin büyük oranda oy verdiği HDP’de yoktur. Masa dağılınca, herkes hum üzerinden hesap yaptı, masa yeniden kurulunca hum, unutuldu!
Kartlar yeniden karılmıştı ve bizi bir ara, eğer canları ister, eğer oylarından bir düşüş olur ve iktidara gitmelerine eksik birkaç çivi kalırsa dinleyeceklerdi. İttifakın iktidara karşı karşıtlığı vardır ama bu kendi karşıtlıklarıdır; adalet mi, onların tutukluları vardır, Kürtlerin tutukluları söz konusu edilemez.
Bugün itibariyle seçim gündemine girdik; partiler, adaylar çok konuşulacaktır. Kürtler dinlenecek mi yoksa Kürtlerin altı mı oyulacak? Kürtlerden istenen hiçbir şey istemeden, istediklerini vermektir. İstedikleri, Kürtlerin bir adayının olmamasıdır…
Daha öne yazdığım bir birkaç şey vardı, tekrarlamakta yarar var: HDP, altılı masa endeksli bir politika yürütür ve nasıl olsa yüzde yedi barajı aşıyorum duygusuyla hareket ederse çok kan kaybeder. Bir kadın aday gösterir ve bunu, sonuna kadar yürütürse, yüzde on beşi geçer. Yok, eğer, bunu yapmazsa Aleviler haklı olarak, bileşenler de fırsat diye CHP’ye giderler; üstelik senin yanında görüle görüle giderler. Ayrıca gidenler olur ve gerekçeleri de hazırdır: AKP gitsin.
Sorun AKP’nin gidip gitmemesi değildir. AKP’nin yerine gelecek olanın bizi ne kadar dinleyeceği de değildir. Sorun şudur: Genel aftır, Suriye’dir, sen buna ne diyorsundur?