Müslüm Yücel: İran’da putlar yıkılıyor

Yazarlar

 

Mahsa Emini’nin katledilmesinden bu yana her kentte, her kasabada, güç imkânlarla da olsa putların yıkıldığına tanık oluyoruz. Zor ve kanlı bir süreç olduğu da açıktır; İran şiddette sınır tanımıyor. Yüzlerce insan gözaltına alınıyor ve bunlara en akla gelmedik işkenceler yapılıyor, gözaltında kayıplar yaşanıyor: Nika Şakarami, bunlardan biriydi. Nika, 20 Eylül’de gözaltına alınıyor, sonra cesedi nezaret morgunda ortaya çıkıyor. Nika’yla gözaltında işkence yapılıyor; başı eziliyor. Aile cesedi alıp defnetmek istiyor ama ceset başka bir yere gömülmüş… Dahası aile bireyleri de gözaltına alınıyor. Bunun yanında İran, katliam yapıyor; Güney Kürdistan’a saldırıyor. Sosyal medyada, saldırılardan biri yayımlanıyor: Askerin teki üç kez “Allah” adını söylüyor, üç kez “peygamberin” adını söylüyor, sonra, ateş emri veriyor. Köyler, kasabalar, şehirler vuruluyor, çocuklar, kadınlar, yaşlılar öldürülüyor; geçen hamile bir kadın katledildi, çocuğu bir gün yaşayabildi; bu çocuğun babası, bir eliyle eşinin tabutuna omuz veriyor, bir elinde sabisi… Utanç, İran diktatörlüğü karşısında anlamını yitiriyor.

19’uncu yüzyılın Fransa’sında kent örgütlü insanların merkeziydi; direniş buralardaydı ve buralardan yola çıkılarak pek çok tablo üretilmişti. Bunlardan en ünlüsü Eugene Delacroix’ın Halka Yol Gösteren Özgürlük (1857) tablosuydu; bu tabloda tabancalı bir “sokak çocuğu”, silindir şapkalı bir şehir dandisi vardı ama bunların yanında bir de bir kadın vardı; bu kadının mahrem yerleri açıktı; memeleri dışarı taşmıştı ve bir elinde bayrak vardı; bu kadın devrimin simgesiydi… Resimdeki üç figürde silahlıdırlar; çocuk, adam ve kadın…

İran’da şimdi, şu an silahı olmayan bu kadın figüründen binlercesi var. Mahsa Emini ve diğer şehitler için yüzlerce resim, grafik, karikatür yapıldı, onlarca şiir yazıldı, bir de marş. Başarılı olur ya da olmaz, bu hiç de önemli değildir; bugün demokratik yollardan bir seçim yapılsa, iktidarın gideceği açıktır… Sürecin öncüleri kadınlardır ve kadınların dilinde, Emini vardır. Emini’yle erkek/ erk putu yıkılmıştır…

Mahsa Emini’nin Kürt olması, bazı Fars milliyetçilerinin hoşuna gitmiyor. Bunlar, iktidarın gitmesini istiyorlar yalnızca ama kadınlar bir ağızdan “Kürdistan’dan Tebriz’e özgürlük” diye bağırıyorlar, erdemi büyütüyorlar, meydanlarda bayrak indiriyorlar, saçlarını bayrak yapıyor ve adalet arayışlarını sürdürüyorlar. Milliyetçiler maçodurlar, geçmişi konuşmaktan bir türlü geleceğe bakamazlar. Kadınlar milliyet putunu yıkıyorlar…

Humeyni, İran’ın eleştiri götürmez lideri, daha ilerisi zamanın peygamberiydi; ol demesiyle bir şeyler oluyor, öl demesiyle birileri ölüyordu. İnsanları cennete de cehenneme de götüren oydu. Söylediklerine kendisi inanıyordu, çok söz üretiyordu, sözlerinin birinde “peygamber” diyordu, insanları cennete zincirle götürün… Yani, zorla! Humeyni için, “imanı korumak da İran’ı korumakla” mümkündü… İran, imandı! Bilgi musibetti. Üniversite musibet üreten bir yerdi. Humeyni’ye yıllarca biat eden Mahmut Emced, kadınlara kulak veriyor, Humeyni’yle başlayan teokrasiyi eleştiriyor, şöyle diyor: “Bu İslam küfürden ibarettir.” İran’da küfrün putu yıkılıyor.

Üç haftadır okullarda, Humeyni ve avenesinin fotoğrafları, tabloları indiriliyor; bilgi diye sundukları ne varsa yırtılıyor, atılıyor… Humeyni, bir düşünce, idare putuydu, bu yıkılıyor. Ardılı olan Hamaney yıkılıyor: Ahmedinecat, Kasım Süleymani kahraman değiller, birer katiller; bu, ayan beyandır artık, bunu söylüyorlar.

Şiilik bir süre, hele doksanlı yıllarda Ali Şeriati üzerinden devrimcilik olarak okundu ve sıkı taraftarlar buldu. Onun Ali kitabı bestsellerdi. İnsan olarak Ali! Arada bir Kürtlerden de söz ederdi, derdi uygularlığın beşiği Kürdistan ama Kürtlere bir hak verilmezdi. Şahla, kan davalı bir adamdı ve davasını sembolleştirdi: Üç damla kan! Haklı ya da haksız, dava adamı takdir edilmelidir. Ama fikirler devşirirdi Şeriati, bunları İran’a ve Şia’ya yontardı; şu ifadesi: “Sen de İbrahim gibi kendi İsmail’ini getirmelisin Mina’ya. Senin İsmail’in kim? Ancak sen bilebilirsin, başkası değil. Belki eşin, işin, yeteneğin, gücün, cinsiyetin, statün vs. Ne olduğunu bilmiyorum, ama İbrahim’in İsmail’i sevdiği kadar sevdiğin bir şey olmalı.”

Bu Soren Kıerkegard’ın Korku ve Titreme’sinin (Ara, 1990) bir fragmanıdır. Sorun şudur, bazen bizim kelimelerimizle konuşurlar, bizde onları bizden sanırız: Şeriati, Marksizm’e gerek olmadığını söylüyordu, istenen sosyalizm ise, bu zaten İslam’da vardı. Şeriati’nin Marksizm’i kelime düzeyindeydi. Kitaplarında kelimeler ayıklandığı zaman kuru bir kalabalık, ucuz bir edebiyattan başka bir şey yoktu ama Marksizm üzerinden kurduğu cümleler ona bir ayrıcalık veriyordu: Bilmiş!

90’lı yıllar efsane kitaplarından biri olan Yaralı Bilinç’in (Metis, 1991) yazarı Daryush Shayegan’ın deyimiyle Şeraiti, her şeyi Maniheist (Proto gnostik) bir tarih anlayışıyla ve zincirleme bir özdeşleştirme yağmuruyla açıklıyordu; bu, “tinin fenomenolojisi (görüngü bilim, zahiri: Özenin dış dünyayla kurduğu ilişki) ve akıl sisteminin kavramsal aygıtından yoksun bırakılmış bir Hegel ile kuramdan ve praxis’ten (uygulama) arındırılmış bir Marx’ı, bir de iki kutbundan (medbde, köken, başlangıç ve ma’ad, geri dönüş, son) koparılmış bir İslam’ı karıştırarak koyu bir çorba elde etmekten başka bir şey değildi ve bu çorbada bir araya gelen bütün unsurlar, kendilerini oluşturan ve varoluş nedenlerini doğrulayan zeminden koparılmış olduklarından, ontolojik ağırlıklarını da yitirmiş olurlar. Böylesi bir düşünce ancak nesnesi olmayan, sonuç olarak da mekanı olmayan bir düşüncedir” (s., 63- 64).

Bilgiden korkulan bir ülkenin, öğrencisi kısırdır. Şimdi öğrenciler, “öğrenci ölür ama zilleti kabul etmez” diyorlar. Görülmez mevcut onlardır. Polise, şerefsiz diyorlar. Tecavüz, cinayet, bu velayete ölüm diye bağırıyorlar. Erkeklerde, kızlar da “herkes gibi yaşamak” istediklerini söylüyorlar. İktidar, herkese bir reçete veriyor: Böyle giyin, böyle kuşan, böyle konuş ve her yerde ben ve benim dinimi tebliğ et! Dini istismar edenlerin istismar dini yıkılıyor, öğrenciler bilim istiyor.

İki gün önce Shima Hafezian adlı genç bir kız, hakem üniformasını çıkarttı, başını açtı; ben artık sizin sonucu belirlediğiniz maçların hakemi değilim dedi adeta. İran, kâbustan uyanıyor.

Hafezian’ın eylemi, saç kesimi kadar önemlidir. Son üç haftadır, takip ettiğim İran uzmanı Arif Keskin’i izlerken bu eylem daha bir dikkatimi çekti. Keskin, 79’dan sonra kadın, erkek, herkesin giyimine kuşamına karışıldığını söylüyor: “İran’da jiletle sakal kesmek bile suçtur. Kot pantolon, dar pantolon giyinmek suçtur. Yolsuzluk alıp başını gitmiştir. Ama bir devlet görevlisi, arabasıyla geçerken, birden bir kadını durdurup kılık kıyafetini sorgulayabiliyor.”

Bu sorgucular yıkılıyor ve daha nice putlar yıkılacaktır…

İlginizi Çekebilir

Ali Engin Yurtsever: Eylem  Öğretir 
Hakan Tahmaz: Türkiye Cumhur İttifakı’ndan da Altılı Masa’dan da Büyük

Öne Çıkanlar