Müslüm Yücel: Mahsa Emini, Mahsa Emini!

Yazarlar

Mahsa Emini! Mahsa Emini! Kaç gündür uyuyamıyorum, kaç gündür yastığımın altında bir ateş topu dönüp duruyor; bildiğim, duyduğum İranlı şairlerden nefret ediyorum, ayaklarım buradaysa, kalbim diye bir şeyim varsa ve kalmışsa Kürdistan’ın Sakız’ında atıyor, saatlerce Sakız’ın fotoğraflarına bakıyorum, saatlerce, buranın suyunu içen, ekmeğini yiyen dünya güzeli Mahsa Emini’nin fotoğraflarını bakıyorum, her bir fotoğrafında ayrı bir güzellik var, her bir fotoğrafında bir erdem, “sen” diyorum bütün güzellerin başının tacısın, Kürdistan’ın bütün gözeleri, bütün nehirleri, bütün dağları vergi olsa yetmezler, bir gözün Hıta ülkesidir, bir gözün Habeş, zülfünün bir büklümü Çin’i Maçin, bir büklümü Hindi, bir büklümü Mısır’ı ele geçirir ve buralar hayatları boyunca haraç verseler yetmezler, sınırlarını satsalar, müşteri yıldızlarını terfi edip dünyaya indirseler, her burcunda binlerce yıldız biriktiren gözlerindeki bir anı resmedemezler…

Fotoğraflarına bakıyorum; birkaç tane… Birinde yaralısın. Saçların, dökülüyor yüzünde… Birinde hastanedesin, ruhun bedenini terk etmiş, sana bakıyor herkes, sen herkesin kalbinde atıyorsun… İşkence edilmiş bedenine… Suç hanen büyük! Başörtüsü! Artık başörtüsü diye bir şey var mı? İran’da başörtüsü üniforma değil mi? Bir dini mi temsil ediyor yoksa bir devleti mi? Ahlak Polisi! Otellerinde imam bulunduranların Ahlak Polisi, ahlaksızların polisi! Ahlaksızları ahlak edinmişlerin polisi… Lağımcıların polisi. Elbette sana işkence eder! 

Mahsa Emini, biliyor musun sen! Kaç gündür sırf senden dolayı ağaçlardan utanıyorum, yapraklarından, meyvelerinden… Bu dünya ağaç ve kadındır; bu dünya kadının meyvesidir, senin meyvendir… Yüzün öyle bir beyaz, öyle bir beyaz ki, gündüz desem gündüz değilsin, şira denilen sen olmalısın, kim bilir belki de şiranın insan halisin, yeryüzüne indin, melekler kıskandı seni, sular kıskandı, dağlar kıskandı, desem ki senin ağzın karşısında Hızır’ın abı hayatı kıskandı, az gelir; Hızır’da bilir, Allah’ta bilir Kürdistan’ın kadınları karşısında ne abı hayatın, ne yaratılmış bu dünyanın, ne yedi felek, ne dört rüzgarın bir anlamı vardır; senin ayaklarının altındaki toprağın bir zerresi bütün erkek milletidir, erkek devletidir ve ben, senin ayaklarının altında zerre olmayı, mezarının taşında bir toz olmayı İran’ın bütün ilmine, bütün şiirine tercih ederim…

Biliyorum, biliyorum: şimdi hepimizi yaratan Allah senin yanındadır; o kadar çok özenmiş ki  sana, seni bizden erken aldı, varsa şehitlik, bu olsa gerektir ve Allah’ı bilmeyen ve Allah’ı sevmeyenler senin karşındadır; onlar Allah’ı görmüyorlardır; onlar birer namluya dönmüş minarelerinde, her gün Allah’ın adını anarak cinayet işliyorlardır; işleri de güçleri de budur, devlet dedikleri budur, devletten anladıkları budur; devlet onlar için cinayet şebekesidir, öldürdükçe yaşarlar, öldürdükçe nefes alırlar ve bunun tek yolu sindirmektir; masumları seçerler, kalbimizi yakacak olanları seçerler, kendilerini Allah’ın gözlerinden uzak tutmaları bundandır, bundandır yaptıkları saraylar, köşkler, kasırlar, bundandır. Senin Allah demenle, onların Allah demesi bir değildir; onlar Allah dedikçe, suçlarına ortak ararlar, senin Allah demen, insanlıktır, senin Allah demen, kalptir; sen kalp ülkesinin güzeli, şimdi bütün muğpeçeler, ruhunun kokusunu almıştır, derinin altına giyindiğin yün hırkanın hışırtısı cennet köşklerine serilmiştir, ruhun enginlerdedir, dünyanın güzel kadınları; Roza Luksemburg’dan Zekiye Alkan’a, hepsinin misafirisin, sen asmaların kızı, Pirimuganlar hizmetçilerindir, bilirsin onların işleri sırları açığa vurmaktır; sen dünyamızın sırrısın, Kürdistan’ın sırrı, ruhul- küdüsün feyzi, senin saçların büklüm büklümdür zincire benzer, Nizami’den Hafız’a kimler bu zincirin halkasına düşmedi ki, kimler bu zincire vurulmak için can vermedi ki, bir bilsen, senin saçların elmastır, yakuttur, incidir; sen böyle vurulmayasın diye, bir Yezidi kızı, kaç yıl önceydi, saçlarını kesti, bir mezar taşına bağladı, gitti; devranın gamı, gussası ve güllerin bu mevsimdeki yaprakları o gün bugündür, onun kokusunu çekti, onun sesini söyledi ırmaklar; sen benim güzel kızım, kız kardeşim, haysiyetim, hamiyetim; sen, benim yelimsin, elimden önce sineme değeceksin, İran’ın gelmiş geçmiş bütün sinezenleri bir olsa senin sessizliğini veremez, yelimsin, kana bulanmış güllerin kokusunu sen getirirsin, düğümleri sen çözersin, nefhayı sen yollarsın: Sen vaat ettin, ben yerine getiririm, söylerim, bildiğimi söylerim, bilir bütün şairler, fars hırkadan başka bir şeyi olmayana bile hücum etmede ustadır, versen de bu hırkayı, tapuna sığınır; çünkü bir kapısı yoktur, kapı gönül evidir, anahtar uyduramaz, çalar, çırpar, öldürür, buradan gelir ahlakı ve büyük şairleri de bu dertten ölmüşlerdir… Şerefli bir millete sahip olmamak ne kadar acıdır… Bunlar Saba Melikesini bile hor gördüler. Ne kadar üzülüyorum şimdi o sütun dedikleri Hafiz’a, Sadi’ye… Sonra Furug’a ve Sadık Hidayet’e… 

Mahsa Emini, Mahsa Emini! Sen Ahmed-e Xanî’nin kızı! Sen sayısını bilemediğim binlerce Kürdistan şehidinin canı…

Yazdıkça açıldı ruhum. Seni üç gündür karşılamaktan yorulmuş meleklerin yanında gördüm, Adem’in balçığından yoğrulmuş kadehlerden sular getirildi sana, Melekut sahrasından yola çıkanlar seninle hemdem olmak için gözyaşlarını deniz yaptılar, elmacık kemiklerini gemi yaptılar, hepsi köle pazarlarında satılan ve insanlığın utanmadığı acılardan yana, senin karşında suskundular; gök bile emanetti, yüktü, seni gökyüzüne çekmek için melekler kurra çektiler, Allah’ı bilen şairler saf saf dizildiler, hepsi sana, söz birliği edercesine şunu söylediler: Canını vesile etme, hayatın kendisisin sen…

 

İlginizi Çekebilir

Uğur Güney Subaşı: Türk Tanrı!
Ömer Çiftçi – Rosatom: Putin’in Ortadoğu’daki nükleer kolu

Öne Çıkanlar