Yeryüzünde acı kadar tanımlanmış başka bir duygu yoktur. Kimine göre acı, hayatın tek anlamı, kimine göre varlığın, varlık nedenidir; acının, bilinç olduğunu söyleyenler vardır ve son yüzyılın şairleri acıyla gülmek arasında bir ilişki kurmuşlardır; buna göre, gülmek bile acı çekmekten geliyor.
Yarın/ bugün Cuma, İran’da camiden çıkacak acımasız güruh kadınlara, çocuklara, yaşlılara saldıracaktır; iki aydır saldırıyorlar, iki aydır gözlerini kan bürümüş, o pis hayatları için insan katlediyorlar, acı çektiriyorlar ve bu acının üstüne bağdaş kurup oturuyorlar. Zalimler buna iktidar diyecek, din diyecekler, Allah diyecekler.
İran’da son iki ayda, dört yüze yakın insan katledildi, binlerce insan hapishanelere atıldı ve bu sayı her gün biraz daha artıyor. Şu ana kadar öldürülenlerin yüzde 30’a yakını çocuktur; yaş ortalamaları 12- 17 arasındadır. Tespit edebildiklerimin adları şöyledir: Zakaria Khayal (16), Amin Marofi (16), Amir Ali Fuladi (16), Parsa Rezadoost (17), Siavash Mahmoudi (16), Nika Shakrami (17), Sarina Ismailzadeh (16), Samer Hashemzehi (16), Amirhossein Basatsi (15), Mohammad Reza Sarvari (14), Ali Mozaffari Salangouch (17), Sedis Keshani (13), Javad Posheh (12), Jaber Shirouzhi (12), Amir Mehdi Farkhipour (17), Ehsan Alibazi (16), Omid Safarzahi (17), Nima Shafaq Dost (16).
Ayrıca gözaltında, hapishanede olmadık işkenceler yapılıyor. Kadınlara taciz ve tecavüz işkencenin ilk sırasında yer alıyor. Tutsaklara ağır işkenceler yapılıyor: Vücuda elektrik verme (makattan, cinsel organlara, ayak parmaklarına, burun deliklerine) haya burma, falaka, diş kırma, ayak, el, bilek kırma, buruna tüy sokma, sigara söndürme, kırbaçlama…
Tutukluların avukat hakları var ama bu pek uygulanmıyor. Aileler avukat tutsa da bunlar görüşebilme imkânına sahip değiller. Aile görüşmeleri yapılmıyor zaten.
Evin Cezaevi’nde 206 kişi, iki aydır devam eden protestolara katıldıkları gerekçesiyle en olmadık suçlarla itham ediliyor. Suçların en ağırı da İran Devleti’ne karşı olmak ama karşı olmak, devlete karşı olmak olarak yorumlanmıyor; karşı olmak, Allah’a Karşı Olmak suçu olarak yarımlanıyor ve bu İran yasalarında karşılık buluyor. Böyle rezil, kepaze bir hukuk sistemi var. Adına şeriat deniliyor. İran’da, binlerce tutuklu var ve bunların çoğu, yargısız bir yargının insafına kalmış durumdalar.
Geçtiğimiz günlerde Narges Mohammadi adlı bir aktivist Evin Cezaevi’ndeki kadınlarla ilgili bir mektup yayımladı. Narges’in mektubundan şu sorunlar dile getirildi:
-Perşembe ve Cuma günleri telefon yasak; kadın tutuklalar on dakika görüş yapabiliyor ama bu da her zaman geçerli olmuyor.
– Baba olanlar, çocuklarıyla konuşabiliyor ama anne olanlara aynı telefon hakkı verilmiyor. Böylece siyasi olan kadın, çocuklarından uzaklaştırılıyor.
Ayrıca, işkence sonucu ağır yaralanan tutukluların bakımları yapılmıyor. Cezaevinde revir diye bir şey nerdeyse yok. Geçtiğimiz günlerde Hossain Ronaghi için onlarca insan cezaevi önünde bekledi. Ronaghi’nin iki ayağı işkence (falaka) sonucu kırıldı. Tedavi edilemeyen Ronaghi, açlık grevine başladı. Daha sonra kardeşi Hassan, durumunu dile getiren bir tweitle kardeşinin hastaneye kaldırıldığını söyledi. Şu an hastaneye kaldırılan Hossain için pazartesi gününden itibaren nöbet tutuluyor. Sadece annesiyle kısa bir görüşme dışında, kendisinden bilgi alınamıyor.
En son verilen bir idam kararıyla da beynimizden vurulduk. Perham Perwari adlı bir Kürt gencine idam cezası verildi. İdamın ne zaman gerçekleşeceği belli değildir. Perham’ın elli yaşlarındaki babası Mazhar Pori, kamuoyunu duyarlığa davet ediyor. “Eğer insan hakları kuruluşları ve dünya kamuoyu sahip çıkmazsa oğlum asılacaktır” dedi. Pori, oğlunun yüzme şampiyonu olduğunu dile getiriyor.
Bu çok acı bir durum: Umut, acıyı büyütmekten öteye gitmiyor. Sanki İran, yetenekli bir yüzücü diye oğlunu öldürmeyecek…
Bunlar yetenek düşmanı kimseler; Furug’a “kahpe”, Sadık Hidayet’e meczup dediler, hor görüp küçümsediler.
Katiller neyle yaşar ki? Katiller, ölümle beslenirler… Hem bugün için acının ne anlamı var, elimizde, sağımızda, solumuzda anestezi etkisi yapan sosyal medya ağları var; bu ağlarla biz, ölüm üzerinden kendimizi göstermez miyiz zaten ve bize ne başkasının ölümünden, ölenin kim olduğu da önemlidir; ölen bizden değilse, bundan bize ne? Heidegger, şaka gibi bir şey söylemişti: Varlığın sırrı ne? Yanıtı, hiçlik etrafında görmüştü. Sonuç: Sır, gücün mabedidir. Bu mabet ölümdür, saf bir yakınlıkla yaklaşırız ona… Kürtler mi? Daha çok ölecekler: Bize çok mabet gerek.