Müslüm Yücel: Medya Kitapevi kapanırsa…

Yazarlar

Hayat bir yerden sonra çekilmez oluyor. Hiçbir şey yapamıyoruz. Bundan mıdır bilinmez son yıllarda, sanki bu devirde yaşamıyorum duygusu ağır basıyor; çocukluğuma gidiyorum; burada mutlu, huzurlu olduğum anlar var mı? Çok değil. Çaresizlik zamanları aklıma geliyor, birden bir duvar gibi çöktüğüm zamanlardı bunlar, baykuş gibi kımıltısız durduğum ve hala etkisini kaybetmemiş o anlar. Birkaç zamandır, seksenli yılların Devlet Hastanesi gözlerimin önüne geliyor; burada hasta ya da ölen bir yakınım var mı? Bir tek dedemi hatırlıyorum, en son babama, hastanenin penceresinden görülen mezarlığı göstermiş, “hepimizin yeri burası demişti.” Bu aklıma geliyor ama unutamadığım bir şey daha var: Hastanenin önünde birkaç kahvehane vardı. Sabahtan akşama kadar erkekler burada eli bir oynardı. İşleri güçleri yok sanırdım, meğer varmış: Bu adamlar, kanlarını satardı… İki yüz elli gram, üç yüz gram, artık kime ne kadarı lazımsa…

Şimdi hastane yerinde durmuyor, onlarca hastane var ama bu an bana iyi geliyor, kötülük, acı, ihanet iyi geliyor, kalleşlik iyi geliyor, vurdumduymazlık iyi geliyor, kimsesizlik iyi geliyor, yokluk iyi geliyor. Niye iyi geldiğini bilmiyorum. Belki bir gün, birileri beni anlar duygusu mu? Hiç sanmıyorum. Birileri beni niye anlasın ki? Hem, seneler önceden bildiğim bir şey vardı: Seni anlıyorum diyenler, seni biraz daha kullanabilir miyim demekten başka ne söylediler ki…

Dün ev sahibimin kız kardeşi aradı, şunu söyledi: “Biz senden kiracı olarak çok memnunuz ama ekonomik şartlardan ötürü evi satıyoruz, Ağustos’a kadar mühlet ama evi siz almak isterseniz, öncelik sizedir.” Bu ay, bu kaçıncı hikayedir böyle dinlediğim. Kahvede herkes bu hikayenin bir benzerini anlatıyor: Ev sahibim evi satıyor.

Fiyatı sordum, beni öldürseler o kadar para etmem. Aklım karıştı, her ay kirasını düzenli ödeyen biri niye evinden edilir ki? Ev sahibi de haklı! Beni evden çıkartırsa, oturduğum evi iki katına kiraya verebilir; pandemi, ülkenin her bir şeyinin satılık olduğu bu zamanda, kim daha çok para kazanmak istemez ki? Üstelik ev satılırsa, evin sahibi birden çok paraya sahip olacak. Zararı mı, olmayacak: Benimle iyi ev sahibi ilişkisi bitecek, bu kadar; benim, aynı parayla bir yer bulmamın onun için hiçbir önemi yok. Yani kadir kıymet söz konusu değil. Ev kiralarına bakıyorum, aklım gidiyor; her gün eşek gibi çalışsam da, benim ve kitaplarımın sığacağı bir ev bulmam mucizedir.

Hele bugün ki haberlerde, evlerle ilgili yapılan bir açıklamadan sonra da evler uçtu? Kime dert yansam, herkes aynı dertten muzdarip: Ev sahibim evi satıyor. Dert dinleyen de yok, derdi çözecekte…

Ne yapacağız?

Hiç!

Bir süre direneceğiz, sonuçta çözüleceğiz. Siyasetten kiracılara dönük bir kıpırdama yok zaten; AKP’li müttehitlerin yerini, Halk Partililer alacak ve bize yine hiçbir şey yok. Kitaplarım olmazsa, bana iyi gelecek yer otellerdir, küçük pansiyonlardır. Dünyaya kazık çakacak değiliz, ölüp gideceğiz. Sonuçta baktım olmadı, kitapları atar, böylece bir kenara çekilirim…

Ancak bir de bunu yapamayanlar var. Medya Kitapevi!

Bu kitapevi, 26 yıldır ayakta kalmıştır. Bu kitapevinin tek bir özelliği vardır. Genelde kitap evleri, satılan kitapları alırlar; bunları vitrinlerine koyarlar. Ama Medya kitapevinde, ister satılsın, ister satılmasın Kürtçe ve Kürtlerle ilgili, iyi kötü fark etmez, her kitap satılır; bütün siyasilere eşit bir mesafe vardır. Ayrıca Medya Kitapevi bir adrestir: Yazarlar burada tanışır, okurlar burada, istediği yazara ulaşırlar. Çok satan, az satan, fark etmez, fanzinler bile burada düzenli çıkan aylık, haftalık dergilerin eşitindedir. Benim burada tanıdığım onlarca yazar vardır, burada aldığım onlarca dergi vardır. Hatta alamadığım zaman, burada okuduğum dergi ve kitaplar vardır. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir kitapevi yoktur. Kitapevinin sahibi Selahattin Bulut, otuz senedir, dostumdur, arkadaşımdır. Sırasında, acil para yardımı aldığım çok az insandan biridir. Bu kitapevini nasıl kurduğunu da bilirim. Biraz anlatayım…

90’lı yıllardı!

Kürtlerle ilgili kitapların sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Türk yayınevlerinden birkaç tanesi dışında Kürtlerle ilgili yayın da çok azdı; Yurt yayınları, İletişim, Sorun vs yayınevleri arada Kürtlerle ilgili kitaplar çıkartırdı. Sonra bunlara Kürt yayınevleri de eklendi. Kürtçe ve Kürtlerle ilgili talep az olduğundan, kitapevlerinde de bu yayınevlerinin kitapları ya olmaz ya da görülmezdi. Doksanlı yıllarda, İstiklal Caddesi’nde otuzun üstünde kitapevi vardı, bunlar arasında hala ayakta duran bir tek kitapevi kaldı: Mephisto. Onun dışında bütün kitapevleri bir bir kapandı.

Selahattin’in kitapevi macerasıyla bir filmdir. Selahattin, hapisten yeni çıkmıştı. On yıl yattığı hapishanede bir tek hayali vardı; bir kitapevi kurmak. Bunu yapmak mümkün değildi. Para gerekti. Selahattin üç beş yayınevinden kitap aldı, bu kitapları müşterilerine götürdü ve böylece, ilk seyyar kitapçı oldu. Öyle, böyle derken Selahattin, bir pasajın içinde kurulan Med-Kom’un küçük bir köşesini tuttu; sahipleri de iyi adamlardı; Kürtçe kitaplara, Kürtlere hassastılar. İşte buranın bir köşesinde, İstanbul’da, Kürtlerin 80’li yıllardan sonra ilk kitapevi de böylece, kurulmuş oldu. Daha sonra onu Nubihar izleyebildi. Koca İstanbul’da, beş altı milyon bir Kürt nüfusu vardı ama hepi topu iki kitapevine sahiptik. Sonra Selahattin taşındı. Kilisenin karşısında bir pasajın içersinde, küçük bir dükkan açtı. Burası iyiydi, hoştu. Pasaj ve kitap hoş bir duygu veriyordu. Küçük etkinlikler yapılıyordu, imza günleri gibi. Yıllar burada akıp gitti. Selahattin yerini sevdi, müşterileri geldi gitti; kendisi, burada kimi zaman Rum şekerciden aldığı küçük şekerleri ikram etti, kimi zaman çay; ille de kitap almak gerekli değildi, ayakta sohbet bile güzeldi.

Burası benim için gövdemin bir parçasıydı. Senelerce babamın asker bavulu burada kaldı. Emanetlerim, mektuplarım buraya geldi.

Bir hafta önce, bir felaket burayı da vurdu. Hikâyesi şöyle: Medya Kitapevi’nin bulunduğu handa kiralar yükseliyor. Tek geçim kaynağı burası olan dükkân sahibi de Selahattin’e iki seçenek sunuyor: Kira, 13 bin olsun, sen kal ya da çık.

Selahattin’in verdiği kiranın dört misli bu! Ki bu dükkân, kar olarak ancak her ay üç bin ytl kazanıyor. Buda Selahattin’in geçimi oluyor.

Kitapevi kapanırsa ne olur? Hayat devam eder ama yüzlerce insan adressiz kalır.

Kaç zamandır düşünüyorum, ne yapabiliriz? Herkes gibi ben de dayanışma duyguları içinde hareket ettim. Topladım, çarptım, çıkarttım. Tutun ki, yüz bin lira topladık ve bunu kitapevi yaşasın diye verdik… Bir yıl sonra ne olacak? Aynı sorun… Böyle bir şeyi, ikinci kez yapma şansımız olmayacak. Başka birileri Avrupa üzerinden bir şeyler düşünmüşler, demişler bir etkinlik yapalım, toplanan parayı yollayalım. Elbette bu iyi niyetli bir yaklaşımdır ama her yıl bir etkinlik yapamaz kimse. Öte de bunu kitapevinin gururuna yedirememek gerek; bakarsın, biri geldi, kitap alacağını söyledi, sonra, laf soktu, ben de geçen sene yapılan etkinliğe katkı sağladım. Ayıkla pirincin taşını…

Millet olmak zor bir şeydir. Halk olarak özelliklerini kaybetmemek zordur. Hele bu ülkede, kira parasını ödeyemediğinden her gün onlarca insanın bunaldığı yerde, millet olmak, ayakta kalmak daha zordur. Siyasetten millet olmak, milliyetçi olmak çok kolaydır; devlete bir, var olan siyasi hayata iki eleştiri yöneltirsin, sosyal medyada bir hesap açarsın, takipçilerin olur, hatta fikir adamı bile kesilirsin, her lafa, her eyleme bir fikir uydurursun, kolaydır, yapılır.

Ama gerçekte ise, millet olmak, büyük bir dayanışmayı içerir. Soylu bir dayanışma. Bunun için kimsenin kendini borçlu ya da ezilmiş hissetmesine de gerek yoktur. Medya Kitapevi bir Kürt, kitap okuduğu müddetçe yaşamalıdır. Bunun için de varsa yürekli bir Kürt zengini bir pasaj içinde, bir dükkân almalıdır. Selahattin de yaşadığı müddetçe bu dükkânın kirasını her ay, yıllık artışlarda dâhil ödemelidir. Bu zengin adam, aynı zamanda iki şey yapmış olacak; ilki, kendine bir dükkân satın almış olacak; ikincisi, tek Kürt kitapevinin kapanmasının önüne geçecek… Parası olan, bunu mezara götürmeyecek, ölümlü dünya; bize yalnızca, yaptığımız iyilikler kalacak.

İlginizi Çekebilir

Canan Sinanyan: Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin yeniden ibadete açılması
Kemal Okutan: Ana Vatandır, Vatan Anadır

Öne Çıkanlar