Hatırlanır, 68’in Mayıs’ından itibaren gazeteler Paris’ten söz eder: İşçiler, öğrencilere omuz veriyor. Bir de sloganları var: Deniz kaldırım taşlarının altındadır.
İstanbul’da bu sloganı ilk kez, hippiler atıyor; polis, sloganlar Fransızca, İngilizce olduğu için anlamıyor.
Zamanın sol dergileri de fikir ürettiklerini düşünüyorlar, gencecik insanlar onlara kulak veriyor. Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk, Mihri Belli yazdıkça yazıyorlar; her sözcüklerinden biri millidir. Sol milli olmalıdır. İttihatçı sloganlarla bu milliliği besliyorlar.
O zamanlar her taşın altında Sovyetleri bulma telaşı da var. Haziran’da işçilere doğrulan gözler bir süre sonra öğrencilerin üzerinde çevriliyor. Mahir ve Deniz isimlerine de herkes aşina. Çocuklar bile oynarken, Deniz oluyorlar, banka soyuyorlar ve bu paraları yoksullara dağıtıyorlar. Bu para yoksulların hakkı.
Deniz ve Mahir körpeciklerdir, bunu bilen zamanın iki kösemeni Mihri Belli ve Doğan Avcıoğlu harekete geçiyorlar. Mihri, 27 Mayıs darbesini yapan askerlerin kurduğu Dev-Güçten yeni ayrılmış, bir şeyler yapmak istiyor.
Mihri ve Mahir’in Kavaklıdere’deki Hanif Sineması’nda bir araya geliyorlar. Kim tarafından sızdırıldığı belli olmayan ama daha sonra Aclan Sayılgan tarafından ayrıntılarına kadar irdelenen görüşmede, Mahir’in burnunu çektiği, elinden mendil düşmediği, burun kemiğinde bir sorun olduğuna kadar yazılıdır. Mihri, Mahir’i küçük burjuva olarak görüyor. Nedeni, Mahir’in köylü ve işçi sınıfını öncü güç olarak görmesidir; “köylü ve işçiden güç mü olur,” böyle düşünüyor. Mahir’in cephe fikrine de Mihri, kızıyor, hele Mahir, “Kürtler” deyince, Mihri küplere biniyor, benlerinin altından çenesine doğru akan terleri gömleğinin koluyla siliyor, kızaran nara dönüyordu. Sorun şu, “yarın bir gün Kürtler ayrılmak isterse” ne olur. Mahir, şunu söylüyor: Birlikte savaşıyoruz, yarın da yanlarında oluruz…
Mahir’in davasını sürdürenler, başta Ertuğrul Kürkçü olmak üzere Kürtlerin yanında oldular hep; Ertuğrul, doksanlarda çıkardığımız bütün gazetelerde, dergilerde yazı yazdı, herkesin öcü gibi kaçtığı yıllarda, bize sarıldı; muhabir gibi haber yaptı, yorum yaptı, çeviri yaptı. Onunla ve onun gibilerle şerefimiz, namusumuz, haysiyetimiz birdir ve paylaşmayacağımız hiçbir şeyimiz yoktur.
Mihri Belli’nin rakı arkadaşı da var: Doğan Avcıoğlu.
Mihri balkan türkülerini seviyor, içince, “ya şu bizim askerler ne yapıyor, nerede kaldılar” diyor sürekli.
Doğan bey, Devrim Dergisi’nde “asker, polis, aydın zümrenin” birliğini savunuyor. Doğan Bey, her zaman, her yerde “Devrimci Ordu Gücü” diyor. Devrim’in her bir sayısının birinci sayfasında, Fazıl Hüsnü’nün gündemle koşut bir şiiri de yayımlanıyor. Burada elbette şiir ve güncellik de gündeme geliyor ama Fazıl Hüsnü şair olarak, birkaç şiiri dışında salt güncel ve ucuz bir tarihsellik peşinde koştuğundan çok şey ifade etmiyor, biraz deşildiğinde de pedo… Ama o zaman onun “ordu ordu” nakaratlı şiirleri tutuyor. Doğan Bey seviyor onu.
Doğan Bey istiyor ki kendisi neyi seviyorsa, herkes onu sevsin; Demirel’i de Ecevit’i de sevmiyor. Demirel’e “Morrison Süleyman” diyor. Demirel’i dinleyen gazetecilere kızıyor. Onunla el sıkışan siyasetçilere kızıyor. Doğan Bey, beğenilerini dayatıyor, samsun sigarası içtiği için, samsun içmeyenlere bile kızıyor. Doğan Bey’in odası sigara kokuyor. Türk aydını da bu tarihte sigara ve düşünceyi bir arada düşünüyor; göğsün dumanlı olması gerekiyor, bilgi sis içinde kalıyor.
Doğan Bey’in şakirtlerine göre, “gündüz devrimi yazıyor, gece rakı içiyor.” Doğan Bey içtikçe, “Biz darbe değil, devrim yapacağız” diyor: “İktidar namlunun ucundadır.” Büyük gibi görülen saçma sapan ifadelerdir bunlar; çünkü itaat emrediliyor, silahla özgürlük olmaz ama geçer akçe budur; mutlu oluyor birileri, kendisi ölmedikçe ve ölen birileri oldukça mutlu olacaklardır zaten. Başkasının ölümü onlara güç veriyor. Başkasının acısı, onların eğlencesi…
Aylar geçiyor. Gazeteler banka soygunuyla ilgili haberler veriyor. Ankara’da İş Bankası soyuluyor. Şubatta başka bir banka! Banka soygunları birbirini izliyor. Soygunları kimin yaptığı bilinmiyor ama Ankara’daki İş Bankası’nı Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan ve Sinan Cemgil’in soyduğu fısıltı halinde yayılıyor. Doğan Bey’in Gazetesi pek bu kanaatte değildir. Manşette, Deniz’in ağzından şu bilgilere yer veriliyor: “Banka soygunuyla ilgim yok!” Koruma adıyla Deniz’in suç dosyası kabartılıyor…
Oysa banka soygunuyla ipten yırtabilirlerdi belki… Ölen, öldürülen herkes onlara boca edilmezdi belki… Bu zamanın aydınları için kendi evlatları kıymetli, başkasının evladının bir önemi yok; gelecek mi onların geleceği, geçmiş mi onların geçmişi…
Devrim’in Adakale’deki ofisi! Ofiste Doğan Bey’in küçük kardeşi Hamdi var; Devrim’in para işlerine bakıyor. Böyledir, akrabalık bağı siyasette önemlidir, herkes devrim sürecinde zaten kasayı ve itibarı yakınına verir. Bu ofise gençler geliyor. Herkes Doğan Bey’i merak ediyor. Kimi konuşmak istiyor, kimi haber getiriyor. Doğan Bey, hiç oralı değildir, tepeden bakıyor, parkalı birini gördü mü kâğıda kaleme sarılıyor, çalışıyor havası veriyor. Yanında çalışanlara, hince, “sakın ha” diyor, gençleri küstürmeyin.
Devrimciler Doğan Bey’in hem müşterileri, hem de sokağa sürdükleri…
Doğan Bey meşgul adamdır. Geceleri dostlarıyla, Mihri gibi, oturuyor, içiyorlar. Anayasa’yı bitirmiş, Binbaşı Yılmaz Bey’e yollaştır ve herkese de “Devrim yakındır” diyor. Geceleri bir neşe sarıyor Doğan Bey’i, gülüyor, “başında ordu olan her örgüt güzeldir” diyor ve içtikçe, yanındakiler de her sözüne “evet” dedikçe, Doğan Bey, “Darbe değil, devrim yapacağız” diyor. Masanın hâkimi o oluyor, soru yok, yanıt yok, bir o konuşuyor, bir tek o var; yüksek sesle bağırıyor, “Mao’nun kırmızı” kitabı gibi Nutku, kırmızı kapaklı bir kitap olarak basacaklarını söylüyor. Sonra ağzı köpükleniyor, elinde bardakla dudağını siliyor, asıl olan “devrimci şiddet” diyor. Tek şart: “Askerle ittifak!” Bağırıyor, yan masadakileri bir korku sarıyor: “Cici demokrasiye hayır.” Elini, sanki biri ona karşı geliyor havasıyla masaya vuruyor, bardaklar sallanıyor, garsonlar iki büklüm yanlarına geliyor, ses tonuna ağır bir hava veriyor, “Efendiler, halkın oyuyla bir yere gelinmez. Seçim sandığından ancak ve ancak gericiler çıkar. ”
Cici demokrasiden kasıt, Ecevit’tir. Onu sevenleri sevmiyor. Doğan Bey, bakanlıkları pay ediyor: Birine gençlik, birine basın yayın, birine adalet, birine maliye, birine milli eğitimi veriyor. Kendisi de demeye gerek yok, başbakandır. Ciddi konular bitince kitaplar öneriyor; Mişel Eflak, Salah Bitar’ı okumadan güne başlamadığını söylüyor; Cemal Abdül Nasır’ı övmekle bitiremiyor… Irak’taki Baas Partisi’nin lideri Saddam Hüseyin’in hapisten kaçarak büyük bir başarıya imza attığını söyleyenleri kutluyor, seviniyor: “Arap Sosyalizmi gelişiyor” diyor.
Mihri Bey, ah Mihri Bey! “Nerede hareket, orda bereket” diyor, gülüyor. Mihri Bey, davudi sesiyle, Fazıl Hüsnü’nün ordu şiirini okuyor, Doğan Bey, o okurken, “rap rap” diye tempo tutuyor. Gülüyorlar. Dedikodu faslı başlıyor. Bakanlıklar dağılmış ama Doğan Bey’le gelen iki kişiden, hiç konuşmayan “sahi” diyor, İlhan Bey (Selçuk) ne olacak? Doğan Bey, yanık sigarasını diğer bir sigarayla yakıyor; bunu da tören havasıyla yapıyor, üç defa sigaranın dibini masaya vuruyor. Yazdığı “kulislerden” birine sözü getiriyor, hiç oralı olmuyor, soruyu duymuyor; Süren yerine “Sürenyan” diyor. Sonra “Sürenyanlar” diyor, konu dağılıyor, kimse ne dediğini anlamıyor. İlhan Bey söz konusu olunca, neden yan, diye bir şey ekliyor…
Hince!
Devrim bugün ya da yarın olacak mıydı? Doğan Bey, Cemal Madanoğlu’yla iş tutuyor. Devrim’in Anayasası hazır. Ancak beklenen olmuyor. Biri içlerine sızıyor. Kim? Kimse bilmiyor. Mart’tın 12’sinde, saat, 13’te bildiri radyodan okunuyor. Bir saat gecikme nedeni, erkektir: Askerler, “bildiriyi ille de bir erkek okuyacak” diyor. Acilen bir erkek aranıyor: Çetin Çeki, muhtırayı okurken askerler, binada ıhlamurlarını içerek bildiriyi dinliyor. Doğan Bey’ler geç kalıyor. Üç gün önce, radyoevine gelip bildiriyi okusalar yönetimi ele geçirecek, herkes onları ayakta alkışlanacak. Şimdi, suçluydular…
Doğan Bey ekibine yakın deniz ve kara subayları da gözaltına alınıyor… Haberleri duyan Demirel, istifasını veriyor. Doğan bey, hapse atılıyor, komün kuruyor ama milli olmayan kimi unsurları (Ermeni) komüne sokmuyor… Türk solu millidir…
Mahir vuruluyor, Deniz asılıyor…
İkisi de ölmeden önce Mihri ve Doğan Beyleri tanıyorlar… Tanıyorlar ama iş işten geçiyor. Bir kuşak telef oluyor…
Kısadan hisse, bugün sol adına birileri ortaya çıkıyor. Mahir, burada aklıma geliyor ve onu takip edenlerde… Sahici sosyalistler, Kürtlerle birlikte hareket ederler; sahteler, ezilen ulusu sömürürler…