Şêrko Bêkes (1940), Kürt şiirinin yaşayan en önemli temsilcilerindendir. Bundan bir süre önce Bêkes’in şiirlerlerinden bir seçme Güney’den Şiir Yağmuru (Belge yay., 2011) adıyla Sirwan Rehim, Azad Dilwar ve Baker Schwani tarafından Türkçe’ye çevirildi.
Kürtçe bilen okur Bêkes’in şiirlerine yabancı değildi; Ruken Bağdu ve Bedran Habip tarafından da Bêkes’in şiirlerinden küçük bir derleme Ji Nav Şiiren Min (2001) yıllar önce yayımlandı. Yine Selim Temo’nun Kürt Şiiri Antolojisi (2007) çalışmasında Bêkes’in bir kaç şiirini okumuştuk. Bekes’in şiirlerini kendi sesinden dinleme imkânım da oldu.
Bêkes, Arap alfabesi ile yazan biridir. Bu yüzden Kürtçe şiir okurları ancak, bu şiirler, Latin harflerine çevrilirlerse okuma şansına sahipler. Belge yayınları tarafından hazırlanan derleme Kürtçe ve Türkçe bilen okurlara Bêkes’in şiirleri hakkında önemli bir boşluğu dolduruyor ama, şiirin çevirisi olarak önemli sorunlar da içeriyor. Örneğin kitabın adı bile bir şiir çevirisinden uzaktır: Güneyden Şiir Yağmuru! İngilizce’den ya da başka bir dilden herhangi bir şairin şiirleri bulundukları ülkenin coğrafi konumuna göre çevrilemezler.
Kimse Furug Fehruzad’ın şiirlerini İran’ı kastederek Batı’dan, Adonis’in şiirlerini Suriye’yi kastederek Doğu’dan deme hakkına sahip değildir. Evet bu ve benzer ifadeler olumsuzluktur ama bunun yanında yapılan toplu döküm ve Bêkes’in şiirlerini üstten de olsa okuma açısından Güneyden Şiir Yağmuru şiir sevenlere iyi bir şiir yağmuru getirebilir.
Kitabın girişinde bir de “önsöz” vardır. Bu önsözde Bêkes’in babasının adının Fayeq (Faik) olduğunu, Faik’in de Kürtler için ulusal marşlar yazdığını ve bu marşların bugün okul kitaplarında yer aldığını bilebiliyoruz. Bêkes’in annesi Şefiqa ise masal anlatan, şarkı söyleyen biridir. Bêkes’in büyüdüğü ortamla ilgili küçük ve hoş bir notta vardır: (Faik) Bêkes’in evinin çıra ve lambaları şiirdendi. Bêkes’in şiiri ile ilgili tek bilgi budur.
Bêkes’in altı şiir kitabından yapılan seçmede dikkatimi çeken en önemli nokta şaire ve şiire yaptığı atıflardır. Bu yazıda bu atıflar üzerinde durulacaktır.
I- Dilin acizliği
Bêkes, niçin şiir yazdığını “dilin acizliğine” bağlar; yazmak, onun için “kendi acizliğini” haififletmektir. Bêkes’in kendisi ile ilgili ipuçları verdiği bir şiirde (Gezgin Pencereler) bu acizlik şöyle açımlanır: “Ben sadece evimin yabancısı değilim” (s., 277). Yabancılık uzar. Mahallenin, şehrin, ülkenin ve dünyanın yabancısı biri çıkar karşımıza. Bir başka şiirde (Küçük Kuşlar) kendisi olmanın koşullarını sayar. Örneğin “kavalımdan eğer iyi çalarsam/ Bütün dünyanın kavalı olurum” der. Dizge Kürt şairine- şiire uzar ve Bêkes şu notu düşer: “Eğer ben halkın sözcülerinden önce/ Kürtçe kelimelerin içine düşmesem/ Halkımın yüreği olamam. Dünyanın şairi de olamam” (s., 304). Şiir ve vatan duygusu ise pek fazla yinelenmez. Bir ülkeyi, ülke yapan şiirdir. Şairin “şimdi” diye andığı ve bütün zamanları kapsayan “tarih” içinde mısra ise bir yerden bir yere ikamet etmedir.Bêkes, Devamlı Aşk adlı şiirinde “Nali’nin şiirinden bir mısrası yanımda” der; bu, şu anlama gelir: “Ve ülkem benimledir” (s., 31). Şair, niçin yazdığını Neden (s., 201) adlı şiirinde açıklar: Yazmak kavaldır, sadece kendim için çalıyorum.
Bêkes şiddetin egemen olduğu bir ortamda büyümüştür. İnsanlar, Güney Kürdistan’da yirminci yüz yıl boyunca bir ellerinde kalem varsa, diğer ellerinde silah tutmak zorunda kalmışlardır. Bu yüzden Bêkes 1965’ten itibaren aralıklarla (1965- 1975 ve 1984- 1988) yılları arasında peşmerge olmuş, şiddet ortamına yakından tanıklık etmiştir.
Şiddet ortamı şairin- sanatçının sınırlarını daraltır, yeteneklerine boğar. Herkes bir yara gibi açılır ve şair, elde ettiğini tüketir hemen. Çünkü savaş ve şiddet döneminde hazır imgeler vardır ve dönemde şiir hemen gebe kalınan, hemen doğurulan, hemen büyüyen, peşi sıra yaşlanıp hemen ölen bir şeydir. Acılar ortak olduğundan şiirin anne ve babası da çok önemli değildir. Önemli olan da zaten şiir değil ortak bir duyguyu dile getirmektir. Hatta bu dönemlerde kimi şairlerce salt duygu dile gelsin diye yapılan hırsızlıklar da vardır.
Niyet kötü olmasa da bu niyetin ahlak olması korkutur insanı. Çok karşılaştım. Başımdan bir olay geçmiştir ya da ben bir şeyi yaşamışımdır. Sonra bir gün bakarım, bu yaşadığım hiç de bu yaşamla ilgisi olmayan biri tarafından yazılmış ya da bir hatıra olarak anlatılmıştır. Tabii tekzip etmekten utanırım. Başkasının acısına sahip çıkmak değildir bu, başkasının acısından nemalanmaktır. Özetle, uzun bir gebeliği göze alan şair kendi ölümünü göze alıp şiirini taşır içinde, belki ölür ama ondan geriye bir tek şiir kalacaktır. Günlük olan, geceye kalmadan biter.
Bu ve benzer sorunların (günlük ve geleneksel) farkında olan Federıco Garcıa Lorca geleneksel olandan gerçeküstücülüğe geçmiştir. Çünkü geleneksel olanın içinde kalmak, şiiri ve şairi “yerli malı” kılmaktan öteye götürmez. Yerli olmak şiirin darbağazıdır, burada şair kendisi olamaz ve hep yerli için üreten biri olur. Uzam yoktur. İşte burada Bêkes’in şiiri önem kazanır. Hiç kimsenin kimseyi bağışlamayacağı ve herkesin herkesi öldürmesi için gerekli belgeler hazır bir haldeyken Bêkes uzam içinden bakar ve bu uzam sürekli bir hareketlilik içerir. Yerli içinde hep canlı tutulan acı ve şiddet evrensel olana evrilir. Bu evrilme şairin kendi sesidir ve bu ses dilin sessiz sesi olmaktan başka bir şey ifade etmez; kimse bu sesle biri olur ve şair, kimse ile biri arasında ötekilerin sesini duyar.
Çünkü şiir, birinin yazdığı, başka birinin okuduğu bir şeydir ve bu haliyle şiir yalnızca duyulmaz, görülür de. Böylece şair kendini, kendi olarak ortaya serebilen kimse olur. Şiir vatan olduğu zaman, şair bir vatandaştır. Şiir politik olarak bir vatan temsili olduğu zaman ise şair sadece bir militandır. İktidar başa geldiğinde ise şair memurdur, işi şiir yazmaktır. Salt bu yüzden bile olsa Bêkes, Kürtçe şiirin önemli bir merkezidir. Çünkü şiiri, politik bir temsilin aracı olmaktan çıkartmıştır. Bunun tipik örneği Halepçe ile ilgili yazılanlardır. Tümünde bir ağıt formu vardır ve inildeyiş ulusal bir özellik olarak şiirde yerini almıştır. Onun şiirinde Halepçe’de ölen kimseler “birbirini kucaklayan üç taş heykelle” dünüşmüşlerdir ve şehir, boğulmuş bir güvercindir, boynu kanatlarının altındadır (s., 171-172). Heykele dönme artık yaşayanların ölen kimselerle kendilerine yön verecekleri anlamındadır. Şair katliamı bir dil olarak dile getirir ve böylece bu katliam evreni içine alır, evreni dile getirir.
Bêkes’in kişilere indirgenmiş katliamlara karşı tavrı da benzerdir. Küçük Kuşlar şiirinde yer alan ve bir kadının öldürülmesi ile ilgili şiirde tasvir edilen kadın mevcut düzenin kurbanı değildir; kadının elleri “kızarmış” bir ırmak, göğüsleri “ iki kırmızı şiir”dir (s., 295). Benzer, hatta aynı şiirin bir başka versiyonu diyebileceğim bir başka şiirde (Dalgalar) kadının ölümü kartalın ölümü ile bir tutulur ve bu ölümle bir cinayet işlenmemiştir. Bu ölümle, gökyüzü “uçuşu”, ova “bakışı”, dağ “türküsünü”, bülbül “kokusunu” kaybetmiştir ve en önemlisi ise evrendir; bu ölümle, evren “bir sevgiliyi” kaybetmiştir (s., 313). Çünkü bu kadın dünyanın neresine giderse gitsin anne, sevgili ve kız çocuğudur. Ki şairin annesine yazdığı şiirleri bile bu öldürülen kadınlarda rahatlıkla görebiliriz. Şairin annesi de bu küçük kuşlardan biri, “cesaretten bir yaradır” (s., 298).
Şair, dünyanın neresinde olursa olsun yalnızdır. Bêkes, her hangi bir ulusun şairi değildir bu yüzden; Bêkes, yalnızların ulusundandır. Yalnızlığıyla konuşamayan onunla konuşamaz. Rüzgarın gözüyle görmeyen onun göçünü, taşın sesini duyamayan onun sesini duyamaz (s., 67). Hayatı boyunca gece olmamış biri ya da birileri onun yalnızlığını bilemez. Yalnızlık ve taşın sesini duymak garip bir gurbet duygusu veriyor. Burada her şey sessizliğe sirayet eder. Sessizlik, kayıp gitmedir ve bu gitmeden kimsenin haberi de olmaz. Gidiş kendinedir. Taşın sesi ya da tersinden okursak sessiz taş saklamadır. Neyi saklar? Kederi. Saklayan, aranandır. Bulunduğu yerde kırılacaktır. Şair sessiz kalacaktır ve şiirle taşın etrafında gidip gelecektir. Her yere gidecektir, hiçbir yerde onu gören olmayacaktır ve o, kalemin şadırvanı gibi akacaktır.
II- Şiirin evi: Doğa
Bêkes belki de dünyada en fazla şiire atıflarda bulunan bir şairdir. Baktığı her şeyi şiir olarak yorumlar. Şiirin tam anlamıyla ne olduğunu söyleyemez. Tanımlar ama, tanımlar yaptıkça karşısına başka başka tanımlar çıkar. Hiç birinden yüz çevirmez. Bazan evi salıncak olan bir bebeğin gülüşünde arar şiiri, bazan bir kum tanesinde; kum tanesinin evi de denizin dibidir. Evi bulamaz. Sonuç bir soruda düğümlenir. Soru seyyardır. Hayat gülüş için salıncağı, kum için denizi araması gerektiğini söylemiştir. Şiirin evi yoktur ve şairin ikamet ettiği ev, bir duraklama yeridir. Beklemek ve her an gitmek içiçedir. Sorsa belki bulan olacaktır ama dilin acizi, küçük kelimelerle onu aramaya çıkacaktır hep.
Doğaya aşk, Bêkes’in temel konularından biridir. Doğada olan, onda olandır. Onda olmayan hiç bir şey doğa da yoktur. Kirletilen bir ırmak kanı, kıralan bir kaya alnıdır. Havyvanlar aleminin en zaliminin bile onun gövdesinde yeri vardır. Timsah şiirinde (s., 39) “şiirimin pençeleri” diye bir dize kurar. Burada timsahın memelerinin üzerinde bir keman durur ve bu kemanı şairin yazdığı şiirlerin “pençeleri” çalar. Bu keman, başka birinin eline geçtiği an bir trajedi başlar. Şiirin göz ve parmaklarından geri çekilir, korkar; geri gider. Timsah da geri gider, amaç onları yememektir. Şair ve timsah bir olmuşlardır, ikisi de “yememek için” geri çekilmişlerdir. İkisinin evi bedenleridir. Biri diğerine dönüştüğü zaman uyum başlar. Doğanın dili ile insanın dili birdir.
Bêkes, “kalemini” bazan rüzgarın eline verir, isterki rüzgar yerine şiir yazsın, tek amacı da şudur: Rüzgar, karın, yağmurun, meşalenin adresini bilsin (s., 48). Çünkü Bêkes’in şiiri, kalbinin evidir ve burada hiç bir iktidarı tanımaz. Burada “düşüncenin iğne gibi küçücük bir deliği varsa”, o karanlıkta bile “şiirin ipliğini” oradan geçirebilir. Hangi hayal daha kaygansa, onu en çıplak haliyle tutabilir. Bir tek şeyi sevmez, o da yalandır: O da iktidardır.
Bêkes şiire yüklediği anlamlar ve anlamların doğa ile buluşmasını kendinde dile getirir. Doğa hayal edilmez ve varsa bir hayal doğanın içinde, onun bir parçası olarak hayal etme vardır. Irmağın öğrencisi değildir, bildiği dil su’dur ama; suyun diliyle yazar, kitap ağaçtır, onu okur, o ne hayal ederse, kendi hayali de onun dışında değildir. Uçmak (s., 91) şiirinde kuş “yerden göğe hayal” taşır, şairdir; gökten yere indiğinde yanında bir tek şey vardır: Şiir. Bir başka şiirde (Öpücük Tutuyorum) güneş kolları ile sarar şairi ve güneş şairi bıraktığı zaman “göğsü ayna” kesilir. Tuhaf olan gerçekleşir. Aynı gün, bir kız gelip öper şairi; şair, bir üzüm ağacına döner, sadece “öpücük tutar” (s., 95). Burada ne yapabilir şairin elleri. Şairin elleri, ormanda terk edilmiş bir ağacın iki kuru dalıdır ve şairin sevgilisi dağ eteğinde kafaları kesilmiş “kekliğe benzeyen iki meme”dir.
Şiirle, sevgili birdir ve ikisi ile de buluşmak buruktur. Buluşmalar “aşıklar” caddesinde, “gökyüzü mağazasının” önünde gerçekleşir. Şair, burada şiirin kardeşi olan gereçler alır sevgilisine. Bunlardan bir tanesi, “pembe buluttan” bir parçadır ve bu parçayı- kumaşı dikecek olan da kuşkusuz yağmurdur. Sonra ayın mağazası önünde gerçekleşir ikinci buluşma. Burada da ayışığından iki küpe, ayın ışıltısından iki bilezik alır. Son görüşmede ise “kırmızımsı bir şiirini” avludan evin içine kadar uzatır. Her şey görüşmeden öncesi içindir (s., 200).
Bêkes’in şiirle kurduğu ilişki, doğanın bir parçası olma isteğidir. Bu yüzden Bêkes’in kafasının içi her zaman bulut doludur, şiir yağmur gibi yağar üstüne ve parmakları kuş gibi öter. Beden ormandan başka nedir ki zaten? Bir başka şiirde kendini balık, şiiri de ırmak olarak tanımlar Bêkes. Sorarlar bir gün ırmak kurursa. Şair yanıt verir: “Ben de hemen ölürüm” (s., 270).
Bêkes’e göre Mela Seyid Mewlewi’ye (1806- 1882) kadar Kürtçe şiirde doğa yetimdir. Mewlewi, doğaya sahip çıkmıştır. O günden beri bal arısı öldüğünde “bir çiçek karalar bağlar ona” (s., 278). Bunu bilen Bêkes’in bedeni de yarısı ağaç, yarası kıyıdır ve şiir yazdığında “kelimelerin yarısı elma bahçesi”, diğer yarısı nehirdir (s., 286). Bêkes’in tanık olduğu diğer bedenlerde benzer bir biçimdedirler. Boyları ağaç yapraklarına döner, bedenlerinden şiir damlar.
III-Şiiri yazdıranlar
Bêkes şairdir ama onun evrenini saran bütün nesneler ve canlılar da şairdirler. Sır şiirinde (s., 78) seslendiği güzel kız bir şairdir ama tek mısrasını kendisi söyleyemez. Gözleri Bêkes’e sırla şiirler verir, parmakları resim yaptırır. Şairin korktuğu tek şey ise günün birinde bu kızın göz ve parmaklarının bu sırrı açıklamasıdır. O zaman herkes anlayacaktır ki bu şairin ne tek bir şiiri vardır, ne de tek bir resmi, hepsi o kızın eseridir. Bir başka şiirde (Sadece Bir Şiir) şiir söylenen bir şey olarak tanımlanır ve söyleten bir sevgilidir yine. Şair, tıpkı kendisi gibi “şiirlerinin yaşlandığını” düşünür. O zaman yeise düşer. Çünkü bütün şiirleri sevgilinin dudakları ile söylemiştir (s., 77). Ama kimi zaman şiirini tam olarak söylemeden, kibre yenilen şiirler/ sevgilerde vardır. Sevgili taşlar içinde yere düşer. Bu kırılma ile sevgilinin somut olarak ağzı ya da burnu kırılmaz, sadece sevgilinin “seslerinden birinin eli” kırılır.
Kibire boğulan sevgili bir dizeye, bir şiirin dalgasına benzer; bu dize de gururlu ve kibirlidir. Günün birinde ayaklarının önünü görmez, hırçın bir suya düşer ve bir daha geri gelmez: Dilinin gölünde boğulur (s., 81). Çünkü kırığın olduğu yer, şairin dünyasıdır. Şair, bu dünyada virgüle takılıp “şiirin üst katından” yeri düşmek istemez hiç. Sis (s., 84) şiirinde terketmek duygusu işlenir. Şair, şiir ve sevgili bir üçgendirler. Üçünün birleşmesi gerek ama, üçü o kadar içiçe girmişlerdir ki biri diğerinin güzelliğini göremez. İkisi birbirinde kaybolur. Sonra şiir dağılır. Aradan çekilir. Güneş şair olur konuşur: Sen saydam ve önünü gören bir şiire gitmiştin.
Diğer şairler aşkları için yazar; Bêkes, aşkı için yazar. Onun sevgisi dünyanın neresinde olursa olsun onu anlayacaktır. Bêkes, sevginin kefaretini yalnızlıkla ödemeye de hazırdır; haz, yerini yalnızlığa bırakır ve burada sevgi aranır, sevgili ise tıpkı Platon’daki gibi tekrar edilir. Hermes yaşlanınca kendini çirkin bulur, kendine hata adını verir. Hata, artık sevememektir; sevememek, tekrar diyememektir.
Bêkes’te aşk- tenle birlikte bir şiirdir. İki kişi bir olup çoğalmaz onun şiirinde, iki kişi bir olup “alevli bir şiire” döner. Böylece tekrar yazılmak üzere hep içte dururlar. Her şey, tek bir şey içindir: Kendini peydahlamak. Bu yüzden şiire “tanımlar” eksik olmaz ve şiir, aşkın gümbürtüsü olarak şairin kayıtlarına geçer. Sözcükler kelebek kanadı, yağmur gözleri olur ve yıldız tohum atar, böylece yeşerir şiir.
Şiirin var olduğu tek yer ise şairin özgürlüğüdür. Yaratma isteği yalnızlıkla mümkün ve bu yalnızlığın amacı arınmadır. Arınma bir endişeyi barındırır. Bêkes’in şiirinde bu endişe vardır. Arınma kimi zaman ayrılıkla anlatılır. Ayrılık, kopma değildir, özgürlükle ilişkilidir. Örneğin Bêkes’in şiirinden bir gül alınırsa bu, dört mevsimden birinin ölmesi anlamına gelir; eğer sevgili alınırsa şiirden, ikisi ölür; ekmek alınırsa, üçü ölür ama şiir özgürlükle vardır ve şairin şiirinden özgürlük alınırsa, bütün mevsimler (yıl) ölür ve o zaman şair de yaşayamaz, o da ölür. Aşk ve şiir bir üsluptur ve üslup imgeler aracılığıyla dile gelir; imge, ışık gibi bütün şiiri aydınlatır. Şiir ve aşk, buna bağlı olarak özgürlük şairi yücelten değerlerdir; o, bunlarla bir yere varır, bunlarla soylu bir yüreğe döner yüreği.
Bêkes kelimelerin izini sürer. Böylece hayalin zirvesine ulaşır. Hayalin izini sürer, şiirin içindeki göğe ulaşır. Şiirin izi, güzelliğe ulaştırır onu. Bu yüzden nesne, şiirsel bir söyleyişe dahil edilir. Asmak (s., 99) adlı şiirinde ayna ve kız birdirler. İkisinin içinden şair ömrüne bakar. Burada çeşme olur, akar, gençleşir. Yapılacak tek bir şey vardır. Aynayı alıp eve götürmek. Amaç bellidir. Yalnızca bir odada, şiirin karşısına geçip ruhunu asmak.
Bêkes’in dünyasında her şiir canlıdır ve her şiir, her canlı gibi ölümü tadar. Bêkes’in kimi şiirleri (ki bunlar sevdikleridir) günün birinde ölürler. Şair bunları alıp ber tepeye götürür, gömer. Sonra, bazan onları gidip ziyaret eder. Çünkü ölüler (ölü şiirler) olmazsa, bugün yaşayan dirilerde (diri şiirler) olmaz (s., 94). Tanrı’nın hayvanları, kulları, ormanları… Evet bunların hepsi güzel değillerdir. Tıpkı Bêkes’in şiirleri gibi: “Ormanın her ağacı/ Güzel değildir/ Ama hepsinin ismi ağaçtır. (…) Tanrının hayvanları da/ Hepsi güzel değiller/ Ve şiirlerim de öyle” (s., 279).
Bağlarken. Bêkes’in şiiri sorgulayan bir şiirdir. Sorgulamayan bir şiirin onda bir karşılığı yoktur. Babası söylemiştir, sorgulamayan şiir “durgun bir suya” benzer. (s., 281). Bêkes, inanmıştır buna.
Bêkes’in şiiri, şiire yapılan atıflarla yüklüdür. Bu şairin şiirine olan bağlılığıdır. Ancak küçük bir uyarıda bulunmam gerek; şiire aşk, bazan okuru tüketir, şair bu aşkı (bazan) gizli tutmalıdır.