Müslüm Yücel: Tatar Ramazan için edilen dualar kabul oldu

Yazarlar

Pandeminden dolayı ölüme ve hastalığa alıştık, yas duygumuzu bile büyük oranda kaybettik. Ama bugün, tekrar, unuttuğumuz kimi şeylere döndük; vefaya, yasa, hatıra, kadir ve kıymete döndük. Akşamdan beridir çoğumuz haberleri biri için takip ediyoruz; evimizden biri, yakın akrabalarımızdan biri için… Kadir İnanır’ın sağlığına düğümlendi beynimiz, ellerimizi onun için açtık, dua bilenlerimiz dua ediyor, enerji gönderenlerimiz enerji gönderiyor. Hastaneye gitsek belki kimse tanımayacak bizi; hastanede hepimizin tanıdığı biri yatıyor, onun için acil şifalar diliyoruz. Kim ki bu, bizi bu kadar ilgilendiriyor. Yanıt, çok kolaydır belki, bizi temsil eden biri bu…

Nerelerden, nerelerden tanıyoruz, nelerden, nelerden dolayı seviyoruz. Hepimizin İnanır’ı sevmesi için bir nedeni var ve bu neden, bugün ellerimizi açıyor. Yurt içinde, yurt dışında, bizim olduğumuz her yerde gözlerimin önüne açık eller geliyor. Filmleriyle ağladık, güldük; sesiyle racon kestik (Ben bu oyunu bozarım), replikler topladık (len), okuduğu biri şiiri lise defterimize yazdık (gülüm seni alır yüce dağ başına kaçarım), yeni yılda, kartpostallarını sevdiğimiz kimselere gönderdik ve belki de en önemlisi,  aynalar, onunla bize bir şeyler anlattı: Selvi Boylum Al Yazmalım’ı ayna sahnesinden dolayı kim bilir kaç kez izlemişizdir; İnanır’ın, bir gelişi vardır, Ahmet Mekin’in aynadan Türkan Şoray’ı gözleyişi vardır, kendi içinde konuşması… Hangimiz bu sahnede kopmamışızdır ki? Ve bu sahne başımıza geldiği gün, tekrar tekrar bu filmi izlemişliğimiz… 

İnanır, 1968’de Fatsa’dadır, bir tesadüf eseri Saklambaç düzenlediği Fotoroman Kralı yarışmasına katılır, dereceye girer. Tesadüf eseri diyorum çünkü İnanır’ın yarışmadan haberi yoktur, bir arkadaşı Samsun’daki Foto Engin’de çektirdikleri bir hatıra fotoğrafını, şaka olsun diye yarışmaya göndermiştir. O yıl İnanır, Fotoroman Kralı seçilir; bir süre fotoroman oyunculuğu yapar, ardından sinemaya atılır; 1970’te Karagözlüm filminde Türkan Şoray’la başrolü paylaşır. Kadınlar Kadir’e; erkekler, Türkan’a bu filmle aşık olur… 

Sonra unutulmaz göç, işçi, kabadayı ve hapishane filmleri ki bu filmlerin bir ucu bize, Kürtlere değer. Bir filmde yerinden olmuş birilerini anlatır ve yerinden olmuş birinin başına her şey gelir; sevdiği kadın,  kahraman kolunu makineye kaptırır. Dramatik öğelerle bezenmiş olan pek çok film İnanır’ı ortaya çıkartır. Yerinden olmak, kendinden olmaktır. Bir de altmışlı yıllardan beri Almanya diye başka bir gerçek vardır: Almanya, acı vatandır. Buraya gidenler bir gün döneceklerine dair söz vermişlerdir, köydeki tarlalarını yol parası yapmışlardır. Ancak gittikten sonra değişmişlerdir: Lengeri şapka, küçük bir radyoyla izne gelmişlerdir, yanlarında sarışın biri vardır. Türkan Şoray ve İnanır, muhteşemdirler. Bu filmle kim ağlamamıştır ki? Sonra Yüksel Özkasap’ın konuşmalı- müzikli kasetleri. Sonra türküler “Ay doğar parıl parıl Hamburg’u aydınlatır.” 

70’li yıllarda solcu filmler vardır. Cüneyt Arkın, duvar yazıları önünden geçer, bizi kedere boğan devrimci bir polistir, çocuklara buruşmuş paralar dağıtır (Bu kederler niyedir Cemil), Yılmaz Güney zenginden alıp yoksula dağıtır. Zalimleri döver: Kimdir o jilet taşıyan

Cüneyt Arkın, Fatih’in fedailiğinden, komiser Cemil’e; Yılmaz Güney, Kozanoğlu’ndan Fırat’a dönmüştür. Hele Fırat’ın vurulmadan birkaç dakika önce, kediye bakışı, sonra silahını bırakıp dışarı çıkışı, ölümü; ah, aşk! Kadınlar, biz ölünce, bizim onları ne kadar sevdiğimizi anlarlar. İnanır, Arkın gibi ata binmez, böyle bir sporculuğu yoktur ama nişan almakta, racon kesmede Yılmaz Güney’den eksik kalmaz. Tabii birde Kadir’in oynaması vardır ve bu oyun sırasında vurulması… Dila Hanım!

İnanır’ın ilk kabadayı filmi Dört Kabadayı’ olsa gerekir, bunu Tophaneli izler: Aslanlar Kükreyince, Azrail’in Beş Atlısı, Kanlı Para, Kopuk, Vur, Baskın, Korkusuzlar, Silahlara Veda, Tövbekar, Düzen, Fırat, İmparator, İstanbul 1979 vs. 

İnanır’ın kabadayı- mafya ile ilgili filmleri için bir döküm yapmak mümkün değildir. Bu yüzden bir seçme yapmak gerekirse Devlerin Aşkı (1976) ekonomik sıkıntılar yüzünden sevdiği kadından ayrılan bir kabadayının öyküsüyle İnanır, Türkan Şoray’la karşımıza çıkar. Kabadayı alemi ve genç insanların nasıl bu alemde yer aldıkları ile ilgili diğer bir film Ana Ocağı’dır, (1977). İnanır bu filmin başrollerini Fatma Girik ile paylaşır. Yoksul olan Kadir, mafya babası Kamil tarafından kötü işlerde kullanılır, annesi, engellemeye çalışır. İnanır’ın ilginç filmlerinden biri de Sensiz Yaşayamam’dır. Senaryosunu Erdoğan Tünaş’ın yazdığı, yapımcılığını Berken İnanoğlu’nun üstlendiği film engelli olan bir gencin topluma küsmesiyle sınırlı olsa, kuşkusuz çok önemli bir film olacaktır ama film engelli gencin topluma küsüp mafyanın içine dalmasıyla başka bir boyut kazanır. Filme renk katan kabadayının, bara düşen kızı kurtarma öyküsüdür. Düzen‘de ise (1978) Maraşlı Kemal adlı namlı bir kabadayıdır Kadir İnanır. Doğu’ya bir açılış vardır. Kendine ait yasaları vardır Kemal’in. Gazinoya gider, çıkışta çiçekçi kadından gül alır. Günün birinde bu çiçekçi kadının kızına aşık olur. Düzen’i  bir yıl sonra Fırat izler.  

Ama bu filmler arasında bir film daha vardır: İstanbul 1979! Kadir İnanır, çok zor bir rolü oynar! Sokakta soyulur, çıplak! 

Bütün bu filmlerde istenmeden içine girilen bir dünya olarak mafya sunulurken, mafyanın kendine ait kuralları- kanunları da bir yerde iflas eder. Düzen sağlamak isteyen mafyadır artık düzen arar. Ölümü göze alarak gerçekleri anlatmak İnanır’ın filmlerinde bir vesile olarak aşkla gündeme gelir. Mafya babasının mermer kalbi, gazetecinin bakışlarıyla yumuşar, “yaz” diye başlar: Türk mafyasının içyüzü.  Türk mafyası, Türk devletidir. Mafya babası diye bilinen erketelerin sırtlarını dayadıkları bir yerler vardır hep. 

İnanır, burada kalmaz: Köprü (1975), Deprem (1976), Derviş Bey (1978), İsyan (1979), Tomruk (1979) ve Katırcılar’la (1987), solun- sosyalizmin farklı bir biçiminin/ insanın altını çizer.

İnanır hapishane filmlerinde gösterdiği performansla da dikkati çekmiştir. Konuşma biçimi, el hareketleri, özellikle yürüyüşü sayesinde İnanır, bu rollerin altından kolayca kalkar, hatta rol yapmasına bile gerek bile yoktur. Hapisteki adamın hüznü vardır İnanır’ın yüzünde; sıkı  bir beklenti, bir umut! 

İnanır’ın oynadığı, temaları hapishane üzerinde odaklanan filmler edebiyat uyarlamalarıdır: Orhan Kemal, Kemal Tahir ve Kerim Korcan’ın hikayeleridir. Üçü de aynı zaman diliminde cezaevinde yatmış, aynı davanın adamıdırlar; romanları sinema/edebiyat ilişkisi bağlamında verilecek en iyi örneklerdir, üçü de güzel uyarlamalardır ve İnanır bu rollerin altından ustaca kalkmasını bilmiştir. Bana göre bunun salt oyunculukla ilgisi yoktur; İnanır, gerçek hayatında hapse girmemiştir, doğrudan darbelerin tanığıdır: İçerdekinin acısını duyarak oynamıştır, bu duyuş içindeki karşı koyuşla birleşir hep. 

  1. Koğuş, 1940’larda geçer. İnanır’ın oynadığı belki de en güzel filmdir. Filmin kahramanı Rizeli Ahmet Kaptan, anasının gönderdiği paraları bile arkadaşlarıyla paylaşır. Bir süre sonra kumara bulaşır, kazanır. Bu kazanç bir süre sonra tersine döner; Ahmet ranzasını, giysilerini, yatağını kaybeder, bunlar yetmezmiş gibi Karılar Koğuşu’nda kalan ve başkasının giysilerini yıkayarak geçimini sağlayan sevgilisinin başka bir cezaevine nakli ile hayatı kararır. Ahmet Kaptan soğukta donarak ölür.

Onun donması karşısında izleyici de tepkisiz değildir, filmi izlerken yaz olmasına rağmen bu soğukluğu hissetim mesela. Birden cezaevi aklıma geldi, birden siyasallaşmamış tutuklunun ruh halini çizdim kendi içimde. İnanır bu filmde ikiz iki insanı aynı ruh içinde oynuyordu. 

Birinci adam merttir, cömerttir, kazanma hırsıyla kaybeder; genel olarak mert ve cömert adamın kaybetmesi halinde kalkması gerekirken Kaptan, cezaevinin garip gurur dünyası içinde boğulur, her şeyini yitirir. Bu izleyeni kışkırtır, Kaptan’ın asıl kaybettiği aşk karşısında hayatta anlamsızlaşır, bu da ikinci adamdır. Benzer bir durum Tatar Ramazan’da da vardır, sevgilisinin cezaevi duvarları üzerinde dönüp durması, ölümü, bizi mateme boğar.

Sonuçta kumar oynamış, kaybetmiş ve bunun sonucu olarak ölmüş bir adam diyemeyiz, İnanır’la bu adamın dramı daha bir dokunaklı olur, içimize işler: Orhan Kemal’in bir cezaevi dramı olarak kaleme aldığı hikaye, hayata dönük yaşanan bir acı, düzenin göz yumduğu başka bir idamdır; Kaptan’a yapacağımız eleştiriler birden sisteme döner, çünkü hikaye kağıttan koparılmış ve hayata aksettirilmiştir; yazı bizi şaşırtır, görmekse inanca çeker.    

Elbette, büyük filmlerden biri daha var: Karılar Koğuşu. Toplam altı kadın karakter vardır. Kadınlardan üçü adam öldürmekten, biri zinadan, ikisi kişi hak ve hürriyetinden içerdedir.  Kulampara kocasını, sevgilisiyle birlikte öldüren iki çocuk annesi Hanım, ilk idam edilen Kürt kadınıdır. Sevgilisini kurtarmak ister. Oysa suç paylaşıldıkça ceza azalacaktır. Hanım buna aldırış etmeden yaşı 18’i doldurmayan sevgilisinin biran önce kurtulmasını ister. Ona göre kerim ve rahim olan devlet “karı kısmına” dokunmaz. Dahası her an bırakılma umudu taşır. İdamın bir şaka olmadığını anladığı zaman, sabahlar beynine bıçak gibi iner. Asılan Adıyamanlı dil bilmez, bir Kürt’tür. Satı ise bir mahalle kavgasına karışmış, komşusunu ısırmış, cinayete sebebiyet vermekten içerdedir. Satı içerdeyken kocası askere alınır ve iki çocuğu hiç kimsenin haberi olmadan evlatlık verilir. Satı kocası askere gittikten sonra  kaynanası ile birlikte yaşamak zorunda kalmış, sonuçta bir gün dayanamayıp ağır bir darbe vurarak kaynanasını öldürmüştür. Hubuş ve Tözey hakaretten içerdedirler. Hubuş islami geleneğe göre yaşayan, ayrıca koca eskiten, dört kez elenen biridir. Komşularıyla kavga ederken İsmet İnönü’ye küfür etmiştir. Kurtulmak için Malatyalı olduğunu, Türk ve İslam olduğunu belirten uzun bir mektup yazar İsmet İnönü’ye. İnönü böyle bir mektup almış mıdır, bilinmez. Tözey bir genelev kadınıdır. On üç yaşında evlendirilmiştir. Güzel olduğu için köyün ağası tarafından dağa kaldırılmıştır. Kocası ağaya bir şey yapamamış, Tözey’i kabul etmemiştir. Ağa, Tözey’i haremine dahil etmek istemişse de Tözey, tercihini genelevinden yana koymuştur. 

Tatar Ramazan, İnanır’la atasözüne, halk kahramanına döner. Tavla oynadığım kahvede, bir adamın başka bir adama “Tatar Ramazan gibi yürüyorsun” deyişine tanık oldum. Bu filmin TV’lerde gösterilmesi, oynanan karakterin benimsenmesi, halkın kendini ya da başkasını bu karakterle özleştirmesi anlamında oldukça güzel bir örnektir. Bunun yanında Tatar Ramazan denildiği zaman akla gelen tek kişi vardır: İnanır. Türk filmlerinde cezaevi, İnanır’la gerçek bir mekana dönüşür; hatırlanacaktır, daha önce çekilen filmlerde cezaevine dönüştürülmüş mekanlar vardır ve bu mekanlar içinde olup biter her şey. 

12 Eylül’den sonra Bekir Yıldız’ın öyküsünden uyarlanan Darbe’de yine İnanır vardır, bu sefer bir itirafçıyı oynar; itirafçı, 12 Eylül’de cezaevine girmiş, pişmanlıktan yararlanmış, bu yüzden yüzü ameliyatla değiştirilmiş, kayıtlardan düşmüştür. Çevresindeki herkesi tanıyan, çevresindeki herkesin tanımadığı bir itirafçı… Zor bir oyunculuktur; çünkü herkesi tanır ama kimse tanımaz onu; burada, doğrudan ifadeyle kotarılmış devasa sahneler vardır. 

Lazlar’ın, Kürtlerin deniz görmüşü olarak tanımlandıklarına tanık olmuşuzdur. İnanır demin sözünü ettiğim hapishane filmlerinin yanı sıra pek çok Kürt merkezli filmlerde oynamıştır. İsyan ve Katırcılar ilk akla gelenlerdir. Bunlarla birlikte Amansız Yol’u da (1985) anmam gerek; temposu yol boyunca düşmeyen film fotoğraflarla beslenmiştir. İsyan, köy filmidir. İnanır, bir dönem yıldızı parlayan, sonra ortadan kaybolan Melike Zobu ile başrolü paylaşır. Kısır bir ağa, güzel bir kız ve köyün delikanlısı arasında geçen filmde İnanır, yoksul ama ağa ve oğluna direnen bir köylüyü oynar. Katırcılar ise sınırdadır, karakterleriyle, konusuyla, çekildiği yer itibariyle tümden Kürdistan’dır. Kaçakçılar ve sınır olgusunun ayrıntılı işlendiği filmlerden biridir. İnanır, Halil Ergün ve Necmeddin Çobanoğlu’yla sınırın açmazları içinde yaşayan Kürtleri oynar. Söz konusu edilen coğrafya doğanın kışı zulme çevirdiği bir bölgedir. 

Başa dönüp bağlayacak olursam. Bu yazı bitmez, hatta kitaba döner. İnanır’ın hasta olduğu, kendisinden iyi haberlerin alınmadığı zamanda, onun bu saydığım filmleri gözümde canlandı. Daha yeni tanıştığım birinin, birden hastalanması ağırıma gitti. Şimdi, İnanır’dan iyi haberler alıyorum, iyidir, sağlığı yerindedir, dualar kabul oldu…

İlginizi Çekebilir

Kemal Okutan: Kürt kültürü bitmedi, bitmez
Hakan Tahmaz: TBB seçimlerinin muhalefete gösterdiği

Öne Çıkanlar