🔴 Artık savaş İran’ın sınırlarına dayandı. Ya İran kendi sınırları içerisinde kendi sorunlarını kendisi çözecek ya da Amerika, İsrail gibi güçler İran’ı sınırlarına çekilmeyi dayatacak.
🔴 Amerika’yı Suriye’ye getiren Kürtler değildir. Amerika Kürtler için Suriye’de bulunmuyor. Herkes kendi çıkarlarına bakıyor. Kürtler de bu ortamda ve bu devlerin yarışında, etkinlik kavgasında ayak altında ezilmek istemiyor.
🔴 Türkiye şimdi Trump yönetimi ile birlikte Rojava’yı işgal planlarını yeniden güncelleştirdi. Her zaman Rojava’ya saldıracaklarını, asla bir Kürt oluşumuna izin vermeyeceklerini ve her zaman bunun kırmızı çizgileri olduğunu dile getirdiler.
*
Hamas’ın geçen yıl İsrail’e yönelik yaptığı saldırı ve ardından İsrail’in Gazze’ye dönük yıkıcı bir savaş planlaması bütün Ortadoğu’yu etkiledi ve hala etkilemeye devam ediyor. Uluslararası alanda da birçok ittifakın, ilişkinin ve çelişkinin biçim kazanmasına ya da gün yüzüne çıkmasına da neden oldu. Amerika dünya çapında gücünü ve etkinliğini korumak istiyor. Özellikle Ukrayna sorunu, Rusya’nın müdahalesi ve onların da Ukrayna‘yı NATO’ya almak için ısrarı böyle bir sonuç yarattı. Aslında batı dünyası Rusya’nın bu kadar tepki göstereceğini hesaplayamadı. Rusya da Batı’nın bu kadar birleşebileceğini, kendisini sınırlandırmak için hırpalayacaklarını, savaşın giderek ağırlaşacağını tahmin edemedi. Rusya daha önce Kırım’da ve başka yerlerde yaptığı gibi bir operasyonla ya hükümeti değiştirir ya da koşullarımı kabul ettirir ve çekilirim dedi. Nasıl olsa batı bana karşı savaşmaz. Bazı ekonomik yaptırımlar uygular ve protesto yaparlar. Buna karşı da kaynaklarım ve hazırlıklarım var ve bu süreci böyle kapatırım dedi. Rusya kararlılığını batıya göstermek istedi.
Ukrayna’nın NATO’ya girmesini kendisini kuşatma stratejisi olarak ele aldı ve bu konuda katı davrandı. Batı da Ukrayna’yı savaş alanına çevirerek, ülkenin yıkım ve tahribatını göze alarak Rusya’yla hesaplaşmasını pratikleştirdi. Muazzam ekonomik ve mali kaynaklar, silah, teknoloji aktardılar. Özünde bu savaşı kendi savaşı olarak da ele aldılar. Yoksa bir ülkeye yardım adı altında bu kadar kaynak aktarılmaz. İsrail için de Amerika’nın, batının tutumu böyle. Yani İsrail resmi bir NATO üyesi değil, NATO üyesi olsa bile Amerika ve diğer ülkeler normalde öyle korumaya ve savunmaya geçmezlerdi. Devletin bu kadar kuralsız bir savaş yürütmesine göz yummazlardı. İsrail Gazze’yi yakıp yıkıyor, halk için hiçbir güvenlik alanı kalmamış. Sivil-militan ayrımı yapılmıyor.
Savaş İran sınırlarına dayandı
İran da direniş ekseni adı altında Yemen, Lübnan, Irak’ta Haşdi Şabi, Suriye iç savaşında hükümete verdiği destek ve güç yığmayı bir strateji temelinde yürüttü. Strateji İran’ı İran dışında savunmaktı. İran kendi içerisinde rahat değil. Demokratik reformlar yapmış, halklara özgürlük tanımış bir ülke değil. Dünyada en çok idamların yapıldığı, arkalarına Tanrı’yı ve Kur’an’ı da alarak, kendisine karşı çıkan bütün sesleri ve itirazları adeta dine ve Allah’a karşı gelmiş gibi göstererek zora dayalı bir yönetim şeklini sürdürmekte ısrar ediyor. Aslında İran’ın tarihi geçmişi nedeniyle çok kültürlü, çok uluslu, çok dilli bir devlet. Ortak yaşam kültürleri var ama ulus devlet mantığını dayatarak, halkların ana dilleri ile eğitim yapmasına bile izin vermeyerek, dini kalkan haline getirerek sistemi otoriter biçimde sürdürmek istiyor. Özellikle kadına bir yaşam biçimi dayatarak, toplumu biat ettirmeye, etkisizleştirmeye ve muhalif sesleri bastırmaya devam ediyor. Politikalarında çok ısrarcı ve inatçı davranıyorlar.
İran bütün itirazları ve protestoları şiddetle ve kanla bastırıyor. Arap ülkeleri zaten gelişkin bir demokrasiye sahip değiller. Baskıcı rejimler egemen. Ortadoğu’da, Avrupa’da görüldüğü gibi rönesans-reform-aydınlanma süreci yaşanmadı. Dışarıdan ithal kapitalizm egemenlerin eliyle geldi. Ülkenin kaynaklarının çarçur edilmesine ve soyulmasına dayanıyor. Devletlerin orduları iç sömürge ordularına dönüştü. Ordular kendi halklarını ezmek, bastırmak, susturmak temelinde kullanıldı. 2010’larda halkların ayaklanması, Arap baharı denilen sürecin başlaması da güdük kaldı, hedefine ulaşamadı çünkü mevcut rejimler bütün demokratik süreçleri tıkamış, muhalif kaynakları kurutmuş, aykırı seslere izin vermemişti. Bundan dolayı halklar örgütsüz kaldılar. Böyle bir Ortadoğu’da sağlıklı ittifakları, demokratik yönetimleri beklemek gerçekçi değil.
İsrail kendisini Ortadoğu’da yalnız hissediyor. İran’ı da baş düşman olarak görüyor. Bu direniş eksenini İran örgütlüyor. Amerika buna karşı Kasım Süleymani’yi vurarak İran’a güçlü bir uyarıda bulundu. İran’ı kendi ülke sınırlarıyla sınırlandırmak istedi. “Ortadoğu’ya bu kadar müdahale etme, elini çek” mesajını verdi. Ama İran da kendi politikalarında ısrar etti. Kendi angajmanları vardı. Bunu kendisi için dış siyaset stratejisine dönüştürmüştü. Sonuçta bu gerilimler 7 Ekim 2023’te patladı. Ardından Hizbullah’ın devreye girmesi, sürece dahil olma hamleleri ve buna karşı İsrail’in Hizbullah’a saldırısı gelişti. Çok kısa sürede Hizbullah’ın yönetim kademeleri tasfiye edildi. Hizbullah’ın uzun yıllara dayalı yönetim, kadro birikimi etkisiz hale getirildi.
Amerika, Avrupa, İsrail direniş eksenini kırmaya, etkisizleştirmeye kararlı. Dikkat edilirse İran eskisi gibi yüksek perdeden konuşmuyor. Artık savaş İran’ın sınırlarına dayandı. Ya İran kendi sınırları içerisinde kendi sorunlarını kendisi çözecek ya da Amerika, İsrail gibi güçler İran’ı sınırlarına çekilmeyi dayatacak. Artık eskisi gibi yürümüyor. Savaş İran’a dayandı ve İran’ın fazla hareket alanı kalmadı. Çin veya Rusya İran için NATO tarzı bir savunma ilişkisi geliştirmez ve öyle bir hazırlıkları da yok. Destekleri sınırlı olur. İsrail, İran’ın nükleer tesislerini, petrol rafinerilerini, ihracat yaptığı limanları vurursa İran için bu çok ağır bir fatura olur. İran bundan çekiniyor. Zaten dışarıdaki fonlar dondurulmuş, üzerinde bir ambargo var. Ortadoğu’daki sorunların bu yöntemlerle klasik din, otoriter rejimler, ulus devlet anlayışlarıyla yürümediği ve yürüyemeyeceği yeterince kanıtlanmıştır. Saddam örneği önümüzde duruyor ve Suriye Baas rejimi, tek partili sistemler, katı milliyetçilik ve bunlara karşı da katı dincilik ortaya çıkıyor. Muhalefet denilenler de bu tarzda şekil almış durumda. Hazırda kültürel ve dinsel referanslar var ve bundan bu şekilde yararlanıyorlar.
Suriye’nin planı yok
Suriye iç savaşı çok ağır bir yıkıma yol açtı. Irak örneği ortada. Saddam idam edilene kadar Irak’ta bir reform yapmayı ve değişime gitmeyi hiç düşünmedi. Beşar Esad yönetimi de yıkımın eşiğindeydi ama o da demokratik bir Suriye için adım atmayı göze almadı. Ancak İran’ın ve Rusya’nın desteğiyle ayakta kalabildi. Ülke ağır yaralı, milyonlar göçmüş, yüzbinler toprak altındayken bu ülkenin iki yakası nasıl bir araya gelecek, belirsiz. Suriye halkı geleceğine dair bir umut taşımıyor. Baas rejiminin halka sunduğu bir plan, proje yok. Gidişata, konjonktüre bakıyorlar. Bölgedeki siyasi dengeleri, büyük ülkelerin tutumlarına, çelişkilerine dayanmayı esas alıyorlar. Yani halka ve öz güçlerine dayalı, içeride birliğini sağlayarak demokratik bir yönetim kurmaktan uzaklar, bunu düşünmüyorlar bile.
Çin, kapitalizmi ayakta tutan güç
Şimdi tartışmalar yeni bir boyut kazandı. Savaş pozisyonunda bir değişiklik yok. Özellikle İsrail’in “Ortadoğu değişecek, haritalar değişecek hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemi ve bunda ısrarı ortada. Değişim Donald Trump’ın iktidara gelmesiyle nasıl bir hal alır şu anda en çok merak edilen konu. Trump daha önce öngörülemeyen davranışları ve dayandığı tekellerin çıkarları gereği daha çok Çin’i hedefleyerek işini yürütmeye çalışıyordu. Çin giderek büyüyen ekonomik bir güce dönüşüyor. ABD ekonomik üstünlüğünü kaybederse giderek askeri üstünlüğünü de kaybedecektir. Çin’in dünya piyasalarına ucuz mal sürmesi ve temel amacının ekonomik büyüme olması rakipleri için bir tehdittir. Çünkü Çin en ucuz işgücüne sahip bir ülke olarak dünya kapitalizmini ayakta tutan gücü oluşturuyor. Adı sosyalist ama dünya halklarının sorunlarıyla çok fazla bir ilgisi yok. Amerika’yla olan bütün çelişkilerini ekonomi ve pazar gücüyle, çıkar sağlama bakışıyla ele alıyorlar. Dünya halklarına umut vermekten, onlarla özgürlük ve demokrasiler temelinde ilişkiler kurmaktan uzaklar. Onlar için önemli olan maddi çıkarlardır ve kendilerini buna ikna etmişler. Rusya da vahşi kapitalizm dönemini yaşıyor. Ne Rusya Çin’in çok güçlenmesini istiyor ne de Çin Rusya’nın.
NATO pazarlığı ve Kürtler
Dünyanın genel sorunları yanında Ortadoğu‘ya yoğunlaşıp Trump’ın yeniden yönetime gelmesiyle birlikte öne çıkan beklenti ve tartışmalara değinelim. Bilindiği gibi Trump daha önce Suriye’den güçlerini çekme kararı aldı. Erdoğan’la girdiği ilişkiler ve yaptığı pazarlıklar bu süreci hızlandırdı ve böyle bir karar almasını sağladı. Zaten Serêkaniyé ve Gırê Spi’nin Türkiye’ye verilmesinden sonra Minbiç’ten Derik’e kadar uzanan hatta Amerika’nın güçlerini geri çekmesi Türkiye’nin Suriye içerisinde etkili olmasına olanak sundu. Türkiye İdlib’i koruyordu. Serêkaniyé ve Gırê Spi de işgal edilince özerk yönetim Rusya’yla anlaşarak buralara Suriye askerlerini gelip yerleşmesini kabul etti.
Özerk Yönetimin Suriye’den ayrılma gibi bir politikası yoktu. Suriye’nin bütünlüğü içinde, demokratik bir sistemde yaşama projeleri vardı. Rusya’nın da araya girmesiyle bu anlaşma sağlandı ve Suriye askerleri Türkiye ile olan bütün sınır boyunca yerleştirildi. Bu durum aslında Suriye egemenliğinin resmi olarak tekrar inşa edilmesiydi. Özerk yönetim bunda bir sakınca görmedi. Trump böylece Türkiye ile kendi arasına bir tampon bölge yaratmış oldu. İsrail’in güvenliği ve DAİŞ’e karşı olan mücadelenin sonuçlanmamış olması Amerika’da itirazlara ve tepkilere neden oldu ve Trump Suriye’den geri çekilme kararını durdurdu. Çünkü DAİŞ tehlikesi sonlanmış değildi. DAİŞ elindeki bölgeleri kaybetmişti fakat yer altına çekilmişti. Coğrafyadaki boşlukları da kullanarak, tutuklu DAİŞ üyelerinin aileleri üzerinden, Irak sahası vb. alanlarda tekrar aktifleşme girişimleri ortadaydı. Dolayısıyla birçok kesim Amerika’nın geri çekilmesine itiraz etti. Bu süreçte Trump’ın söyledikleri ilginçti. “Türklerle Kürtler arasında 200 yıldır süren bir savaş var. Biz çekileceğiz onların ne hali varsa görsünler” demişti. Dünya egemenliğine oynayan bir devletin böyle cümleler kurması, sorumlulukları üstünden atması dikkat çekiciydi. Kürt sorunun Ortadoğu’da büyük bir sorun olduğu doğrudur. Bu konuda kimse bir strateji oluşturup sorumluluk altına girmek istemiyor. Türkiye bütün varını yoğunu ortaya koymuş, Amerika ve Avrupa’ya ‘’Biz stratejik müttefikiz, NATO üyesiyiz, sizler PKK‘yi terör örgütleri listesine almışsınız dolayısıyla DAİŞ’e karşı nasıl savaştıysanız PKK’ye karşı da aynı şekilde savaşmanız ve bizi desteklemeniz gerekiyor” diyor. Türkiye yıllardır bıkmadan usanmadan bu tezi dayatıyor. Ve batı ülkeleri dahil hiçbir güçle Kürt sorununu konuşmak istemiyor.
Türk devleti Kürt halkının varlığını inkâr ediyor. Bütün sorunun terör ve güvenlik sorunu olduğunu söylüyor. Kürt sorunu derse o zaman Kürt halkının varlığını kabul etmiş olur. Kürt halkı varsa o zaman hakları da vardır. Ve bundan dolayı bu işin içinden çıkamayacağını biliyor. Reformlar yapıp dönüşüme hazır olmadığından inkara ve savaşa devam diyor. Bu açıdan Trump böyle bir soruna dahil olmak istemedi. Trump’tan sonra gelen yönetim de öyle. Biden yönetimi Erdoğan’a mesafeli yaklaştı ama yine de Türkiye onları bir çizgiye getirdi. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği sorununu Kürt sorunu ve YPG’ye yapılan yardımlar açısından pazarlık konusu yapmaya çalıştı. “Siz bunlara destek vermeyeceksiniz ve hatta YPG’yi terör örgütü olarak kabul edeceksiniz” dedi. Avrupa bu haksız dayatmayı kabul etti ve bunun üzerinden pazarlık yaptı. Halbuki Kürtlerin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğiyle ne ilgileri var? Hiç ilgilerinin olmadığı bir konuda pazarlık konusu yapılıyorlar. Bu konuda Kürtlere soru soran ve danışan yok.
Emperyalist güçler her zaman çıkarlarını savunurlar. Türkiye’ye bunun PKK, YPG ve Kürtlerle bir ilgisi olmadığını söyleyebilirlerdi ama bunu yapmadılar, pazarlık yaptılar. Bu da Türkiye’ye cesaret verdi. Türkiye bununla da yetinmeyerek ABD ve Avrupa’nın kendisine karşı aldığı silah kısıtlama kararlarını pazarlık konusu yaparak kaldırttı. Türkiye Avrupa ülkelerini sınırladı, adeta teslim aldı. Erdoğan yönetimi Suriyelileri Türkiye’ye çekti hem de Suriye’yi kanlı bir iç savaşa sürükledi. Bütün DAİŞ ve diğer militanların Türkiye üzerinden geçişini sağladı. Ayrıca mültecileri de Avrupa’ya karşı bir koz olarak kullandı. “Bana yardım etmezsen mültecilerin önünü açar, onları Avrupa’ya yönlendiririm” dedi.
Erdoğan Avrupa birliği sürecinden kopmuştu. Demokratikleşme ve reformlara arkasını dönmüştü. Batılılar Erdoğan’dan rahatsız çünkü Erdoğan bir NATO ülkesi gibi davranmadı. Ukrayna nedeniyle Rusya’ya karşı yapılan ambargoya katılmadı. Rusya’nın kara paralarını akladı. Bütün fırsatlardan yararlanmak istedi. Nasıl olsa ben NATO üyesiyim beni kolay kolay atamazlar diyerek kendisine hareket alanı açtı ve bütün sınırları zorladı. Tabi ki, Türkiye kolay kolay NATO’dan kopmayı da göze alamaz. Bu noktaya geldiğinde de duruyor. Bundan dolayı batı ülkeleri bu çelişkilere rağmen “Nasıl olsa Erdoğan’a bir şekilde işlerimizi yaptırıyoruz” diyerek sabrediyorlar. ‘Bir gün yönetim değişir, hep böyle kalmaz’ düşüncesiyle Türkiye’yi Erdoğan’a feda etmezler, Türkiye onlar için önemli bir ülkedir. Ortadoğu’nun denetimi, Rusya ve İran’a karşı kullanmayı düşünüyorlar.
Rojava’nın başarısı
Türkiye şimdi Trump yönetimi ile birlikte Rojava’yı işgal planlarını yeniden güncelleştirdi. Her zaman Rojava’ya saldıracaklarını, asla bir Kürt oluşumuna izin vermeyeceklerini ve her zaman bunun kırmızı çizgileri olduğunu dile getirdiler. Türkiye Irak’a saldırılarında herhangi bir dış zorlukla karşılaşmıyor. Orada NATO ve Amerika’nın onayını almış, KDP zaten onlarla ortaklaşıyor. Irak’ı da zorladılar ve İran da karşı çıkmadı. Sonuç olarak Türkiye’nin Irak’taki askeri üs, işgal, saldırı ve operasyonlarını meşrulaştırdılar. Dikkat edilirse Türkiye o kadar bombardıman yapıyor, coğrafyayı altüst ediyor, doğayı tahrip ediyor, devamlı yeni askeri üsler inşa ediyor ama buna karşın ne yapıyorsun diye soran yok. Türkiye normalde kendi toprakları içinde bile böyle davranamaz.
PKK’nin ve Kürt halkının tasfiyesinde anlaşmışlar. Fakat asıl sorun Rojava’da… Rojava’da büyük devletler var, büyük devletlerin politika ve çıkarları var. Kürtler de bir güç olarak bu denklemde yerlerini alıyorlar. Irak ve Suriye ordusu DAİŞ’in önünden kaçarken, batılılar savaşacak kimseyi bulamazken Kürtler savaştılar. En etkili savaşı Kürtler yürüttü. Araplarla da ortaklaşarak geniş bir coğrafi alanda DAİŞ’i Der-a Zor’a kadar sürüp yenilgiye uğrattılar. Ve böylece fiili bir durum ortaya çıktı. Arap ve Kürt halkları birleşerek DAİŞ karşı zafer elde etti ve ele geçirdikleri bölgelerde de demokratik bir yönetim kurdular. Dikkat edilirse devlet veya hükümet kurmadılar. Kantonlar biçiminde şehir meclisleri ve meclislerin kendi içerisinde seçtiği komitelerle güvenliklerini sağladılar, bölgelerini yönettiler ve elindeki kaynakları halk için kullandılar. Dolayısıyla Ortadoğu’nun en demokratik yönetim biçimini denediler ve başardılar da. Bütün dinler, kültürler, inançlar ve etnik yapılar savaşsız ve eski gerici anlayışlarına rağmen bir arada olmayı ve yaşamayı başardılar. Baas yönetimi bunu kabullenmek, ülkeye yaymak, reformlar yapmak ve halkın birliğini sağlamak yönünde adım atmadı. Tersine Özerk Yönetimi nasıl birbirine düşürür, dağıtır ve yıkar bunun hesabını yaptı. Özellikle Arap toplumunu Kürtlerden uzaklaştırmaya ve Kürtleri yalnızlaştırmaya çalıştı.
Yarın: Rusya ne yapmalı?
/Bu yaz Yeni Özgür Politika gazetesinden alınmıştır/