Bütün siyaset ve ideolojilerini Türklük üzerine kurgulayan, ölüm döşeğindeki Osmanlı’dan yeni bir Türk devletini yaratmayı esas hedef belirleyen, bu amaçla 1915’te Ermeni Tehciri ve Soykırımını yapan, bir yıl sonra da yüzbinlerce Kürdü tehcire tabi tutup ölümlerine yol açan, bu arada da Birinci Dünya Savaşında Almanlarla aynı cephede savaşan İttihat Terakki Cemiyeti, bütün çabasına ve Türklük ihtirasına rağmen, 1918’de savaş sona erdiğinde yenilen taraftı ve Osmanlı İmparatorluğu onların iktidarı döneminde enkaza döndü. Ama yine de giderayak pes etmemişlerdi, daha önce başlattıkları Türklük faaliyetlerine son ana kadar da devam ettiler.
Bu ırkçı çabalarından biri de Kürtlerle ilgiliydi. Daha önce bazı podcast ve yazılarda detaylıca anlattığım (Fırat 2024) için tekrarlamadan özetle şunları söyleyeyim: İttihat Terakki Cemiyeti yetkilileri Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce, esasında Osmanlı’nın Anadolu ve Kürdistan topraklarına kadar çekileceğini biliyorlardı ve burada savunup korumak istedikleri devleti de tastamam Türk devleti yapabilmek için hazırlıklara başlamışlardı. Ermeni, Asuri, Rum Soykırımları vesaire bununla ilgiliydi; mümkün mertebe gayri Türklerden, yani Türk olmayanlardan arındırılmış bir memleket istiyorlardı. Gayri Müslümanlar için bulunan yol soykırım ve tehcirdi. Gayri Türk olup da Müslüman olanlar için ise biraz daha farklı düşünüyorlardı; bunlar için hem katliam hem de asimilasyon yöntemlerine başvurmayı planlamışlardı. Bu grupta yer alanların başında ise epey kalabalık nüfusa sahip olan Kürtler geliyordu. 1916’da planlı şekilde yürürlüğe konan Kürt tehciriyle Kürdistan adeta insansızlaştırılmak istenmişti. Böylece kalabalık Kürt nüfusunun önemli bir kısmı savaş koşullarının da el verdiği ölçüde ölüp yok olacaktı, geriye kalanlar ise tehcirle Türk nüfusun arasına dağıtılacak ve zamanla asimilasyon yöntemleriyle Türkleştirilecekti. Tabi asimilasyonun pek çok yolu vardı. İttihatçılar savaşta yenilince bu planları kısmen akamete uğradı, yarım kaldı ve daha sonra Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, yani yine İttihatçı kadroların kurduğu Cumhuriyet bu siyaset ve plana sadık kaldı ve yarım kalan işi tamamlamak için her şeyi yaptı. Kürtlerin bugüne değin yaşadıkları trajedinin tarihsel politik nedeni buradan kaynaklanıyor.
İttihatçıların giderayak Kürtlere dair yaptıkları işlerden biri de yeni bir tarih yazmaktı. 1918’te İttihatçılara bağlı göçmenler kurumu tarafından Doktor Friç adındaki bir zatın “Kürdler” adında bir kitabı yayınlanmıştı. Kitabın künyesinde yazıldığına göre bu Friç bir Alman’dı ve kitap da Berlin Şark Enstitüsü adlı bir Alman kurumunun yayınıydı. Kitapta ilk kez Kürtlerin aslında Asurlar zamanında Orta Asya’dan gelen Türk kabilelerin soyundan oldukları iddia ediliyordu. Böylece Kürt diye bir milletin olmadığı, bunların Türklerin bir kavmi olduğu iddiası ilk kez dolaşıma sokulmuş oluyordu. Tabi Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti ile birlikte bu saçma görüş resmi söylem ve siyasete dönüştürüldü, binlerce kez tekrarlandı, bunun kabul edilmesi için her türlü eziyet uygulandı. Günümüzde artık Kürtlerin Türk oldukları iddiası pek görünür değilse de, Kürtlerin hak ve hukukunu yok sayan aynı zihniyet devam ediyor.
Kitaba dönecek olursam; yıllar sonra esasında Doktor Friç diye bir Alman’ın, Berlin Şark Enstitüsü ve iddia edilen türden bir yayınının olmadığı, bunların İttihatçıların sahtekarlığından ibaret olduğu ortaya çıktı. Yani on yıllarca Kürtlere eziyet gerekçesi yapılan resmi söylem ve siyasetin esas kaynağı basbayağı bir sahtekarlık ürünüydü. Ama işte Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürtlere dair her şeyi de zaten sahtekarlık ürünü değil mi!
Aradan aşağı yukarı bir yüzyıl geçtikten sonra benzer bir kitabın hikayesi bu kez Zazalar konusu dolayısıyla gündeme geldi.
Yayınlanma tarihi belli olmasa da özellikle 2000’li yıllardan itibaren gündeme giren “Zaza Gerçeği” adlı bir kitap var ve kitabın künyesine bakıldığında yazarın H. Selıç olduğu, yayınlanma yerinin ise Federal Almanya – Münih yazıldığı görülüyor. Kitap Cumhuriyet tarihi boyunca Zazaların Kürt olmadıkları, Türk oldukları iddiasını konu ediniyor. Ama aynı zamanda Kürtlerin “Kurmanclar” oldukları da belirtiliyor, ki bu en azından resmi tarihten kısmen de olsa sapıldığını gösteriyor. Nihayetinde komple Kürt yoktur denilmiyor! Kitapta Zazaların hem Kürtlerden – Kurmanclardan ayrı bir millet oldukları hem de Türk oldukları ileri sürülüyor. Bu noktada Türkiye Cumhuriyetinin Zaza söylem ve siyasetinin özeti mahiyetinde özellikle iki hususun altını çizmekte fayda var.
Birincisi, Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca Kürtlerin varlığı inkar edilirken bu kapsamda hem Zaza denilen Kirmancki – Dimilki konuşan Kürtler hem de Kurmanci konuşan ve çoğunlukla Sünni olan Kürtler yok sayılıyordu ve Türk ilan ediliyordu.
İkincisi ise, Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarından itibaren bir yandan Kürtler inkar edilirken, öbür yandan bu operasyonel söylem ve siyaset tek bir kurgu üzerinden değil, pek çok varyasyonla yürürlüğe konuluyordu. Örneğin bir yandan Zazasıyla Kurmancıyla komple Kürtler inkar edilirken, öbür yandan paralel süreçlerde Zazalar ayrı bir başlık olarak ele alınıyordu. Ama Zazalar da bir bütün olarak tek bir torbaya atılmıyordu. Mesela Türk devletinin 1937-38’de soykırım yaptığı Dersim ve civar bölgelerde bulunan Zaza ve aynı zamanda Kızılbaş Kürtler bambaşka bir ilginin konusuydular. Bu ilgi hem soykırım uygulamaları hem de bizzat Kızılbaş ve Zaza kimlikleri üzerinde yürütülen türlü tahrifatlarla ilgiliydi, yani bir yandan binlerce kişi soykırımdan geçirilirken öbür yandan geriye kalanlar için bir bakıma özdeş kılınan Kızılbaş ve Zaza kimlikleri üzerinden yeni bir Türlük tarihi yazılıyordu. Bu Türkçü inkarcı tarih yazımında esas hareket noktası çoğunlukla Kızılbaşlıktı; Kızılbaşlığın – Aleviliğin eski bir Türk inancı olduğu ileri sürülüyordu ve haliyle Kızılbaş olan Zazalar da otomatikman Türk sayılıyordu. Ama elbette bizzat Zazalık hakkında da türlü ucubelikler ortaya atılıyordu. Tabi Türkiye Cumhuriyetinin özellikle ilk 30-40 yılında Kızılbaşlık-Zazalık özdeşliği çerçevesinde Türklük palavraları kurgulanırken, aslında Sünni Zazalar nedeniyle devlet söyleminde bir boşluk oluşuyordu, hatta bu kesime pek dikkat edildiği falan yoktu. Ama son yıllarda özellikle Zazaların ayrı millet oldukları yönündeki iddiaları gündeme getirenler, mesela biraz önce bahsettiğim sahtekarlık ürünü kitapta olduğu gibi, Sünni Zazaları da Türkçülük radarına almış durumdalar.
Elbette bütün bu hususlar tipik böl-yönet siyasetini gösteriyor. Bir bütünü parçalara ayrıştırarak yok etmek bazen daha makul bir yöntem olabilir ve burada yapılan da buydu. Bir yandan Zazalar Kurmanc Kürtlerden ayrıştırılıp sisteme entegre edilmek istenirken, öbür yandan bunun için bazen Zazaların saf Türk soyundan geldikleri ileri sürülüyordu bazen de Zazaların ayrı bir millet oldukları…
Sözünü ettiğim sahtekarlık ürünü kitap, tam olarak bu resmi söylemin izinden ilerliyor. Bununla birlikte son yıllarda daha popüler hale gelen Zazaların Kürt değil, ayrı millet oldukları iddiasını ise daha görünür kılmaya çalışıyor. Bu tesadüf değil elbette, zira özetlediğim üzere, Türkiye Kürt inkarında başarıya ulaşamayınca başka yol ve yöntemlere başvurdu. Bu durumda karşımıza çıkan ise şu oldu: Madem Zazalar Türk değil, o halde Kürt de değiller, onlar ayrı bir milletdirler! Buradaki meram, elbette Kürt milletinin bütünlüğünü bozmaya devam etmek, bunu da Kürtçenin iki lehçesini konuşan kesimler üzerinden yapmaktır. Son yılların modası tam olarak bu.
Bu hususlardan sonra bizzat kitabın sahtekarlığından kısaca bahsedeyim. Aslında bu kitap Almanya’da falan yayınlanmadı, Türkiye’de yayınlandı. Yazar olarak H. Selıc diye bir Alman da gerçekte yok, zaten böyle saçma bir Almanca isim de yok; üstelik o kadar rezil bir sahtekarlığa başvurmuşlar ki Almanca olduğunu iddia ettikleri ismi Türkçe karakterlerle yazmışlar, bari burada biraz Almanca karakterlere – yazım biçimine uysalardı da daha inandırıcı olsalardı!
Peki, kim bu sahtekar? Yıllar önce ortaya çıkarıldığı gibi H. Selıc adındaki zat, esasında Diyarbakır Hani’ye bağlı Şel köyünden olan Hayri Başbuğ’dur. Hem Zazaların Türk olduğunu hem de Zazaların ayrı millet olduğunu konu edinen, yani “salla sallayabildiğin kadar artık hangisi tutarsa” misali bazı falsifikasyonlar yayınlayan Hayri Başbuğ adındaki zat, köyünün ismini Alman ismi diye Türkçülere yutturmuş ve Ergenekon davasının tutanaklarına giren bazı belgelere bakılırsa mesela general Veli Küçük gibi bir zamanlar devlette söz sahibi olmuş kişiler veya MİT gibi kurumlar nezdinde karşılık da bulmuş. Eh, ne de olsa kullanışlı bir aparat işte! Ama tabi bir de Diyarbakırlı Kürt olduğu halde Türkçülüğün esaslarını yazan hemşehrisi Ziya Gökalp’in de izinden gitmiş, bu yüzden hakkını vermek de lazım!
Ciddiyete dönecek olursam… Bu kitaba dikkat çekmemin nedeni, İttihatçılar örneğinde de görüldüğü gibi Kürt toplumunun köksözleştirilmesi, kimliksizleştirilmesi, asimile edilmesi ve böylece Türkleştirilip ortadan kaldırılması için ne tür şaklabanlıkların yapıldığına işaret etmekti. Aksi halde ne burada bahsettiğim, şayet denebilirse, kitaplar ne onları yazanlar ne onları yayınlayanlar ne de içerikleri ciddiye alınacak şeylerdir; tastamam paçavra diyebileceğimiz yayınlardan söz ediyorum.
Bu işin bir tarafı. Ancak öbür yandan Kürt inkarı için koskoca bir devletin nasıl sıradan, adi ve yüzkızartıcı biçimde sahtekarlıklara başvurduğunu bilmek de önemlidir. Zira bu paçavralarda dile getirilen mevzular Türk devletinin resmi söylem ve siyasetini oluşturdu, hala da durum böyledir. Bu tür sahtekarlıkların nasıl bir devlet aklının ve çabasının ürünü olarak ortaya çıktığını anlamak için de birkaç detaya daha bakmakta fayda var.
Zazaların aslen Türk oldukları iddiası ve haliyle Kürtlerden farklılığı mevzusunda en fazla mesai harcayan isimlerin başında Hasan Reşit Tankut gelir. Tankut, 1930, 1938 ve 1961’de devlet yönetimine Kürt meselesiyle ilgili üç gizli rapor sundu (Bayrak 1994). Ayrıca Türk Ocakları Şark Mıntıka Müfettişi imzasıyla Birinci Umumî Müfettiş İbrahim Tali’ye sunulan 23 Temmuz 1928 tarihli “Türkleştirme” konulu rapor da, Kürt araştırmacı Mehmet Bayrak’a göre, Hasan Reşit Tankut’a aittir (Bayrak 1993)
Bütün bu raporlarında Tankut, devletin gizli tutulan diğer bütün Kürt belgeleri veya raporlarında olduğu gibi, daha gerçekçi yorumlarda bulunabiliyor. Örneğin 1928 tarihli “Türkleştirme” raporunda Zazalar ile Kurmançların Kürt olduğunu kabul eden Tankut, Türkleştirme programının başarıya ulaşabilmesi açısından Zazaların durumunun daha elverişli olduğunu belirtiyordu. Çünkü ona göre, “Zaza’da Turanilik galeban barizdir ve kısm-ı azamı Zazaca ile beraber Türkçeyi de öz lisan olarak kullanır” ve hatta “Zazalar ırken Turani olması gerektir.” (Bayrak 1993:510-513; Ayrıca Tankut hakkında bkz. Şimşek 2012)
Kuşkusuz Zazaların Turanîliğini ortaya atan sadece Tankut değildi, bu söylem bizzat devlet tarafından üretiliyordu ve Tankut da bir görevliydi. Tankut’un iddialarının dolaşımda olduğu dönemde örneğin Jandarma Umum Kumandanlığı (bugünkü Jandarma Genel Komutanlığı) “gizli” ve “zata mahsus” olarak bir rapor hazırlamış ve 100 adet bastırmıştı. Bu rapor, dönemin generallerinden İzzettin Çalışlar’ın kitaplığında ortaya çıkmış ve aynı adı taşıyan torunu tarafından da yakın zamanda kitap olarak yayınlandı (Çalışlar 2010). Raporun ikinci kısmında Dersim konusu epey etraflı biçimde ele alınıyor. Her biçimiyle Dersim’de yapılması düşünülen soykırım harekâtının ön hazırlığı niteliğini taşıyan raporda “Irkî Vaziyet” başlığı altında özetle, yapılan izahatlardan hareketle “Dersim’in aslen Türk olduğu tespit edilebilir” deniliyor. Peki, bu izahatlar nedir?
Örneğin, Zaza kadını ile Türkmen kadını arasında var olduğu ileri sürülen benzerlikler Zazaların Türklüğüne delalet kabul ediliyor. Buna göre, Zaza kadını da Türkmen kadını gibi “cinsi temaslara pek düşkündür”, “evinin işlerini çevirir”, “temizliğe” önem verir, “boyu [kabilesi] içinde kendine eş” arar, “ay ışığına karşı neşeli”dir vesaire… Böylece, “karaktere taalluk eden [işleyen, ait hale gelen] bu ana hatlar, Zazaların Türkmen olduklarını” gösterir. Üstelik rapora göre, Zazaların ya da Alevilerin (ikisi aynı anlamda kullanılıyor) “mezhep ve âdet dili [de] Türkçe’dir. Ayinlerinde Türkçe konuşmak mecburiyetindedirler.”
Bu tür “izahatlar” üzerinden Zazaların veya Alevilerin Türklüğü ileri sürüldükten sonra, ortada ayrıyeten cevaplanması gereken mühim bir meselenin olduğu da raporu yazanlar tarafından gözden kaçırılmıyor elbette. Bu da, aslen Türk olduğu ileri sürülen Zazaların nasıl olur da Türkçe değil de, Zazaca veya Kürtçe konuştukları meselesidir.
Öncelikle biraz önce aktardığım üzere, Zazaların ayinlerinin Türkçe yapıldığı ileri sürüldükten hemen sonra, çelişkili biçimde özellikle genç kuşak veya çocuklar arasında neredeyse Türkçenin hiç bilinmediği bizzat raporu yazanlar tarafından aktarılıyor. Türkçe bilmiyorlarsa neden Türkçe ayin yapsın bu insanlar? Bu durum şöyle açıklanıyor:
“Bilhasa Mazkirt, Nazımiye, Plümer, Ovacık, Hozat kazalarındaki nüfusun yüzde 70’i Kürt gibi konuşan ve fakat henüz onun karakterini hazmetmeyen ve kendi akideleri ile onu yenmeye çalışan ve Türk ile Kürt arasında kalmış, şaşkın bir camiadır.”
Raporda aynen böyle deniyor ve hakikaten bir komedi… Bir yandan Kürt yok deniyor, öbür yandan nüfusun yüzde 70’inin “Kürt gibi” konuşmasından ya da Kürtleşmesinden söz ediliyor; ama buna rağmen Kürdün karakterini hazmetmeyen bu insanların, öbür yandan kendi akideleriyle Kürtlüğü yenmeye çalıştıkları söyleniyor. Ve nihayetinde ortada kalmış şaşkın bir camia var!
Bu komedinin daha esaslı bir izahı için ise Cumhuriyet tarihi boyunca sık sık başvurulan bir iddia tekrarlanıyor. Bu da, Fars dilinin etkisi… Raporu yazanlara göre de, Fars dili Selçuklular zamanından beri Türkler arasında baskın hale gelmiş ve bu yüzden Türk olan topluluklar zamanla dillerini unutup Farsça-Türkçe karması olan dağlı bir dil kullanmaya başlamışlar. Şiilik de Farsça gibi asırlar önce “Dersimli’nin kalbine kadar işlemiş” ve nihayetinde özellikle Osmanlı zamanında “Kızılbaşlık aleyhtarlığı ile yapılan devlet takipleri, kendilerini büsbütün Türk âlemi ile temastan kestirmiş ve sindirmiş”tir. Dolayısıyla, Dersimliler “Kürt değildirler. Kürtlükle alâkâları yoktur. Asılları ve nesilleri Türkmen olan Zaza’dırlar. Dilleri de Kürtçe değil, Zazaca’dır.” (Jandarmanın raporu için bkz. Çalışlar 2010:49-50-51-52-57)
Kuşkusuz, Spotify ve Youtube üzerinde yayınladığım Türkiye’nin Kürt Tarihi başlıklı podcast serisinde bütün detaylarıyla göstermeye çalıştığım üzere, gerek Jandarma Genel Komutanlığının gerekse de Hasan Reşit Tankut’un ileri sürdüğü iddialar münferit değildir (Fırat 2024). Bunlar özellikle 1925’ten sonra ve hatta günümüze değin pek çok kere tekrarlanmıştır. Bu iddiaları ortaya atanlar, çoğunlukla devletle doğrudan bağları olan ve bizzat bu tür savsataları yaydıkları için profesörlük unvanı almış organik aydınlar veya asker kökenlilerdir. Haliyle, Zazalar konusunda da üretilmiş bir devlet söyleminden söz ediyoruz. Burada yer verdiğim örneklerde de görüldüğü üzere, Zazalar ile ilgili ileri sürülen iddialardan hareketle iki hususun altını özellikle çizmek istiyorum.
Bu hususlardan sonra şimdi zamanı biraz daha ileri sarıp Hasan Reşit Tankut örneğiyle devam etmek istiyorum, zira burada başka bir konu daha karşımıza çıkıyor.
1960’a gelindiğinde, Zazaların Türk oldukları palavrası için yıllarca çaba harcamış ve kafa yormuş Tankut’un ve haliyle devletin aslında pek de muratlarına ermedikleri anlaşılıyor. Bu nedenle Tankut, bu kez 27 Mayıs darbecilerine bir Kürt raporu sunuyordu.
Bu raporunda öncelikle Tankut’un tehlike addettiği mesele dolayısıyla çok daha realist tahlillerde bulunduğu söylenebilir.
Tankut, “Doğu ve Güneydoğu Bölgesi Üzerine Etno-Politik Bir İnceleme” başlıklı raporunun önsözünde, “Üzerinde durduğumuz mesele, en önde görüşülmesi ve her şeye tercihen müsbet bir sonuca vardırılması gerekli hayati bir meseledir. Doğu ve Güneydoğu meselesi bugün 1913-14 yıllarında olduğu kadar naziktir” diyordu. (Bayrak 1994:218)
Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşanan hadiselerle bir kıyaslamaya girişen ve aralarında “bir soğan başı kadar bile” fark bulmadığını söylediği Ermeniler ile Kızılbaşlar hakkında tespitlerde bulunan Tankut, Kürtler hakkında, başarısızlığı ve hayal kırıklığını da ihtiva eden şu cümleleri kuruyordu:
“O tarihte idareciler; memleketin bu kısmını hiç bir bakımdan incelemiş değillerdi. Galiba şimdi de tam ve mükemmel bir bilgiye henüz kavuşabilmiş değiliz. Dünkü Ermeni meselesi bugün bir Kürt meselesi olarak hortlamak üzeredir.”
Tehlikenin ciddiyetine bu şekilde işaret eden Tankut, daha sonra “Türkiye topraklarında” bulunan “bugünkü Kürt topluluğu”nun iki unsuruna dikkat çekiyordu: “1-Kırmanç. 2- Zaza…” Ama Tankut, “Zazalar’ın bir kısmı da her ikisine zıt olan Dersim’li Aleviler’dir” diye de ekliyordu.
Yıllarca harcadıkları bütün çabanın aslında pek de işe yaramadığını itiraf edercesine Tankut, 30 yıl önce birbirini yadırgayan bu üç unsurun “bir ırktan olduklarını ileri sürenler”in sayısının 1960’lı yıllar itibarıyla çoğaldığını belirtiyordu. Tankut’a göre, “Bugün de bir plebisit yapılsa Kırmanç olmayanların içinde [yani Zazaların içinde] Kürtlük lehine oy verenlerin sayısı çoğalabilir.” (Bayrak 1994:219)
Kürtlük tehlikesini açıklamaya devam eden Tankut, özellikle Batı ülkelerinde Kürtlerin Türklerden farklı bir millet olduğuna dair bilimsel yayınların çoğaldığını, “bugünkü Kürt aydınlarının bütün bunları ezberlemiş gibi bildiklerini ve konuştuklarını” ve bunun “Kürt aydınlarının beyinlerinde şimşekler patlatmakta” olduğunu belirtiyordu (Bayrak 1994:221). Aslında haksız da sayılmazdı, nitekim Tankut’un raporunun yazıldığı 1960’dan bugüne git gide büyüyen bir Kürt muhalefeti söz konusu.
O zamanlar “bu çok ilerlemiş, gövdelenmiş, dal-budak salmış tehlikeyi önleminin çeşitli yolları” olduğunu belirten Tankut’a göre, “fakat çok gecikmiş olduğumuz için şimdi tek bir yol üzerinde yürümeğe mecburuz.” Tankut’un mecbur olduklarını söylediği yol şöyleydi: “Kırmançlık’la Zazalığın arasında bir Türklük barajı kurmak.” (Bayrak 1994:220)
Söz konusu dönemde (1962’de) Suriye’de Kürtlere karşı uygulanan Arap Kemeri’ni hatırlatan bu önerinin uygulanma alanını Tankut şöyle tarif ediyordu:
“Erciyes’ten Tunceli yakınlarına kadar uzanan bir hattın güneye doğru elli kilometre derinliğinde bir yerleştirme bölgesi saptamak; amaca çabuk ve kolay varmak bakımından gerekli görünür. Bu yerleştirme, ‘bölgeyi ikiye bölen Türk barajı’ olacaktır.” (Bayrak 1994:230)
Bu “Türklük barajı” bölgesine Karadenizlileri veya Anadolu’daki göçmenleri yerleştirmeyi öneren Tankut, böylece Zazalar ile Kurmanclar arasında oluşabilecek Kürtlük bilincinin ve hareketinin engellenebileceğini ve ayrıyeten eğitim, ekonomi ve benzeri alanlardaki başka bazı tedbirlerle de bunların Türkleştirilebileceğini umuyordu. Anlayacağınız Tankut’un ve devletinin 40 yıllık hülyasının yeniden revize edilmiş hali söz konusuydu.
Bununla birlikte Tankut’un 1960’daki raporu aynı zamanda gerçeğin sert duvarlarına çarpmış olmanın hayalkırıklığını da ifade ediyor. Zira Tankut da, devleti de daha en başından beri gayet iyi biliyorlardı ki Zaza denilenler ne Türk’tüler ne de Kürtlerden ayrı bir millettiler; tastamam Kürt’tüler. Nitekim Abdullah Aren Çelik’in de dikkat çektiği üzere, “Oysa Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’unda Zazalardan bahsederken, onların Türk olmadıklarını anlarız. ‘Üçüncü maddede Erzincan ve Sivas arasında mütekâsif bir Ermenilik tahayyülü ilimsizlik ve vukufsuzluktan başka bir şey değildir. Harpten evvel bile buraların sakinleri kısmı azamı Türk ve kısmı kalili Zaza denilen Kürtlerden ve pek az da Ermeniden ibaret idi.’” (Çelik 2021)
Anlaşıldığı üzere Türk devleti de Zazaların kim ve ne olduğunun gayet farkında, ne de olsa Şeyh Said İsyanında başı çekenler Sünni Kürt Zazalardı, Koçgiri ve Dersim’de boyun eğmeyenler ise Kızılbaş Kürt Zazalardı. Haliyle Türk devletinin derdi belli oluyor. Bu yüzden Zazalar ile ilgili devletin hülyası, söylemi, siyaseti ve uygulamaları bugün de sürüyor. Tekrarlamak gerekirse; Zazaların Kürtlerden farklı bir millet olduklarına dair iddiaların günümüzde baskın şekilde dolaşıma sokulması, devletin yüzyıllık Zaza söylemi ve siyaseti göz önüne alındığında özellikle dikkat çekicidir. Daha önce de belirttiğim gibi, Zazalar Türkleştirilemediyse, Kürt de yapılmayacaktır, o halde ayrı bir millet olmaları daha evladır! Devletin günümüzdeki görünür siyaseti esasen budur.
Sonuç mahiyetine, Zaza adına da bu arada kısaca dikkat çekmek istiyorum, zira bu ismin kendisi bile tartışmalara konudur. Burada konuyla ilgili bence kulak vermemiz gereken ilk kişilerden biri olan Roşan Lezgin’dir. Lezgin epey detaylı verilerin yer aldığı “Zaza Adı Hakkında” başlıklı yazısından “Günümüzde bir Kürt toplumsal grubu için kullanılan ‘Zaza’ adını tarihte ilk kez Evliya Çelebi (1611-1682) kullanmıştır” der ve bu arada pek çok belgeyi de detaylı biçimde inceledikten sonra sonuç olarak şunları kaydeder:
“Günümüzde ekseriyetle Zaza adıyla anılan bir toplumsal Kürt grubu olan Zazaların kendilerine Kırd (Kürt) ve konuştukları dile de Kırdi (Kürtçe) dedikleri; buna karşılık Zaza adının dışarıdan kendilerine verildiği görülmektedir. Her ne kadar Zaza adının kökenine ve anlamına dair birbirinden farklı çok sayıda görüş ve iddia söz konusu ise de Zaza sözcüğünün Kürtçede ‘yayla’, ‘yaylak’ anlamına gelen ‘Zozan’ isminden türeyen coğrafi bir isim olduğu anlaşılmaktadır. Bu düşüncenin temelinde de Zazaların yaşadığı bölgelerin Ortaçağ Arap kaynaklarında ‘Zewazan’ veya ‘Zuzaniye’ şeklinde isimlendirilmesi yatmaktadır. Zewazan/Zuzaniye isminin başlangıçta bir tamlama olarak kullanıldığı; ancak ismin daha sonra ‘Zaza’ formuna dönüşerek kendi başına bir isim şeklinde tüm gruba teşmil edilerek kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu durum sadece Zazalara ve Zaza ismine mahsus olmayıp diğer Kürt grupları için de söz konudur. Yani Kürtlerde bölge veya yer adlarıyla anılan birçok aşiretin ve topluluğun mevcut olduğu tarihi kayıtlarca doğrulanmakta ve bu durum günümüz için de geçerli olmaktadır. Örneğin Soran, Behdinan, Hewraman ve Mukriyan isimleri hem coğrafi bir bölge adı hem de toplumsal Kürt gruplarının ve dillerinin adı olarak söylenmektedir. Pek tabii olarak, bu durumun Zaza adı ve Zazalar için de geçerli olması makuldür.”
Podcast Yayını
https://www.youtube.com/watch?v=sOA0FK1ESGI
Kaynakça
Ali, A. (2016). A. Ali/ “Zazalar”, Kürtler Üzerine Yeni Tezler Ve Bu Tezlerin Eleştirisi.https://kovarabir.com/13238/1699-2/
Bahar, M. (2011). Ergenekon Davası ve Bazı Zazacılar. http://www.zazaki.net/haber/ergenekon-davasi-ve-bazi-zazacilar-829.htm
Bayrak, Mehmet (1993). Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri / Gizli Belgeler-Araştırmalar-Notlar. Ankara: Özge Yayınları
Bayrak, Mehmet (1994). Açık-Gizli / Resmi-Gayrıresmi Kürdoloji Belgeleri. Ankara: Özge Yayınları
Çalışlar, İzzettin (Haz.) (2010). Dersim Raporu. İstanbul: İletişim Yayınları
Çelik, Abdullah Aren (2021).Uzun Bir Sürgün ve Yitirilen Bir Gelecek. https://kurdarastirmalari.com/yazi-detay-oku-121
Fırat, Nuri (2024). Türkiye’nin Kürt Tarihi. https://www.youtube.com/watch?v=wEMf_gO-6mg&list=PLD9P5GvkAA8CnQETsSGIB65LGMAwpHMG3
Lezgin, Roşan (2025). Zaza Adı Hakkında. https://www.zazaki.net/turkce/zaza-adi-hakkinda-2933.htm
Lezgin, Roşan (2013). “Zazalar Nedir, Ne Değildir?” http://www.zazaki.net/haber/zazalar-nedir,-ne-degildir–1375.htm
Şimşek, Bahar (2012). Geçmişin Aynasında Kemalizm, Alevilik ve Dersim. İstanbul: Toplum-Kuram, Kitap Dizi:6-7