DEM Parti milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan 28 Aralık 2024’te İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan ile bir görüşme yaptı ve sonraki gün görüşmeye dair açıklama yayınlandı. Kısa ve genel hatlardan oluşan bir açıklamaydı bu ve kamuoyunda epey konuşuldu.
Görüşmeye dair yapılan açıklamaya bakılırsa, aslında Öcalan’ın Kürt meselesine dair tutumunda yeni bir şey yok. Zaten öteden beri Kürt meselesinin iç dinamiklerle çözülmesi gerektiğini ve bunun Türk Kürt kardeşliğine hizmet edeceğini belirtiyordu. Ama bunları söylerken, elbette Öcalan’ın bir yol haritası olduğunu biliyoruz, hem daha önceki süreçlerden hem de yazdığı kitaplardan ve daha önce açıkladığı görüşlerinden nasıl bir yol haritasına sahip olduğunu görebiliyoruz. Bunu daha önceki yazı ve yayınlarda detaylı aktarmıştım, aşağıda linkini bulabilirsiniz.
Ama yine de birkaç hususa dikkat çekmek lazım.
Öncelikle kamuoyunda AKP – MHP hükümetine yakın kişilerce günlerdir pompalandığı gibi Öcalan daha ilk görüşmenin ardından silahsızlanma çağrısı yapmadı, zaten gerçekçi bakanlar böyle olmayacağını biliyordu. Bu işin propaganda kısmı, esas mevzular farklı.
Ekim ayı başından beri konuşulan bu yeni süreci mümkün kılan, hatta zorunlu kılan bazı gelişmeler olduğu açık. Bunun detaylarını da daha önce aktarmıştım. Yeni süreci zorunlu kılan en önemli gelişme, bölgede olup bitenler. Bu da İsrail’in Ekim 2023’ten beri yürürlüğe koyduğu İran karşıtı stratejiyle ilgilidir. İsrail’in bu yeni savaş ve dizayn konsepti, bölgede epey şeyi değiştirdi. Bunun son aşamasını Suriye’de gördük. İsrail, İran’ın bölgedeki ortaklarını, vekil güçlerini vesaire tek tek devre dışı bırakmak istiyor; Filistin’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah ve Şam’da Esad rejiminin akıbeti böyle oldu, yani devre dışı kaldılar. İsrail adım adım İran’a giderken, bu aralar Yemen’deki Husiler ve Irak’taki İran bağlantılı bazı güçlere de yönelmiş durumda. Bütün bu gelişmelerin sonunda nereye varılacağını tam olarak görebilmek için biraz daha zamana ihtiyaç var.
Bölgede bütün bunlar olup biterken elbette Türkiye ve Kürt meselesi de etkilendi ve etkileniyor. Özellikle Suriye ve İran’daki durum Türkiye için kritik önemde. Zira burada değişen dengeler ve yeniden tesis edilen ortaklıklar ya da planlanan yeni düzen Türkiye’yi genel itibarıyla ilgilendirdiği kadar, en çok da Kürt meselesi dolayısıyla ilgilendiriyor. Bunu görebilmek için sadece Suriye’de son bir iki ayda olup bitenlere bakmak yeterli olacaktır. Bir de Kürtlerin yine Suriye’de kurdukları ortaklıklar Türkiye için önemli. Burada Kürtlerin en önemli ortağı ABD ve haliyle dolaylı olarak da İsrail oluyor. İsrail ile Kürt güçler arasında henüz somut bir bağlantı yok, ama olası bir ortaklık için karşılıklı mesajların olduğunu ve hatta belki de bir tür ön hazırlıkların yapılmaya çalışıldığını söylemek mümkün.
Türkiye, bu tür kritik gelişmelerin olduğu bir dönemde Öcalan’ın kapısını yeniden çaldı, bahsettiğim son görüşme tam da bu tür gelişmelerin yaşandığı bir dönemde gerçekleşti. Daha doğrusu Ekim başından beri İmralı ile ilgili gelişmeler büyük oranda bu tür gelişmelerle ilgiliydi.
Öcalan adına yapılan açıklamaya bakıldığında da net olarak anlayabileceğimiz üzere, kuşkusuz İmralı’da konuşulan mesele klasik ifadeyle Türkiye’nin iç meselesi değildir, daha doğrusu sadece bu değildir, hatta bundan daha ağırlıklı ve öncelikli bir başlık olarak Suriye’deki Kürt meselesinin konuşulduğunu kaydetmek lazım. Tabi bunu derken, esasında iki ayrı meseleden bahsetmiyoruz. Burada gerçekte konuşulan tek bir mesele var; bu da Kürt veya Kürdistan meselesi…
Suriye’de, Türkiye’de, İran’da ve Irak’ta var olan Kürt meselesi hiçbir zaman ayrı ve birbirinden bağımsız değildi; Kürtlerin hak ve özgürlüklerine dair bir mesele olarak ortaya çıkarken de bağlantılıydı, bugüne kadar olup bitenlere bakıldığında da bağlantılı olduğu görülecektir ve bugün zaten bu bağlantı tamamen görünür durumdadır. Dolasıyla Türkiye’deki Kürt meselesini konuşurken, Suriye’dekini de konuşmak zorundasınız, aynı şekilde her ikisiyle birlikte mesela İran’daki Kürt meselesini de…
Kürt veya Kürdistan meselesi, bugün esas formuna kavuşmuş durumda, daha doğrusu adım adım tam olarak ilk ve esas formuna kavuşmak üzere. Demek istediğim şu:
Bugün Türkiye, Suriye, Irak ve İran’da konuştuğumuz Kürdistan meselesi, aşağı yukarı paralel olacak şekilde yüzyıl kadar önce, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Ortadoğu yeniden dizayn edilirken ortaya çıktı. Oluşan yeni düzende Kürdistan’a yer verilmedi, bunun pek çok nedeni var elbette, detaylarına girmeyeceğim. Ama Kürdistan olarak kabul edilen coğrafya bu kez dört ülke arasında bölüşüldü, bu uluslararası antlaşmalarla garantiye alındı. Bütün bunlar olup bitenken, mesela yüzyıl önceki gelişmelere bakacak olursanız, pek çok tarafın olduğunu görebilirsiniz. Her şeyden önce yeni siyasi haritanın şekillenmesinde dönemin “dünya gücü” olarak İngiltere büyük bir rol oynadı. İngiltere’nin ortağı Fransa da, özellikle bugün çok konuşulan Suriye ve Rojava’nın şekillenmesinde belirleyici oldu. Osmanlı ve Kaçar Hanedanlığının yerine kurulan modern ulus devletler olarak Irak, Suriye, İran ve Türkiye, Batılı güçlerin onay verdiği, müttefik kabul ettiği yeni dizaynın bölgesel güçleri oldular. Bu durumda Kürt veya Kürdistan meselesi bu ülkelerin iç sınırlarına hapsedildi, böylece bugüne kadar da bu ülkelerin “iç meselesi” olarak görüldü. Ancak önce Irak’ta, bugün de Suriye’de deneyimlediğimiz yeni bir durum var ve muhtemelen benzer gelişmeler İran ve Türkiye’de de yakın dönemde yaşanacaktır. Bu gelişmeler, bölgesel ulus devlet bağları çözüldükçe Kürdistan meselesinin ilk haline gelmeye başladığını, yani bir bütün olarak doğrudan bağlantılı olan bir büyük bölgesel meselenin olduğunu görebiliyoruz. Haliyle Kürdistan meselesi artık tek tek İran, Türkiye, Irak ve Suriye’nin bir “iç meselesi” olmaktan çıkıyor; yeniden çok muhataplı bölgesel ve uluslararası bir mesele haline geliyor.
Vaziyet böyleyken, İmralı’daki görüşmelerde bu hususların konuşulduğunu veya en azından tarafların bu hususları bilerek masaya oturduklarını söyleyebiliriz. Ancak tabi ki öncelikli başlıklar var; şimdilik gündem başlığı Türkiye’deki Kürt meselesidir ve tabi ki bunu da kapsayan daha öncelikli bir mesele olarak da Suriye’deki Kürt meselesi… Peki, ne olacak, nasıl bir sonuç ortaya çıkacak?
Şimdiden bir şey söylemek zor, nihayetinde kimse kahin değil. Ama tarafların izledikleri yollar ve gelişmeler pek çok şeyi açıklıyor, nelerin olabileceğine dair öngörü imkanı sunuyor.
Her şeyden önce üç başlık altında şöyle bir özet yapılabilir:
Bir; Suriye’de Kürt meselesiyle ilgili herhangi bir olumlu gelişme olmadan Türkiye’deki Kürt meselesinin çözümü zordur.
İki; Türkiye’de herhangi bir olumlu gelişme olmadan Suriye’deki meselenin çözümü de zordur.
Üç; bu iki ülkedeki olası çözümler, özellikle de Suriye’deki meseleyle ilgili olanı için uluslararası yeni güç dengeleri göz ardı edilerek yol alınması imkansız gibi bir şey.
Şimdi biraz ayrıntılara bakalım.
Türkiye ve Suriye’deki Kürt meseleleri tamamen iç içe geçmiş durumda. Türkiye’de 2015’te akamete uğrayan Çözüm Sürecinden bu yana her şey tepetaklak gitti, ki bu sürecin akamete uğramasında Suriye – Rojava’daki gelişmeler en önemli nedenlerden biriydi, Türk devleti tamamen şiddet ve güvenlik eksenli bir siyaset izledi, hala da izliyor. Aslında Türk devleti yeni bir şey denemedi, neredeyse Cumhuriyetin kuruluşundan beri Kürt meselesine karşı devreye konulan bütün yol ve yöntemleri, üstelik bu kez çok daha teknolojik bir donanımla devreye koymuş durumda. PKK’nin silahlı etkinliğini özellikle Kuzey Kürdistan’da sınırlamak açısından kısmen bir sonuç el ettiğini görebiliyoruz. Ama siyaseten, pek çok yıpratıcı ve kısıtlayıcı sonuçlarıyla birlikte, Türk devletinin istediği sonucu elde ettiğini söylemek zordur, nihayetinde Kürtlük bilinci ve mücadelesinde geriye gidiş değil, aksine bana göre Kürt milliyetçiliği açısından daha fazla konsolide olmuş bir durum var.
Türkiye bir yandan kendi iç meselesini kökten hal etmeye çalışırken, öbür yandan her zaman yanı başındaki Kürt meseleleriyle de ilgilenmek zorundaydı, ancak 1990’dan sonra daha fazla mesai harcaması gerekti. Türkiye önce Irak’la olası bir Kürt varlığının ortaya çıkmaması için uğraştı, ama sonuç elde edemedi. 2011’den beri ise Suriye’deki Kürt varlığıyla uğraşıyor. Üstelik buradaki Kürt siyasi yapısı Türkiye’nin yok etmeye çalıştığı Kürt hareketiyle doğrudan ilişkili bir yapı; yani Suriye’de de Öcalan’ı lider kabul bir Kürt hareketi var ve mevcut durumda fiili bağımsız Rojava’yı kontrolde tutan da bu. Türkiye bir yandan PKK’yi bitirmekle uğraşırken, Öcalan’ı lider kabul eden Rojava’daki Kürt hareketi 100 binden fazla silahlı gücüyle bölgenin önemli aktörlerinden biri haline geldi. Sadece bu görüntü bile iki ülkedeki meselenin nasıl iç içe geçtiğini görmeye yetiyor.
Türkiye Rojava’daki Kürt hareketini PKK’den bağımsız görmüyor, bu nedenle işgal harekatlarının bir ayağı son 7-8 yıldır Rojava. Türkiye’nin stratejisi basit ve net: Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da PKK’yi ve aslında daha genel olarak sivil – siyasi bütün Kürt hareketini, Suriye ve Rojava’da da aynı şekilde Kürtlerin her türlü siyasi varlığını ortadan kaldırmak.
Suriye’de Cihadist HTŞ’nin Şam’ı ele geçirmesiyle birlikte Türkiye için avantajlı bir durum ortaya çıktı. Yıllarca İdlib’te her türlü desteği verdiği HTŞ Şam’ı düşürmek için harekete geçerken, Türkiye ise yönünü Rojava’ya çevirdi. Yıllarca işgal edip kontrolünde tuttuğu bölgelerde silahlandırdığı, eğittiği, parasını verdiği, vatandaşı yaptığı ve komuta ettiği Suriye Milli Ordusu adındaki IŞİD kalıntısı militanlardan oluşan çeteleri aracılığıyla Rojava’yı haritadan silmek için her şeyi yapıyor Türkiye. Ancak Fırat’ın doğusuna geçmesi haftalardır süren ağır saldırılarına rağmen mümkün olmadı. Bunun birinci nedeni, kuşkusuz Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG), yani Kürt güçlerinin güçlü direnişidir. İkincisi, bizzat Rojava’da bulunan ABD’nin Türkiye’nin planlarına onay vermemesi ve haliyle caydırıcı varlığı. Üçüncüsü ise, aslında yıllardır para verip eğittiği güçlerin yetersizliğiyle ilgilidir. Hal böyle olunca bizzat ordusuyla karadan ve havadan operasyon yapmak isteyen Türkiye, şimdilik Amerika bariyerine takılmış görünüyor.
Bunun üzerine Türkiye’nin bu kez HTŞ’li bir planı devreye koymak istediği söylenebilir. Buna göre, bir yandan mevcut durumda yaptığı gibi SMO çeteleriyle saldırılara devam etmek, öbür yandan ise bizzat HTŞ ortaklığında Rojava’ya bir savaş başlatmak istiyor. Ancak bunun için de ABD’nin onayı lazım. Öncelikle, HTŞ’nin Türkiye’nin ortağı olduğu doğru, bu eskiden beri böyle, dolayısıyla Türkiye’nin sözü yeni Suriye’de geçerli olur. Ama Kürtlere karşı topyekün bir savaş ilanı gibi bir durumda HTŞ’nin dikkate alması gereken başka adresler de var. Bunların başında ise ABD ve İsrail geliyor. Yeni Suriye dizayn edilirken cihadist HTŞ, en az Türkiye’yi dinlediği kadar ABD ve İsrail’i de dikkate almak zorunda. İsrail bunu zaten sistematik biçimde hatırlatıyor, Suriye’de taş üstünde taş bırakmayan hava saldırılarının bir amacı da budur. Bu mesajı gayet iyi alan cihadist HTŞ’nin bu iki gücü karşısına alması mümkün değil, zaten şimdilik böyle bir niyeti de yok, ama sonra ne olacak, işte bunun için biraz zamana ihtiyaç var, muhtemelen iyi olmayacak. Zaten İsrail bunu öngördüğü için yeni cihadist Suriye’yi şimdiden felç etme yoluna gidiyor.
Hal böyleyken Türkiye, yeniden yönünü İmralı’ya döndü. Buradan kesinkes Öcalan’dan silahsızlanma çağrısını almak istiyor. Ama Öcalan, Türkiye’nin bütün bu hesapları ortadayken elbette kolayca böyle bir adım atmayacaktır. O da hesabını yapıyordur. Nelerin pazarlığını yapıldığını önümüzdeki dönemde daha net göreceğiz. Ama Türkiye bir yandan İmralı üzerinden silahsızlanma çabasını sürdürürken, ki esas derdi SDG’nin dağıtılmasıdır, öbür yandan ABD’nin yeni yönetimini bekliyor.
Türkiye kendi Kürt meselesini Suriye cephesinde hal etmeye kararlı. Bunun için savunduğu şey şu: Özerklik vesaire bir statü olmayacak, Kürtlerin ayrı bir silahlı gücü bulunmayacak, Türkiye’de olduğu gibi devletin izin verdiği sınırlar dahilinde kısmi kültürel haklar tanınacak, DEM parti vekilleri gibi bazı Kürt vekiller olabilir, hatta bazı cihadistlerin kadroları arasında bulunan veya Türkiye’ye yakın duran bazı Kürt kökenli kişiler bakan da yapılabilir.
Türkiye bütün hesabını esasında bu sözüm ona çözüm planı üzerine kurmuş durumda. Kürtleri buna razı etmek için de işte bahsettiğim askeri yöntemlerde ısrar ediyor.
Donald Trump ABD başkanlık koltuğuna otururken de Türkiye bu tür bir planla karşısına çıkıp pazarlık yapmaya çalışacak.
Bir yandan Öcalan ile hem Türkiye’de hem de Suriye’de bu tür bir çözüm için görüşmeler yapan Türkiye, öbür yandan ABD’yi de bu plana razı edip işini kolaylaştırmak istiyor.
Peki, bu mümkün mü?
Açıkçası hayır.
Birincisi; Kürt hareketi bunca yıldır elde ettiği kazanımları bir çırpıda terk edecek değil; Öcalan da elindeki bu güçlü kozu heba etmez, aksine bunu korumak için pazarlık yapacak. Haliyle çok zor bir süreç olacak bu.
İkincisi; Türkiye Trump’tan oldukça umutlu, ama Trump’ın Türkiye’nin planına onay vereceğinin bir garantisi yok. Her şeyden önce Trump da devraldığı yönetimin yaptığı gibi İsrail odaklı bir siyaset izleyecek, zaten bütün kabinesini buna göre kurmuş durumda. Haliyle Suriye’deki gelişmeleri İsrail’in çıkarlarına ve güvenliğine göre ele alacağını kestirmek mümkün. Bu durumda zayıflamış, Türkiye’nin insafına bırakılmış, tamamen cihadistlerin cirit attığı bir Suriye’ye Trump yönetiminin de razı olabileceğini düşünmüyorum. Aksine İsrail zaten yeni Suriye’yi kendisine tehdit olmayacak hale getirmeye çalışıyor, bunu askeri operasyonlarla yapıyor. Ama bir de siyaseten yeni Suriye’de İsrail çıkarlarını dengeleyebilecek bir oluşumun ortaya çıkmasına çalışacaklar. İşte bu durumda yollar Kürtlerle çakışıyor. Burada Irak modeli düşünülebilir. ABD Saddam sonrası Irak’ta siyaseten etkili olabilmek ve böylece denge oluşturabilmek için Kürtleri de Bağdat yönetimine dahil etmişti, bununla birlikte Kürdistan federasyonunu desteklemişti. Benzer bir planın Suriye’de konuşulması ihtimal dahilinde kabul edilebilir. Tabi bu Türkiye’nin en son görmek isteyeceği şey ve bunun olmaması için de elinden geleni yapacaktır. Ama belirttiğim gibi, Trump başkanlık koltuğuna oturduktan sonra her şey daha net görülebilir.
Bu arada Türkiye, bu tür olasılıklar nedeniyle – özellikle de kabus senaryosu olarak gördüğü olası bir Kürt varlığının ortaya çıkmaması için – bir yandan İmralı’da mesai yaparken, yani silahsızlanma mevzusunu konuşurken, öbür yandan Kürt güçlerini elemine etmenin bir başka yolu olarak Suriye üzerinden de bir plana destek veriyor ya da hatta bizzat bu planı tasarlıyor. Bu da Kürt güçlerinin yeni Suriye’nin ordusuna entegre edilmesidir. Yeni Suriye’nin fiili cihadist lideri Colani de Kürtlerle diyalog halinde olduklarını, Kürt güçlerini orduya entegre etmek istediklerini açıkladı. Ama bu nasıl olacak?
Açıkçası Colani, bir yandan Türkiye’nin dayatmaları öbür yandan ABD ve İsrail varlığı dolayısıyla Kürt meselesi konusunda mümkün mertebe zamana oynuyor. HTŞ yönetimi, bir yandan Türkiye karşı olduğu için Rojava yönetimiyle hala doğrudan görüşmelerden kaçınıyor – tabi bazı görüşmeler var, ama üst düzeyde bir müzakere aşaması söz konusu değil – ve hatta yine Türkiye’yi memnun edecek şekilde mesela federasyon – özerklik gibi çözüm modellerine karşı olduklarını da zaman zaman medyaya servis ediyorlar; beri yandan ise esasında topu Türkiye’ye atıyor. Anlaşıldığı kadarıyla, Colani, Kürt meselesi için Türkiye’nin ABD ile bir orta yol bulmasını bekliyor, ona göre o da adımlarını atacak. Türkiye ise, bahsettiğim planları, sahada yapmak istedikleri ve yapmaya devam ettikleri, İmralı ile görüşmeler vesaire derken, esas olarak Trump’ı bekliyor. Her ne kadar ilk açıklamasında genel bir çerçeve ortaya koyduysa da Öcalan da öyle, o da Türkiye’nin tam olarak ne yapacağını görmek istiyor, zira Türkiye’nin Trump’ı beklediğini biliyor.
Bir diğer mevzu ise şu: Kürtler seçeneksiz değiller, bahsettiğim gibi güçlü bir direniş güçleri var. Ama sadece bu da değil. Mümkün mertebe Suriye’nin bütünlüğü içinde özerk konumlarını koruyarak bir çözüm yolu bulmaya çalışıyorlar, bunun için de cihadist HTŞ yönetimiyle diyalogu zorluyorlar. Öbür yandan Kürtler de elbette ABD, Batılı devletler, Arap ülkeleri ve hatta İsrail nezdinde diplomatik çabalarını sürdürüyor, ABD cephesiyle mevcut ortaklığı sürdürmek istiyor. Bu konuda onların da güçlü argümanları bulunuyor.
Bütün bu hususları konuşurken, şu soru olduğu yerde duruyor: Suriye’de hakikaten Kürt meselesi nasıl çözülebilir?
Bahsettiğim gibi Türkiye’nin dayattığı bir plan var; Rojava’nın haritadan silindiği, özerklik vesaire statünün olmadığı, askeri güçlerin dağıtıldığı, kısıtlı kültürel hakların yeterli görüldüğü bir plan. Ama Kürtlerin silahlı güçleri var, esas aldıkları bir siyasi ve ideolojik program var ve buna dayanan bir gelecek tahayyülüne sahipler, haliyle onların Suriye için önerdiği şey bambaşka. İşte burada Kürtler sadece Türkiye ile değil, esasında Suriye’nin yeni cihadist yönetimi ve siyaset anlayışıyla da karşı karşıya geliyor.
Mesela Kürtlerin askeri güçlerinin konumu ne olacak? Bunlar sadece Suriye ordusuna entegre edilmiş, herhangi bir özerklikleri olmayan sıradan askerler mi olacak? Bu çok zor bir mesele. Üstelik sadece Colani’nin atadığı ordu kadrolarına bakıldığında bile nasıl bir Suriye’nin inşa edilmeye çalışıldığını görebiliyoruz. Mesela Colani 49 kişiye çeşitli düzeylerde, generallik ve albaylık rütbeleri verdi, bunlar kurmaya çalıştığı ordunun üst makamları. Bu koltuklar IŞİD ve El Kaide geçmişi bulunan HTŞ ve onun öncülü olan Cephetul Nusra’nın komutanlarına verildi. Bu yeni kadroların hepsinin yıllardır süren cihad kavgası ve işledikleri insanlığa karşı suçlar elbette şeriat düzeni içindi. Rütbe verilen kişiler arasında ayrıca Ürdün, Tacikistan, Türkiye, Arnavutluk, Çin ve Mısır vatandaşları var. Ki zaten Colani Suriyeli olmayan bu kişilere Suriye’den gidin demeyeceklerini, vatandaşlık vereceklerini söylemişti. Oysa Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile yaptığı açıklamada, Türkiye’nin duymak istediği ve ısrarla öne sürdüğü şekilde, SDG’nin sözüm ona yabancı savaşçılarının vesairenin gitmesini istemişti. Oysa Türkiye ve cihadist ortağı Colani’nin bahsettiği kişilerin tamamı Kürt, bunlardan bazıları Türkiye’nin işgali altındaki Türkiye’den bazıları da İran’ın işgali altındaki Kürdistan’dan geliyor. Meseleye hakkaniyetle bakılacaksa, bu kişilerin Kürdistan davası için Rojava’da bulunmaları gayet normaldir, nihayetinde bu kişiler Kürtler. Ama Colani’nin rütbe dağıttığı kişiler, Suriyeli değiller, bazıları Arap da değil, Suriye’de bulunmalarının tek nedeni cihad ve şeriat. Ve fakat bunlara rütbe dağıtılırken, Kürdistan’ın bir parçası olan Rojava’da mensubu oldukları Kürt milletinin davasını üstlenen kişilere yabancı muamelesi yapılıyor ve Suriye’yi terk etmeleri isteniyor.
Hal böyleyken, Kürtlerin askeri güçleri için nasıl bir çözüm bulacağı önem kazanıyor, zira burada ortaya çıkacak yaklaşım özerk yapılarını da belirleyecektir. Şayet koşulsuz bir entegrasyon olursa, bu Kürtlerin özerk yapılarından vazgeçtikleri anlamına gelir. Rojava’daki siyasi iradeye bakılırsa böyle bir şey kesinlikle düşünülmüyor. İkincisi, SDG güçlerinin önemli bir kısmı kadınlardan oluşuyor. Hadi diyelim ki SDG entegrasyonu kabul etti, peki bu kadın güçleri ne olacak? Şeriatı savunan, kadınları köle pazarlarında satan IŞİD ve El Kaide kalıntılarından oluşan HTŞ’li cihadistler kesinlikle kadın askeri güçleri kabul etmeyecektir, ki onlar zaten kadının herhangi bir yerde var olmasını da kabul etmiyorlar. Bu da işin başka bir boyutu; zira Kürt hareketi siyasetini kadın erkek eşitliği üzerine kuruyor, yönetim ve sosyal işleyişini bu denge üzerine bina etmiş durumda, demokrasi anlayışı tamamen buna dayanıyor. Bunu bırakıp cihadistlerin şeriat düzenine mi razı olacaklar? Tabi ki böyle bir şey olmayacak. Ama nasıl olacak? İşte zorluğun düzeyini gösteren bir başka başlık.
Bu durumda Kürtler ya hakikaten bütün bu savunduklarını bir kenara bırakıp cihadist yapıya razı olacaklar ya da güçlü bir şekilde özerk yapılarını kabul ettirecekler veya bu olmasa bağımsızlık ilan edecekler. Birinci ve üçüncü seçenekler elbette en zor olanları; ikinci seçenek olarak ise Kürtler özerkliklerini bırakmayacaklar, aksi durum onlar için intihar olur; ama bunun nasıl müzakere edileceği vesaire ise hem İmralı’daki sürecin hem de Suriye’deki geçiş sürecinin en önemli başlıklarından biri olacağı söylenebilir. Ayrıca bağımsızlık seçeneği, askeri, diplomatik, siyasi vesaire nedenlerden ötürü üstesinden gelinmesi zor bir seçenek; tabi ki imkansız değil, ama mesela görece daha istikrarlı olan Güney Kürdistan’ın 2017’deki Bağımsızlık Referandumu sonrasında yaşadıkları zorluklar bile çok şey anlatıyor.
Açıkçası Kürtlerin yaklaşımı net: Demokratik Suriye, Özerk Kürdistan – ya da Özerk Rojava. Bu Türkiye’deki, İran’daki ve hatta Irak’taki Kürt hareketinin de sloganıdır. Bunun neden böyle olduğunu başka bir zaman konuşuruz.
Kürtler özerklik projeleriyle, mesela Suriye’de hem askeri yapılarını hem siyasi programlarını hem kurumsallaştırdıkları demokratik yapıyı hem de ideolojik yaklaşımlarını koruyabilirler. Ama bunun da bir sınırı var, nihayetinde özerklik demek bağımsızlık demek değildir. Örneğin mevcut durumda Suriye’de diyelim Kürt özerkliği kabul edildi. Buradaki Kürt hareketi demokrasiyi, insan haklarını, kadın erkek eşitliğini, eş başkanlığı, katılımcılığı, kültürel-dinsel-siyasal çoğulculuğu vesaire savunuyor ve özerk bölgede mevcut durumda yaptığı gibi kurumsallaştırıyor. Ama merkezi Suriye hükümeti olan HTŞ şeriatı savunuyor ve çok büyük bir aksilik olmazsa şeriat hukukunu geçerli kılacak. Şimdi bu hukuk bir yerden sonra özerk Kürt yapısı için de geçerli olacak. İşte işlerin sarpa saracağı bir yer daha. Aslında bu durumda Irak modeli en ideal çözüm modeli gibi görünüyor. Güçlü ve kendi içinde bağımsız bir Kürt federasyonu ile Kürtler hem kendi demokrasilerini koruyabilirler, hem de merkezi hükümetle belli bir denge siyasetini yürütebilirler.
Şimdiki mesele, cihadist Colani ve ortağı Türkiye’nin nasıl bir Kürt planına sahip olduklarıdır ve planlarından bahsettim, Kürtlerin planlarıyla taban tabana zıt. Öbür yandan yeni Suriye’de Kürtlerin nasıl yer alabileceklerine dair bağlayıcı metin anayasa olacaktır. Colani anayasanın yazılmasının üç yıl alabileceğini, seçimlerin de ancak dört yıl sonra yapılabileceğini açıkladı. Yani bu zaman boyunca biz ihtilaflı konuları daha çok konuşacağız ve üstelik şayet yazılırsa anayasanın nasıl bir içerikte olacağı da önemlidir ve Kürtlerle ihtilaf, bahsettiğim zorlu başlıklar dolayısıyla daha çok sürecek.
Bütün bu hususlardan sonra toparlayacak olursam;
Türkiye’de yeni bir süreç var, nelerin konuşulduğunu yakında daha fazla duyarız. Ama bu sürecin merkezinde sadece Türkiye’nin iç meselesi yok, bunu kapsayan ve çok daha öncelikli olan Suriye’deki Kürt meselesi bulunuyor.
Türkiye Trump’ı bekliyor, ondan sonra nasıl bir yol izleyeceğini net olarak ortaya koyacaktır. Öcalan da hükümetin nasıl bir netliğe varacağını bekliyor. Bu, süreçte zamanlama hesaplarının önemli olduğunu gösteriyor.
Bu süreçte her ne kadar taraflar meseleyi “iç dinamikler” üzerinden konuşma niyetindelerse de, sadece Suriye’deki duruma bakılsa bile, işin içinde ne kadar çok tarafın bulunduğu görülebilir ve haliyle dış dinamikleri dışlayan bir sürecin başarı şansı yok gibidir.
Yeni süreçte taraflar mümkün mertebe en kısa sürede sonuca varmak isteyeceklerdir, bunun için kurguladıkları planlar da vardır. Ancak sadece iki taraf ve bunların kurguladığı planlar söz konusu olmadığı için yeni sürecin çok daha uzun sürebileceğini öngörebiliriz. Mesela Suriye’deki durumu aktardım; ABD ve İsrail var, Körfez ülkeleri ve Suudiler var, Türkiye var, ayrıca yazılması gereken anayasa meselesi ve seçimler var ve tabi ki Kürtlerin durumu… Bütün bu konularda bir netliğin sağlanması bile en az birkaç yıl sürebilir. Ancak Kürt meselesi için söyleyecek olursam, Türkiye’nin tutumu önemli olacaktır.
Şayet Türkiye, kendi iç meselesini çözebilme kabiliyetini gösterebilirse bu bölgesel bir etki yaratabilir. Mesela siyaset alanını genişletirse, demokratikleşmeyi esas alırsa, kültürel haklarla ilgili daha fazla adım atarsa ve Kürtçeyi resmi düzeyde kabul ederse, Öcalan ve siyasi tutsaklar konusunda adımlar atarsa vesaire… Anladığım kadarıyla özerklik gibi konular Türkiye için şimdilik pek konuşulacak başlıklar olmayacak, yani İmralı ve Türk devleti arasında daha düşük düzeydeki pazarlıkların yürütüleceği bir çözüm çerçevesi üzerinden görüşmeler yapılıyor. Ama bunun da bir garantisi yok tabi, işin ucu yine Suriye’ye uzanıyor. Türkiye, bahsettiğim gibi özerkliğin olmadığı, askeri güçlerin dağıtıldığı ve Türkiye’deki gibi kısıtlı hakların geçerli olduğu bir Kürt çözümünü Suriye için de dayatıyor. Ama buradaki şartlar farklı. İşte Türkiye, Suriye’de mesela özerk yapıya ikna olursa işin rengi başka olabilir. Aksi halde Türkiye Suriye’de tıkaç rolünü oynamaya devam ederse, hem buradaki meselenin hem de kendi iç meselesinin çözümünü zorlaştıran taraf olmaya devam eder ve bu da, Türkiye’deki sürecin başarılı olma ihtimalinin esasında neye bağlı olduğunu gösterdiği gibi, başka ihtimalleri konuşmayı gerekli kılar. Bunlar ne mi, başka zaman konuşuruz.
Podcast Yayını
Irak Modeli Ya Da… https://www.youtube.com/watch?v=l19T-tq9DDE
Öcalan Ne Diyor? https://www.youtube.com/watch?v=2QvrQrx5Lag