Nuri Fırat: Kürdistan’ın Denize Sınırı Var mı ya da Olmalı mı?

Yazarlar

Kürt milliyetçilerinin paylaştıkları haritaların bazılarında Kürdistan sınırının bir şekilde denizle buluştuğunu görebilirsiniz. Bu tür haritalarda Kürdistan’ın sınırı çoğunlukla en güney uçtaki Hürmüz Körfeziyle ve batıda Akdeniz’le buluşturulur, nadiren de kuzeyde Karadeniz’e ulaştırıldığı görülür. 

Sahi, Kürdistan’ın bir denizle sınır var mı ya da ille de denizle buluşturulmasının bir anlamı var mı? Veya bu tür haritaları paylaşanlar sadece tahayyüllerindeki Kürdistan’ı olabildiğince geniş mi göstermek istiyorlar, yoksa başka politik hesaplarla mı hareket ediyorlar?

Benim kanaatime göre, günümüzde çoğunlukla sosyal medya platformlarında bu tür haritaları paylaşanlar, esasında ne yaptıkları konusunda bir fikre sahip değiller. Daha yumuşatarak söyleyecek olursam, bence çoğu kez internet aramasında karşılarına çıkan ve duygularını tatmin eden haritalardan birini ve elbette mümkünse karşıtlarını çıldırtacak düzeyde en geniş coğrafyayı göstereni indirip sosyal medya hesaplarında yayınlıyorlar. Bu sadece anın politik hazzıyla ilgilidir, aksine bu haritanın gerçekte ne anlama geldiği ya da neye tekabül ettiği, kim tarafından ne amaçla çizildiği vesaire konusunda bence çok da fikir sahibi değiller. 

Bu tür popülist davranışlar bir yana, sahiden Kürdistan’ın denize sınırı var mı ya da olmalı mı, öyleyse neden olmalı? Bu soruların yanıtları için iki hususa bakacağız; birincisi milletin kaderini tayin hakkıyla ilgili, ikincisi ise Kürt elitlerinin politik hesaplarıyla… 

En başta şunu belirterek başlamalıyım; Kürt karşıtı ırkçı zevatın iddiasının aksine Kürdistan vardır. Kürtlerin yurdu olan bu ülkenin sınırları da aşağı yukarı bellidir, elbette bu sınırların uç kısımlarına doğru bazı ihtilaflı bölgeler de vardır ve bu dünyanın her yerinde görülebilecek normal bir durumdur. 

Belirlenebildiği kadarıyla ilk kez detaylı biçimde Kürdistan’ın sınırlarını tarif eden, Şerefxanê Bedlîsî’dir. Şerefxan, 16. yüzyılda yazdığı ve Kürt emirliklerinin tarihini anlattığı Şerefname adlı eserinde Kürdistan’ın sınırlarını şöyle tarif ediyor: 

“Kürdistan topraklarının sınırları Hint Okyanusu’nun kenarında yer alan Hürmüz körfezinden başlar. Oradan doğrusal bir çizgi şeklinde Malatya ve Maraş illerine kadar uzanıp burada son bulur. Bu doğrusal çizginin kuzeyinde Fars ili, Irak-ı Acem, Azerbaycan ve Ermenistan yer alır. Güneyinde ise Diyarbekir, Musul ve Irak-ı Arab yer alır. Ancak bu halkın kolları doğudan batıya birçok yere yayılmışlardır.” (Bedlîsî 2007:101-102)

Şerefname’de Kürdistan’ın tarif edilen sınırları aşağı yukarı bugün Kürt milliyetçilerinin çoğunlukla tahayyül ettikleriyle aynıdır. Dikkat edilirse, Kürdistan’ın denize olan bir sınırı da tarif ediliyor; ama bu sınır, batıda veya kuzeyde Akdeniz veya Karadeniz’e değil, en güney uçta Hint Okyanusuna açılan Hürmüz körfezine ulaşıyor. İran’ın egemenliği altındaki Kürdistan toprakları güneye doğru genişletilirse Hint Okyanusuna ulaşılabilir ve belirttiğim gibi, çoğu Kürt milliyetçisinin tahayyülü de bu yöndedir. Ama Akdeniz ve özellikle de Karadeniz sınırı daha belirsiz ve ihtilaflı bir konudur. 

Bununla birlikte Kürdistan toprakları çoğunlukla iç bölgelerde kalır ve herhangi bir denize sınırı uzatabilmek için uçlarda kısıtlı bir alanla sınırlı olabilecek şekilde bu topraklar genişletilebiliyor. Tabi bu arada pek çok Kürdün deniz olarak kabul ettiği Van Gölü’nü hesaba katmıyorum; şayet bir deniz ise de bu bir iç denizdir, açık deniz değildir. Bu bir yana, hakikaten bir ülkenin denizle sınırının olması önemlidir ve bu konu, Kürtlerle ilgili mevzularda da konu olmuştur.

Çoğunlukla Kürtlerin hak ve özgürlüklerine sahip olmaları konusunda tavır alan Türk Akademisyen Baskın Oran, bir kitabında Kürtlerin kaderlerini tayin etme hakkına sahip olup olmadıklarını tartışıyor ve bunu yaparken ünlü tarihçi Ernest Gellner’in ileri sürdüğü bazı kriterleri esas alıyor. Bana kalırsa, böyle bir tartışmaya girişmek bile saçmalıktır, ama yine de konunun denizle ilgili kısmını aktarmak istiyorum. 

Baskın Oran’ın aktardığı şekliyle, Ernest Gellner, bir milletin kaderini tayin edebilmesi için örneğin “Sayı, Yoğunluk, Motivasyon, Tarihsel Süreklilik” gibi kriterleri karşılaması gerektiğini belirtiyor. Oran da, anlamsız ve hatalı şekilde ille de bazı pürüzlerin var olduğunu ileri sürmekle birlikte, büyük oranda Kürtlerin bu kıstasları karşıladığını kabul ediyor. Ancak bu kriterlere ek olarak Oran, kendince bazı başka kriterler ortaya atıyor; mesela “Dış Etkenler Ölçütü” başlığı altında “Jeopolitik Konum”, “İrredantizm Olanağı” ve “Uluslararası Konjonktür” maddelerini ekliyor. Nihayetinde Baskın Oran, özellikle Kürtlerin bağımsızlık konusunda isteksiz olduğunu, Kürtlerin aşiretli toplumsal özelliklerini koruduklarını, denize sınırı olmaması dolayısıyla Kürdistan’ın jeopolitik konumunun dezavantajlı durum teşkil ettiğini ve uluslararası konjonktörün de elverişli olmadığını ileri sürüyor. Oran, bütün bu kıstaslardan hareketle bağımsız bir devlet kurma olanaklarının artı ve eksilerinin Kürtler için eşit derecede olduğunu savunuyor (2015:230-231). 

Başka bir yazı ve podcastte bu konuyu detaylı ele aldığım için tekrarlamayacağım, ama şunu söylemeden de geçemeyeceğim: En başta Oran’ın hangi maddi verilerle böyle bir analiz yaptığı ve bu tür bir sonuca vardığı belirsizdir. Burada sadece konuyla ilgili olan kriteri, yani denize sınırın olması konusunu ele alacağım ve Baskın Oran’ın da konuyu fazlasıyla eğip bükmeye meyilli olduğunu söylemekle yetineyim. 

En başta, şayet denize sınırın olmasını esas kriterlerden biri olarak kabul edersek, bugün dünya üzerindeki onlarca ülke olmamalıydı; zira çoğunun denizle herhangi bir kıyısı bulunmuyor. Dolayısıyla denize sınırın olmasını milletin kaderini tayin hakkından faydalanmak için bir kriter olarak ileri sürmek bence gereksizdir, ama elbette jeopolitik açıdan katkısı olacağını da görmek lazım. 

Örneğin, bugünkü Güney Kürdistan’ı ele alalım. 2017’de bağımsızlık referandumuna gidilmiş ve halkın yüzde 92’si bağımsızlık için oy kullanmıştı. Ancak başta Türkiye ve İran olmak üzere Kürt karşıtı bölge devletleri ve onların siyasetlerine onay veren uluslararası sistem bu referandumu geçerli kabul etmedi. Türkiye ve İran ise savaş ve işgal başta olmak üzere her türlü tehdidi savurmuştu. En çok da ekonomik alandaki tehditler görünürdü. Örneğin Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Kürdistan Bölgesel Yönetimini petrol vanalarını ve sınır kapılarını kapatmak ve böylece halkı aç bırakmakla tehdit etmişti. İşte tam burada açık denizlere sınırın olması önem kazanabilir. 

Bilindiği üzere, Kürdistan Bölgesel Yönetimi, bir süreden beri sahip olduğu petrolü uluslararası pazara ulaştırmaya çalışıyor. Ancak petrolü dışarıya çıkarabilmek için ya Irak yönetimiyle anlaşıp Basra Körfezini kullanacak ya da Türkiye ve İran üzerinden petrolünü satabilecek. Irak yönetimi zaten Kürtlerin petrol satışını korsanlık olarak nitelendiriyor ve bu konu uluslararası yargısal süreçlere de konu oldu, epey ihtilaflı bir mesele. Dolayısıyla Kürtler için Basra Körfezi bir seçenek olamıyor. Türkiye ve İran ise mecburi istikamet olmaya devam ediyor; Türkiye’nin Akdeniz’e, İran’ın da Hint Okyanusuna sınırı var ve bu petrol sevkiyatı için çok önemli. 

Şayet Kürdistan Bölgesel Yönetiminin denize sınırı olsaydı bu büyük bir avantaj olabilirdi, örneğin Türkiye ve İran’a bağımlılığı olmayabilirdi. Hakeza limanlardan veya turizmden sağlanabilecek gelir de ülke ekonomisine önemli bir katkı sağlayabilirdi. Ama bu tür varsayımların gerçekleşebilmesi için de öncelikle politik gücünüz ve bağımsızlığınız olmalı. Eğer politik düzeyde varlığınız tanınmıyorsa, istediğiniz kadar denizle sınırınız olsun, bunun çok da bir anlamı olmuyor. Denize olan sınır çok önemli bir avantajdır, ama her şey değildir. Örneğin İspanya’ya bağlı Katalan bölgesinin Akdeniz’e sınırı var, deniz ticaretinden ve turizmden ciddi oranda gelir de sağlayabiliyor. Ama Katalan bölgesi, Kürtlerin hiçbir zaman sahip olamadıkları düzeyde bir özerkliğe sahip oldukları ve bu, hem İspanyol hem de uluslararası hukukta garanti altına alındığı için denizle olan sınırdan fayda sağlayabiliyor. Bununla birlikte, bu denize olan sınır, Katalanların istediği bağımsızlığı getirmeye de yetmiyor ve bağımsız olmadıkları için de esasında bu denize olan sınırın onlara tamamen fayda sağladığı da söylenemez; en basitinden limanlardan veya turizmden sağlanan gelirden İspanya hükümetine vergi gidiyor vesaire… 

Kısacası, denize sınırın olması, örneğin olası bir Kürdistan devletinin kurulabilmesine ciddi imkanlar sağlayabilirdi, jeopolitik açıdan konumunu güçlendirebilirdi; ama bir tek bu kriterden yola çıkarak her şeyin hal olabileceğini veya bunun çok belirleyici bir kıstas olduğunu ileri sürmek de abartı olur. 

Son olarak bu konunun epey zaman önce Kürt elitlerinin gündeminde olduğunu da hatırlatmak istiyorum. Birinci Dünya Savaşı sonrasında çöken Osmanlı İmparatorluğunun hüküm sürdüğü topraklar politik olarak yeniden dizayn edilirken, Kürt milliyetçileri de paylarına düşeni almak için çabalamıştı. Bildiğimiz gibi pek çok nedenden dolayı paylarına hiçbir şey düşmedi. Ama yine de o dönemde olası bir Kürdistan için Kürt elitlerinin deniz konusunu önemsedikleri görülüyor. Kürt araştırmacı Malmîsanij’ın 1925’ten önceki Kürt örgütleri hakkında yazdığı kitapta konuyla ilgili dikkat çekici detaylar var. Malmîsanij bu konuyu şöyle aktarıyor: 

“Zınar Silopi’ye göre, Seyid Abdülkadir, Bedirhani Emir Âli, Bediuzzaman Molla Said ve Dr. Mehmet Şükrü KTC [Kürdistan Teali Cemiyeti] adına İstanbul’daki Amerikan komiseri ile [1919’da] yaptıkları bir toplantıda, ‘harita üzerinde Kürdistan hududunu belirterek denizlerde bir mahreçleri {çıkış yeri} bulunması zaruretini’ anlatırlar. [Dönemin önde gelen Kürt milliyetçilerinden biri olan ve Paris Barış Konferansında Kürt temsilci olarak katılan] Şerif Paşa da 1 Mart 1920’de Barış Konferansı yetkililerine sunduğu muhtırada Kürtler adına bu talebi dile getirir. 

“‘Yugoslavya, Polonya ve Ermenistan’daki emsalleri esas olarak Kürdistan’a, petrolü ve diğer madeni ve orman kaynaklı zenginliklerinin akışı için Akdeniz’e, hatta Hazar Denizi’ne, bir çıkış tahsis edilmesini talep ediyoruz.’

“Burada belki de ilk kez Kürtler kendi petrollerinden söz etmiş olurlar. Daha sonra, Kürd Teşkilat-ı İctimaiye Cemiyeti başkanı Emin Âli Bedirhan ve aynı örgütün genel sekreteri Memduh Selim, 17 Haziran 1920’de ABD başkanı Woodrow Wilson’a gönderdikleri bir telgrafta, bağımsız Kürdistan’ın denize açılan bir kapıya ihtiyacı olduğunu, bunun da Akdeniz’e açılan Ayas Körfezi [Yumurtalık] olduğunu belirtirler. Keza Seyid Abdülkadir ve Zeynelabidin, 26 Aralık 1921’te Kürdistan’ın Akdeniz’e açılan bir kapıya, Ayas’a ihtiyacı olduğunu bildirirler. Nihayet Kürdistan İstiklal Cemiyeti adına Yusuf Ziya da 1924’te Sovyetler Birliği yetkilileriyle yaptığı bir görüşmede, gelecekteki Kürdistan’ın çerçevesini çizerken denize açılan kapı hususunu belirtir: 

“‘Güney Kürdistan, Türkiye’nin vilayet ve şehirlerinden Beyazid, Van, Muş, Bitlis, Erzurum, Diyarbekir, Sivas, Adana’nın bir parçası, Urfa ve Lazistan Trabzon’un bir parçası… Kürd Komitesi’ne göre, Kürdistan’ın bağımsız bir iktidarı{nın} olması için bu son bölgenin Kürdistan’a katılması gerekir ve böylelikle Karadeniz aracılığıyla dışarıya açılım sağlanır.’

“Sovyetler Birliği diplomatı, yukarıdaki bilgileri aktardığı raporunda, şunu ekliyor: ‘Benim Lazların bu konuda tavrı nasıl olur yönündeki soruma Kürtlerin verdikleri cevap: Biz onlarla tümüyle anlaştık.’” (Malmîsanij 2020:64-65)

Kürt elitlerinin 1920’lerin başında Kürdistan’ın denize olan ihtiyacına dair tavırları hakkında Malmîsanij’ın aktardıkları böyle. Bu arada Kürt araştırmacı Rohat Alakom’un konuyla ilgili bir anısını da paylaşmak isterim. Alakom, ünlü Kürt şair Cegerxwin ile muhtemelen 1984’teki bir sohbetinde Kars ve Serhat bölgesi Kürtlerinden söz ettiğini ve bir keresinde Serhat bölgesinin sınırlarını Kars’a kadar uzattığını yazar. Alakom, bunun üzerine Cegerxwin’in kendisine şöyle dediğini aktarır: 

“Hayır, daha da yukarıya çık, Batum’a kadar git, bize denizden bir çıkış kapısı lazım.” (Alakom 2024)

Anlaşıldığı üzere, Kürdistan’ın denizle sınırı konusu pek çok kere Kürt milliyetçilerinin gündeminde yer almış ve hala da güncel olan bir konudur. Tekrarlayacak olursam; denize sınırın olması büyük bir avantajdır, ama her şey de değildir. Konuyu bağlarken, mesela Türkiye, başka politik hesapların yanında, Rojava’daki Kürt yönetiminin özellikle denize açılmasını engellemek istediği için öncelikle Efrin’i işgal etti, tabi ellerinden gelse her yeri işgal edecekler ama Efrin denize yakınlığı nedeniyle de stratejik önemdeydi. Bununla birlikte Rojava’nın da, Güney Kürdistan’ın da mevcudiyetlerini koruyabilmeleri veya bağımsız olabilmeleri için denizden çok daha önemli şeylere ihtiyaçları var. Tabi deniz de olursa çok daha güzel olur! 

Podcast Yayınları

Kürdistan’ın Denize Sınırı Var mı? https://www.youtube.com/watch?v=I5hTUSc6gaY 

Kürtlerin Kaderlerini Tayin Hakkı: https://www.youtube.com/watch?v=i7l7-POVKJ0 

Kaynakça

Alakom, Rohat (2024). Cegerxwîn – 100 Saliya Jiyana Hunerî. https://botantimes.com/cegerxwin-100-saliya-jiyana-huneri/ 

Bedlîsî, Şerefxanê (2007). Şerefname – Dîroka Kurdistanê. İstanbul: Avesta Yayınları

Malmîsanij, M. (2020). 1925’ten Önce Ayrılma Taraftarı Kürt Örgütleri. İstanbul: Vate Yayınları

Oran, Baskın (2015). Türkiye’de Azınlıklar / Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama. İstanbul: İletişim Yayınları

İlginizi Çekebilir

İsveç’den Türkiye’ye gözaltına alınan Gazeteciyi serbest bırakın çağrısı
Taliban’dan ABD’ye,”Teslim etmeyeceğiz”

Öne Çıkanlar