Nuri Fırat: Kürt İnkârının İlk Kaynağı; Kim Bu Dr. Friç?

Yazarlar

Kürtlerin Türk / Turanî olduğunu veya gerçekte Kürt diye bir milletin olmadığını savunan hemen hemen bütün siyasetçilerin, askerlerin, hakim ve savcıların, yazarların, gazetecilerin temel bir kaynağı var. Bu kaynak, 1918’de Berlin Şark Akademisi tarafından yayınlandığı belirtilen Dr. Friç imzalı “Kürdler” adlı kitaptır. Peki, kim bu Dr. Friç? Bu sorunun yanıtı, yüzyıllık bir sahtekârlığın hikâyesidir. Başlayalım… 

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) Cumhuriyet ile devam eden Kürt siyaseti, sadece iskân meselesi veya asimilasyonla ilgili değildi; bunları da kapsayan önemli bir husus vardı. Bu da Cumhuriyetin kuruluşundan 1990’lı yıllara kadar resmi söylem olarak tedavülde tutulan ve sonrasında da bence eskisi gibi açıktan savunulmasa da resmiyetini koruyan Kürtlerin yokluğuna ve aslında Türk olduklarına dair söylem ve siyasetti. 

İttihatçıların Türkleştirme siyasetine dair önemli girişimlerden biri 23 Mart 1916 tarihli kanundu. Bu kanuna göre, ekonomik ilişkilerde de Türkçe kullanma zorunluluğu getiriliyordu. Fuat Dündar, bu kanunun özellikle ekonomik faaliyetlerde etkili olan Yahudileri mağdur ettiğine dikkat çeker. Zira İttihatçıların Türkleştirme siyasetinin hedefinde soykırımdan geçirilen Ermeniler gibi Yahudiler de vardı. Talat Paşa’ya göre, “Siyonizm devletin çıkarlarına karşı bir hareket olup”, bu yüzden “imha ve izalesi” gerekiyordu. Dündar’ın verilerle ortaya koyduğu üzere aslında Yahudilere yönelik ayrımcı, anti-semitist ve ırkçı uygulamalar, sadece Türkçe zorunluluğuyla sınırlı değildi. Örneğin Yahudilerin tarihsel ana yurt olarak kabullendikleri Filistin’den kovulmaları, Yahudi okulların kapatılması, mülk edinmelerinin engellenmesi ve yasaklanması, ticarette etkili olmalarının önüne geçilmesi gibi pek çok uygulama da yürürlükteydi (Dündar 2010:388-398). Nitekim bu tür uygulamalar daha sonra Cumhuriyet zamanında da sürdürülecekti.

Filistin’i de Türkleştirme planı olan, ancak bu amaçla binlerce Yahudi’yi yerinden yurdundan sürmelerine rağmen bu planı tam anlamıyla hayata geçirmek konusunda pek de başarılı olamayan İttihatçıların dil konusundaki siyasetleri önemlidir. Çünkü Türkçeyi kullanma zorunluluğu, asimilasyon yoluyla Türkleşmek çerçevesinde aynı zamanda bir sadakat meselesiydi. Aksi halde örneğin Yahudilerin dillerini kullanmaktaki ısrarları, devlete yaptıkları bütün hizmetlere rağmen, tek başına bir sadakatsizlik kabul ediliyordu.

Bu örnekte Türkleştirmenin önemli başlıklarından biri olarak İttihatçıların dil siyasetine dikkat çekerken, kuşkusuz Müslüman olup da Türk olmayan milletler için de bu tür zorunlulukların geçerli olduğunu belirtmek gerekecektir. Aslında daha önceki bir yazıda da dikkat çektiğim gibi, bu da yeni bir şey değildi; nihayetinde 1876 tarihli Kanun-i Esasi’de “Teba-i Osmaniye’nin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmisi olan Türkçe’yi bilmeleri şarttır” hükmü bulunuyordu (Akpınar 2012:84; Fırat 2024a). Özcesi devlet hizmetinde veya görevinde bulunmak için Türkçeyi bilmek herkes için şarttı; bununla birlikte Türkleştirme siyasetini daha da ileri götüren İttihatçılar bunun gereği olarak dil konusunda da bu kanun örneğinde görüldüğü üzere daha katı davranıyorlardı. 

Kürtlerin tehciriyle ilgili İttihatçıların siyasetinden bahsettiğim yazılarda Ziya Gökalp öncülüğünde bir tür Kürt-Kürdistan bilgisinin oluşturulmaya çalışıldığını ve bu çerçevede aynı zamanda “Kürtlükle ilgili tüm materyallerin, orijinalinin ya da kopyalarının İstanbul’a gönderilmesinin” istendiğini aktarmıştım (Fırat 2024b; 2024c). Bu tür bir talep sadece Kürtlerin bilinmesine dair istekle ilgili değildi kuşkusuz; aynı zamanda bilinmesini ortadan kaldırmakla da ilgiliydi. Daha özce söyleyecek olursam, Kürt-Kürdistan’a dair tüm bilginin ortadan kaldırılması veya imhası daha temel bir arzuydu. Nitekim Emniyyet-i Umûmiyye Müdiriyyeti (dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü) sık sık “Kürtlerle ilgili ve Kürtçe kaynaklalara yönelik polisiye operasyonlar” da yapıyordu (Dündar 2010:405). Cumhuriyet döneminde ise Kürtlerden eser kalmaması için İttihatçıların yarım bıraktıkları bu mühim iş tamamlanmak istenecekti (Bkz. Fırat 2015). 

Bu tür faaliyetler elbette tek yönlü değildir; bir yandan ortadan kaldırılmak istenen bir dil ve kimlik, öbür yandan da bunun yerine ikame edilmek istenen bir dil ve kimlik söz konusu olur. İttihatçılar için Kürtlerin asimile edilmesi çok önemli bir plandı ve tehcir yöntemiyle yüzbinlerce Kürdün yerinden yurdundan sürülüp Türklerin arasında serpiştirilmek istenmesinin nedeni buydu. Dil yasağı veya egemen dilin zorunlu kılınması ve bir dile veya kimliğe ait her türlü materyalin toplatılması, yasaklanması ve imha edilmesi de bir diğer yöntemdir. Ancak asimile edilmek istenen Kürtlere dair bütün bu yapılanlar, İttihatçıları tatmin etmemişti. Bu yüzden daha da ileri giderek bizatihi Kürtlerin tarihsel varlığının inkârına ve aslında Türk soyundan geldiklerine dair iddialara başvurmaktan da geri durmamışlardı. Yaygın olarak Cumhuriyet dönemine ait kabul edilse de, “Kürtlerin Türk – Turan kökenli bir kabile” olduklarına ilişkin söylemin esin kaynağı da İttihatçılardı; böylece Cumhuriyet döneminde bu iddiaları sürdürenlerin kaynağı da İttihatçılardı veya bizatihi kendileri zaten İttihatçıydılar. 

Kamûran Alî Bedirxan Kasım 1918’de İçtihad dergisine (No:130) “Kürdler” başlıklı bir yazı yazmış ve yazısına şöyle başlamıştı: 

“Aşaîr ve Muhacirin Müdiriyyet-i Umûmiyesi, son haftalar zarfında; ‘Doktor Friç’ tarafından yazılan; Berlin Şark Akademisince yayınlanan, tarihi ve toplumsal incelemenin önemli bir ürünü olan ‘Kürdler’ adlı eserin 384 sayfaya varan birinci cildini çevirip yayınlattı.” (2004:268)

Osmanlıcılık çerçevesinde millet fikrini savunduğu bu yazısında Kamûran Alî Bedirxan, Kürtlerin bir millet olarak yöneticiler tarafından ihmal edildiğini, bu nedenle Kürtlerin cahil kaldıklarını ve haklarından yoksun olduklarını kaydediyordu. Her ne kadar Naci Kutlay (2011:158), Kürtler hakkındaki “bilinçli çarpıtma” nedeniyle bu kitap hakkında Bedirxan’ın “yeren ve karşı çıkan” bir yazı yazdığını ileri sürmüşse de, aksine Bedirxan, içerdiği fikirler nedeniyle bilimsel ve Avrupaî kabul ettiği kitabın önemini şöyle vurguluyordu: 

“Osmanlı hükümetinin şimdiye kadar kaderleriyle alakadar bulunduğu milletlerin bilimsel yöntemlere dayanarak maddî manevî mahiyetlerini, tarihî, duygusal, ırksal, inanç yönelimlerini, geleneksel yanlarını incelemeye zaman ayırmamasından ötürü bu kitap bizi derin bir ümit ve memnuniyetle mütehassıs etti.” (2004:269)

Bedirxan’ın yazısının İçtihad’da yayımlandığı aynı ayda bir diğer Kürt milliyetçisi Halil Hayali de Kurdîyê Bitlîsî adıyla Jîn dergisinin ilk sayısında aynı kitapla ilgili bir yazı yazmıştı. Bedirxan’ın aksine Hayali oldukça sert bir üslupla kitabı eleştiriyordu. 

“Göçmenler Müdürlüğü Yayınlarından ‘Kürdler’ Adlı Kitap Dolayısıyle Dehak Efsanesi” başlığını taşıyan yazıya Hayali, “Gerek Doğu ve gerekse Batı uluslarınca en az incelenip araştırılabilmiş olan çevre ve uluslardan biri de Kürdistan ve Kürdlerdir” cümlesiyle başlıyordu. Hayali, daha sonra, “Osmanlı milletinin zafer ve yönetim sofrasına ortak edilmediği halde Osmanlıların uğradığı düşkünlüklere ve felaketlere bol bol ve içtenlikle gözyaşları döküp matemler tutmaktan bir an bile geri kalmamış olan Kürd halkını öğrenmek gereğini hiçbir zaman düşünmemiş” olduğunu kaydediyordu. Hayali, Osmanlı’yı “son olaylar [Birinci Dünya Savaşı] sırasında ise, bu kadar fedakârca çalışmalarına rağmen Kürd’ün varlığını ve tarihini inkâr etmekle” suçluyordu. 

“Almanların, aslında bir değer taşımayan Rus ve İngiliz incelemelerine dayanarak ortaya koydukları ciltlerce kitaplar için sarf edilen himmetlere ve hele onların çevrilerek yayınlanmasında öngörülen gülünç ve aşağılık amaçlara ve bu konuda harcanan çabalara” acıdığını belirten Hayali, yazısının devamında “Kürdler” adlı kitap hakkındaki muhalefetini şöyle dile getiriyordu: 

“İleride gerekirse yine bu konuya dönmek üzere, ben bu satırlarla, her ulus için bolca savunulduğu halde Kürdler söz konusu olunca büyük hatalara düşülen tarihsel haklar, son zamanlarda resmî bir nitelik taşıyan ‘İctimaîyat’ dergisinde M. Zekeriya Bey tarafından özet olarak yayınlanan ve daha sonra da adını bu yazıya başlık yaptığımız kitapta ileri sürülüp savunulan iddiaları gücüm yettiği kadar….. çalışacağım. Bu amaçla yazılan ilk yazı, Kürdlerin kökeni ve eski tarihiyle ilgili olan ‘Dehak efsanesi’ne ilişkin olacaktır. Bütün tarih kitaplarının hemen hemen aynı tarz ve biçimde yazdığı bu efsanenin Kürd taihi ve milliyetiyle ilgisi var mıdır? İşte, incelenecek olan sorun!” (Bozarslan 1985:206-207)

Kamûran Alî Bedirxan’ın muhtemelen incelemeden, Halil Hayalî’nin ise inceledikten sonra hakkında yazı yazdığı “Kürdler” adlı kitap, görüldüğü üzere dönemin iki önde gelen Kürt milliyetçisinin birbirinden tamamen farklı iki yorumuna konu olmuştu. 

Kürtlerin tehcir dahil iskân ve asimilasyon süreçlerini planlayıp yürütmekle görevli Aşaîr ve Muhacirin Müdiriyyet-i Umûmiyesi tarafından 1918’de yayımlanan “Kürdler” başlıklı bu kitap, günümüze kadar defalarca karşımıza çıkacaktı. Gerek siyaseten gerek yargısal süreçlerde gerekse de yayıncılık alanında Kürtlerin Türk / Turan kökenli olduğunu iddia edenlerin neredeyse tamamı için ve elbette Cumhuriyetin resmi söylemi açısından bu kitap temel bir başvuru kaynağı olageldi. Bu görüştekiler, yabancı ve saygın bir bilim insanı olarak kabul ettikleri Dr. Friç tarafından yazılmış olan bu kitaptaki iddiaları mutlak doğrular olarak, üstelik bir Türk değil bir yabancı –daha da önemlisi bir Avrupalı tarafından dile getirilmiş doğrular olarak kabul edegeldi. 

“Türkiye’nin Kürt Tarihi” yazı / yayın dizisi boyunca ele aldığım devlet raporlarının, devlet desteğiyle yayımlanmış kitapların ve makalelerin neredeyse tamamında Kürtlerin Türklüğü ileri sürülürken Dr. Friç mutlaka anılmıştır. Tespit edebildiğim kadarıyla Türkçü isimler arasında Dr. Friç’in bu kitabını anan ilk isim ise Ziya Gökalp’tır. İttihatçılıktan Cumhuriyete bakan olarak geçiş yapan Rıza Nur’un siparişi üzerine Kürt aşiretleriyle ilgili kaleme aldığı Kürt raporunda Ziya Gökalp, birkaç kere Dr. Friç’ten söz ediyordu. Örneğin Gökalp, Dr. Friç imzalı “Kürdler” adlı “kitabın Kürtçelerin tasnifi hakkında Şerefnâme’den naklettiği beyanatın” doğruluğunu paylaşıyordu. Bununla birlikte aynı isme ait olduğu daha sonra ortaya çıkarılan ve fakat “Dr. Freillitz ve Mühendis Ravlig” imzasını taşıyan “Türkmenler” (Türkmen Aşiretleri) adlı kitap için Gökalp “Türkmenlerin tasnifine dair yazdığı şeyler[in] ise esassız” olduğunu belirtiyordu (1992:104-105). Cumhuriyet’in kuruluşunun hemen ardından ve bugüne kadar Kürtlerin Türklüğünü veya Türkleştirilmesini savunanlar ise, Gökalp kadar ketum davranmayacaklardı; aksine Şerefname’den nakledilen beyanatlarından ziyade, çok daha önemli görülen Kürtlerin kökeni ve Kürt dili hakkındaki iddiaları dolayısıyla Dr. Friç temel referans haline gelecekti. Bir örnek olması açısından… 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri sonrasında Kürtler hakkında açılan tüm politik davalarda savcılar ceza isterken ve hakimler de ceza verirken Kürt politik mahkumlara karşı Dr. Friç’in kitabını sözüm ona bilimsel kaynak olarak referans göstermişti. Bunun son örneği de, 2008’deydi. Anadilde eğitim talep eden Hacettepe Üniversitesi öğrencileri hakkında 8 yıldan fazla ceza veren mahkeme Dr. Friç’e başvurmuştu ve Yargıtay da bu cezaları onamıştı (Bkz. Fırat 2015). 

Öbür yandan bu kitabı “Kürd’ün varlığını ve tarihini inkâr etmekle” suçlayan Halil Hayali’nin izini takip eden Kürt milliyetçileri, aydınları veya konuya eleştirel yaklaşan araştırmacılar da olmuştur. Bu isimlerin başında Celadet Alî Bedirxan geliyor. Bedirxan, 1933’te Mustafa Kemal’e yazdığı meşhur mektubunda, Kürtlerin inkârına dayalı resmi siyaseti ve bu çerçevede yayınlanmış bir kaynağı da gündeme getiriyordu. Bedirxan, mektubunda, M. Kemal’e, “ilmi mevzuların tetkikinde cehlin vermiş olduğu inkâr kuvvetiyle mücehhez müraffa vekillerinizden biri”nin Kürtler hakkında yazdığı bir eserden söz ediyordu. Bedirxan, bu “tetebbüat müellifin” eserini imzalamadığını da ayrıca belirtiyordu (Bedırhan 1973:25-38). Bu dönem itibarıyla yazılmış, üstelik imzasız bazı kaynaklar var ve fakat Bedirxan’ın tam olarak hangisini kastettiğini bilmek zordur. Mektubundan anlaşıldığı kadarıyla Bedirxan’ın sözünü ettiği bu imzasız eserin temel referansı ise Dr. Friç imzalı “Kürdler” adlı kitaptır. Zira bu inkâr söylemine yanıt verirken, Bedirxan, esas olarak Dr. Friç’in, yani esas kaynağın iddialarından yola çıkıyordu. Nitekim Bedirxan Mustafa Kemal’e “Burada Dr. Friç ile muharririniz arasında kalan ve cidden ilmi rencide edici ve onun için çirkin olan büyük bir yalan var” diye de yazıyordu.

Bedirxan, bu “büyük yalanı” deşifre etmek için, bir dil bilimci olarak dil konusunu özellikle ele alıyordu ve Cumhuriyet’in profesör unvanlı inkârcı aydınlarının aksine, “siyasi emellerden ziyade ilmi esasata müstenit” (1973:33) yaptığı incelemeyi ortaya koyuyordu. Açıkçası bir mektuptan çok daha fazlasını ifade eden Bedirxan’ın bu metni, Dr. Friç’in iddialarına ve dolayısıyla Cumhuriyetin resmi inkâr söylemine karşı bugüne değin yazılmış en iyi bilimsel metinlerden biri kabul edilebilir. 

Dr. Friç’in kitabında gerçekte Kürt dilinin olmadığına dair iddia ortaya konulurken, Petersburg Akademisi tarafından yayınlandığı belirtilen bir sözlükten hareket ediliyordu. Bu sözlükte yer alan ve Kürtçe olduğu belirtilen 8307 kelime tasnif edilerek, sonuç itibarıyla Kürtçe diye bir dilin aslında olmadığı kanıtlanmaya çalışılıyordu. Buna göre, 8307 kelimenin aslında 370’inin Pehlevi, 1240’ının Zend, 1030’unun Farsça, 2000’inin Arapça, 3080’inin Türkçe ya da eski Türkmence, 108’inin Keldanice, 220’sinin Ermenice, 60’nın Çerkezce, 20’sinin Gürcüce olduğu ve geriye sadece 300 “asıl” Kürtçe kelimenin kaldığı ileri sürülüyordu (Doktor Friç 2014:6-7). 

Celadet Alî Bedirxan, Dr. Friç’in sözünü ettiği ve gerçekte “vaktiyle Rusya’nın Erzurum General Konsolosluğunda bulunmuş olan Auguste Jaba tarafından telif edilmiş”, Ferdinand Justi tarafından düzenlenmiş ve Petersburg Akademisi tarafından 1879’da yayımlanmış olan Dictionnaire Kurd-Français adlı sözlüğün orijinalini incelemişti. Buradan hareketle de Bedirxan, belirttiği gibi, karşıt görüşlerini siyasi emellerden ziyade bilimsel verilerle mektubunda yazmıştı. Açıkçası Bedirxan’ın ortaya koyduğu sonuçlar, hem Dr. Friç denen yazar hem de onun ortaya attığı iddiaları Cumhuriyetin yüzyıllık inkâr söylemi çerçevesinde ezbere biçimde tekrarlayıp duranlar açısından ibretliktir. 

Bedirxan, öncelikle, şayet böyle denebilirse, çok basit bir yanlışı düzeltiyordu. Dr. Friç ve on yıllarca onu referans alanlar söz konusu sözlüğün 8307 kelimeden oluştuğunu ileri sürüyorlardı ve fakat aktardığım üzere bu kelimelerin hangi dile ait olduğuna dair Dr. Friç ve ardıllarının yaptıkları tasnif esas alınırsa sözlükte 8428 kelime yer almalıydı. Daha sade bir ifadeyle, diyorlar ki, bu sözlükte 8307 kelime var, fakat bunların şu kadarı Arapça, şu kadarı Türkçe, şu kadarı Farsça vesaire. İşte bu Arapça, Türkçe, Farsça vesaire diye belirtilen kelimelerin sayısı toplandığında söz konusu sözlükte 8307 değil, 8428 kelime olmalıydı. Anlaşılacağı üzere, Dr. Friç ve ardılları bu basit toplama işlemini bile yapmaktan acizdiler ve Bedirxan da bu basitliklerini göstererek işe koyuluyordu. 

Ardından Bedirxan, bu 8428 kelimenin 3080’inin Türkçe olduğuna dair iddiayı ele alıyordu. (Ve elbette diğer dillere ait olduğu belirtilen kelimeleri de esaslı biçimde doğruluk terazisinden geçiriyordu. Ama şimdilik Türkçe ile ilgili olan kısma bakalım.) Sözlüğün yazarı Jaba ve düzenleyeni Justi’nin “asıllarını Türkçe addeyledikleri kelimeleri” (t) harfleri ile zaten göstermiş olduklarını belirten Bedirxan, sözlükteki bu kelimeler toplandığında ortaya çıkan sonucu şöyle aktarıyordu: 

“Bunların miktarı 3080 değil ancak 575’tir. Mamafi bu 575 kelimenin kaffesi de Türkçe değildir. … 

“Lügattaki (t) işaretli 575 kelimeden 82 kelime Arapça, 62 kelime İranil asıl ve 55 kelime de muhtelif ecnebi lisanlara aittir. Şu halde aslen Türkçe addedebileceğiniz kelimelerin miktarı 376’ya düşmektedir.” 

Bu sonuçlarla birlikte, geriye kalan bu 376 Türkçe kelimenin de aslında sözlüğün yazarına muhtemelen “Türkler tarafından ve Kürtçesi bilinmediğinden Türkçe söylenmiş olduğu” için bu şekilde sözlükte yer aldığını kaydeden Bedirxan, gerçekte bu kelimelerin Kürtçe karşılıklarının var olduğunu da örneklerle gösteriyordu: 

“Rastgele birkaç misal alalım: Köprü: Pir, Yavaş; Hêdî, Yay: Kevan, Buz: Qeşa, Boğaz: Gewrî, Pas: Zeng, Evet: Herê, belê, Ekin: Çandinî, Oğlan: Kur, Law, Organ: Weris, Pekmez: Doşav, Difs, Arslan: Şêr” (Bedırhan 1973:34-35) 

Mektubunun önemli bir kısmını esas uzmanlık alanı olan dil mevzusuna ayıran ve bunu da kuşkuya yer bırakmayacak şekilde bilimsel esaslar çerçevesinde değerlendiren Bedirxan, ayrıyeten Kürtçe kelimelerin iddia edildiği üzere sekiz bin civarında olamayacağına da dikkat çekiyordu. Bu nedenle şöyle yazıyordu: 

“Bundan 15 sene evvel [yani 1918 civarında] yalnız mensup olduğum Kürtmanci lehçesi kelimelerine mahsus olmak üzere tanzimine başlayıp ikmal edememiş olduğum lügatta 13090 kelime tasnif eylemiştim. Müsvedde halinde bulunan iş bu lügatça İstanbul’da evlerimizin aranılması neticesinde diğer bazı evrak ile beraber ele geçmiş ve Elazığ İstiklal Mahkemesine gönderilmişti. Mahkemi mezkure arşiflerinde mevcut olması lazımgelir.” (Bedırhan 1973:33. Yazım ve imla hataları korunmuştur.)

Bir not: Bu bilgi son derece önemlidir ve bir gün bu sözlüğü gün yüzüne çıkarabileni şimdiden kutluyorum!

Bedirxan, özetlemeye çalışarak aktardığım üzere, Dr. Friç ve Mustafa Kemal’in aydınları tarafından ortaya atılan iddiaları bu şekilde çürütürken, ilginç biçimde Dr. Friç’in gerçekte kim olduğuyla veya gerçekte böyle birinin var olup olmadığıyla ilgilenmemişti. Yıllar boyunca pek çok Kürt milliyetçisi de Bedirxan’ın yaptığı gibi bu zatla ilgilenmeksizin inkâr söylemine karşı argümanlarını ortaya koymakla yetinmişti. Ancak 1990’ların başına gelindiğinde, bizatihi Dr. Friç’in kim olduğuna dair gerçekler ortaya çıkacaktı; ki bu, Kürtlerin Türk olduğuna ilişkin iddia kadar büyük bir skandalı ifade ediyordu. Ancak bu hikâyeye geçmeden önce, İTC’nin resmi kurumu tarafından yayımlanan Dr. Friç’in “Kürdler” adlı kitabında ilk kez Kürtlerin nasıl Türk ilan edilmeye çalışıldığına bakalım… 

“Kürdler / Tarihî ve İçtimaî” başlıklı kitap iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm “Kürtler’in Menşei”, ikinci bölüm ise “Kürt Aşiretleri” başlığını taşıyor. 

Kürtlerin kökeni konusunda değişik görüşlerin bulunduğunu kaydederek incelemesine başlayan Dr. Friç’e göre, “bugünkü tarihi nazariyelere muvafık olan ve daha ziyade Kürtlerin canlı müesseselerinden muktebes bulunanlardır.” (2014:1)

Dr. Friç, bu doğrultuda ilk olarak “milli hurafeleri” ele alıyordu. Bunlar arasında, Dehaq hikâyesine gönderme yapan Kürtlerin yılana taptıklarına dair hurafe ile Kürtlerin Nuh’un oğulları olduklarına dair hurafe de yer alıyordu. Ancak bu ikisini de geçersiz kabul eden Dr. Friç için esas dikkat çekici olan Kürt masallarından çıktığını ileri sürdüğü hurafedi. 

Dr. Friç, her ne kadar bu kanaatin “Kürt ahalisi arasında mevcut” olmadığını ve haliyle “milli bir kıymeti haiz” olamayacağını belirtiyorduysa da, burada aslında kendisinin de esas aldığı ve Cumhuriyet döneminin de Kürtlerle ilgili en popüler hikâyesine dönüşen bir rivayeti anlatıyordu. Kürtlerin esasen ova halkı oldukları ve karşılaştıkları baskılar nedeniyle daha sonra dağlara sığındıklarına dair “masalı” anlatan Dr. Friç, bu noktada Kürtlerin Turanîliğine dair iddiaya da bir tür giriş yapmış oluyordu. “Cambridge Darülfünun muallimlerinden Asur yazısı mütehassısı Doktor (Saych)”ın “bu noktai nazarı”nı Asur tabletlerinde yer alan bilgilerle karşılaştırdığını ileri süren Dr. Friç, ortaya çıktığını iddia ettiği durumu şöyle aktarıyordu: 

“Bu hurafe, Kürtlerin birtakım esirler olduğunu gösterir. Asuriler, bunları İran’ın merkezî cihetlerinden Kürdistan dağlarına sevk etmişlerdir. Zira Asur hükümeti zamanında bugünkü Kürdistan’da ‘Lohordu’ namıyla bir Hükümet-i Turaniye vardı. Asur salnameleri, bu hükümetin pek kuvvetli olduğunu ve Asur hükümetini tazyik ettiğini kaydederler. Buna binaen, Romalıların Sırpları, Balkanlara getirdikleri gibi Asuriler de Kürtleri bu kıtaya sevk etmişler ve bu suretle de istila ettikleri Lohordu hükümetini munkarız etmeğe muvaffak olmuşlardır.” (2014:2) (Bu arada Dr. Friç’in sözünü ettiği Cambridge Üniversitesi ile Doktor Saych’tan daha sonra söz edeceğim.)

Kürtlerin kökeniyle ilgili olarak söylencelerin ardından bu kez “Din” konusunu ele Dr. Friç, kısaca, Kürtlerin İslamiyet öncesi geçmişlerinin bir kıymetinin olmadığını, çünkü bunun “Kürtlerde müstakil bir vicdan teşkil edemediğini” ileri sürüyordu. Ardından Kürtlerin çoğunlukla İslam’ı kabul ettiklerini belirten Dr. Friç, etmeyenlerin ise sayıca az olduklarını kaydediyordu. 

Din konusundaki bu tespitlerinin ardından Dr. Friç, Kürtlerin kökeniyle ilgili olarak Şerefxanê Bedlîsî’nin Şerefname’de yazdıklarına el atıyordu. Açıkçası, Dr. Friç imzalı kitap incelendiğinde, bu kitabın başka bir baskısına tercümanlık yapan Sinan Şanlıer’in kaydettiği gibi, “kitabın büyük bir bölümünün kaynağı yalnızca Şerefname’dir.” (Dr. Fritz 1992:8) Özellikle kitabın büyük bir bölümünü teşkil eden aşiret / bey listelerinin büyük oranda Şerefname’den derlendiği söylenebilir. Ayrıca Dr. Friç, kitabın son kısmına Şerefxanê Bedlîsî ile ilgili özel bir ek de yapmıştı. 

Şerefname’de yazılan konularla ilgili zaman zaman çelişik yorumlar yapan Dr. Friç, daha sonra “Dil ve Edebiyat” konusuna da değiniyordu. “Lisanlarına nazaran, Kürtlerin ‘Ârî’ ırkına mensup oldukları anlaşılıyor” cümlesiyle konuya giriş yapan Dr. Friç, devamında ise “bu lisanın şekli meselesi de tamamıyla halledilmemiştir” iddiasını ortaya atıyordu. “Küçük ve mazi müphem milletler için lisanın bir ehemmiyeti kalmamıştır” diyen Dr. Friç, esasen Kürtlerin tarihsizliğine veya köksüzlüğüne dair çabasını dil konusunda belirgin biçimde ortaya koyuyordu. Daha önce aktardığım üzere, skandal hatalar pahasına, Petersburg Akademisi tarafından yayımlanan sözlükten hareketle, Dr. Friç, aslında Kürtçe diye bir dil olmadığını, olanın da başta Türkler olmak üzere çeşitli milletlerin dillerinden derleme olduğunu ileri sürüyordu. Böylece Kürt diliyle ilgili yargılarından hareketle Dr. Friç’e göre, “lisan, Kürtlerin menşeileri hakkında kat’i hiçbir netice vermiyor”du ve aynı şekilde “Kürt milli edebiyatı da menşe meselesini halle yarayabilecek bir mahiyeti görülmüyor”du. (2014:8-9)

Her konu başlığını Kürtlerin tarihsel önemsizliği ve daha da doğrusu yokluğu üzerine kurgulayan Dr. Friç, Kürt kelimesini de benzer şekilde değerlendirmekle birlikte, sonraki dönemde Kürtlerin Türklüğünü ileri süren bazı kaynaklara ilham veren şu iddiayı da ortaya atıyordu: 

“Biliyoruz ki Asuriler zamanında bugünkü Kürdistan’da ‘Lordhu’ namında Turanlı bir hükümet vardı. Ve bittabi, bunların da Cengiz’in kullandığı ‘Kürd’ kelimesini istimal ettikleri ve Kürt aşiretleri, bu mahalle geldikleri zaman da bu kelimenin zebanzed olduğu tasavvur olunabilir. Binaenaleyh bu tabir ‘Lordhu’ beylerinin ünvanı idi ve Kürtler efendilerinin yerini işgale başladıkları veyahut ilk geldiklerinde bir hizmet-i mühimme gördükleri zaman ‘Kürd’ ismini almışlardır. Bu, en yakın nazariyedir. Yeni müverrihlerin hemen hepsi de bu nazariyeyi kabul ediyor.” (2014:10) 

Kitabının bir yerinde Lohordu, başka bir yerinde Lordhu diyerek kendisinden sonraki bütün inkârcıların yaptığı gibi daha bir ismi veya kavramı bile tutarlı kullanamayan Dr. Friç, Kürt isminden yola çıkarak böylece Kürtlerin Turanîliğine ikinci kez kapı aralıyordu. Bu arada ortaya attığı iddianın “yeni müverrihlerin hemen hepsi” tarafından kabul edildiğini belirttikten sonra ise, sadece kendisi gibi kim olduğu belirsiz ve kendisi gibi aslında gerçekte olmayan birini, Doktor Saych’ın ismini zikrediyor. Bu da “bozacının şahidi şıracı” meselesini hatırlatıyor elbette. 

Bütün bu konu başlıklarından sonra “Kürdün Mazisi” hakkında Dr. Friç, iki şık ortaya atıyordu. İlkin Eksenefon’un (Onbinlerin Dönüşü adlı kitabında) ve daha sonra Şerefname’nin Kürtlerin mazisinden bahsettiğini aktaran Dr. Friç, kendince Eksenefon’un yazdıklarına karşı argüman oluşturuyordu. Şerefname’nin de Eksenefon’u doğrulamadığını ileri süren Dr. Friç’e göre, bu iki kaynağın tarif ettiği bölgelerde eskiden “Asur, Midyat, Sümer, Akat, Hitit ve Lordhu hükümetleri vardı” ve “hiç şüphesiz, Kürtleri bu beş hükümetin ahfadı [torunu] addedemeyiz.” Kendince bu iki tarihsel metne karşı bu iddiayı ortaya attıktan sonra Dr. Friç, “bu meselenin âtîdeki [gelecekteki] iki nazariye ile halli mümkün” olabileceğini ileri sürüyor. 

Birincisi, Dahhak’ın “Midya, Sümer, Akat, Asur, Hitit, Lodrhu hükümetlerini istila” etmesinden sonra “buralara İran-ı Garbî’den birtakım halk” getirdiği ve Kürtlerin de bunlar arasında bulunduğu iddiasıdır. 

İkincisi ise, Asur hükümetinin yıkımından sonra bu bölgeye göçlerin gerçekleştiği, “Türklerin ve Türkmenlerin de kısmen bu zamanda geldikleri” ve “bazı melez İran aşiretlerinin de bu halde gelmeleri[nin] mümkün” olduğu iddiasıdır (2014:10-11). 

Bu iki görüş dışında pek bir şeyin söylenemeyeceğini, bu iki görüş çerçevesinde Kürtlerin aslında mazide bir varlık gösteremediklerini, Şerefname’de anlatılanların da zaten Kürtlerin kökenine dair bir sonuç ortaya koymadığını iddia eden Dr. Friç’e göre, nitekim tarihte rol oynayabilmiş bir Kürt şahsiyet veya devlet – otorite de yoktu. 

Türklerin Mezopotamya’daki tarihlerini hiçbir kanıt gösterme gereği duymadan Asurlara kadar götürebilen Dr. Friç, öbür yandan adeta Kürtleri tarihten silmek için akıl almaz iddiaları peşi sıra sıralayabilmişti. Bunu yaparken de daha örtük biçimde Kürtlerin kökenini Asur zamanında bölgeye göç ettiğini ileri sürdüğü Türklere dayandırmaya çalıştığı da söylenebilir. 

Dr. Friç, “Kürt Aşiretleri” başlığını taşıyan kitabının ikinci bölümde,  “Kürt Tarihi ve Kürt Kabile Teşkilatı” başlıklı bir alt bölüm açıyordu ve burada Kürtlerin Türk/Türkmen kökenine dair imalarını sürdürüyordu. Öncelikle “tasavvur edildiği gibi muntazaman tevali edebilecek bir Kürt tarihi bulmak imkânı mevcut değildir” diyerek inkâr söylemini tarihselleştiren Dr. Friç, devamında Kürdistan’ı kapsayan bölgenin tarihsel fasıllarının da esasında “Türklere, İranilere ve Araplara ait” olduğunu ileri sürüyordu. (Kürt dili için de böyle yapmıştı.) Kürt tarihine dair faslı ele alabilmek için “biraz Türkmen aşiretlerinin hayat-ı tarihiyesinden bahsetmek icap eder” diyerek Kürtlerin Türklüğüne dair konuya daha esaslı bir giriş yapan Dr. Friç, “Türkmensiz Kürtü mütalaa etmek mümkün değildir” diyordu ve tam da buna uygun kabileler üzerinden sözüm ona bir tarih yazımına girişiyordu (2014:49-50). 

Bu arada Kürtlerin Türk kökenini ima ederken Dr. Friç, sık sık bazı isimleri referans gösteriyordu. Bu isimlerden biri, Doktor Saych, Dr. Freilitz gibi Doktor Hard, bazen de Herd ya da Harad’tır. Ama elbette bu isimlerin hiçbiri gerçekte yoktur, daha sonra belirteceğim üzere, hepsi de Dr. Friç gibi sahtedir. Ama yine ilginçtir, hepsi de doktor! Kürdün derdine çare arayacaklar, bu yüzden tarih ve sosyoloji masasına yatırıp ameliyat ediyorlar, kesip biçip doğruyorlar ve geriye kalanları ekledikleriyle birlikte yeniden tanımlayıp bir ucube yaratacaklar! Doktorlukları da bundan olsa gerek! 

Dr. Friç, kendisi gibi “doktor olan” Hard, Herd ya da Harad’tan hareketle, geçmişte İran’da hüküm sürebilmiş iki milletten, “Acem ile fatih Türk’ten başka bir millet”in olmadığını ileri sürüp ardından soruyordu: “Kürt nereden gelmiştir?” Bu soruya bir tür yanıt olarak ikinci bir soruyu da soruyordu: “Acaba Kürt, Acemlerle Türklerin tesalübünden hasıl olmuş bir millet değil midir?” (2014:61) (Bu savsata tanıdık geldi mi? Cumhuriyet döneminde Kürtlerin varlığı inkâr edilirken, Kürtçenin de Farslarla karşılaşan dağlı Türklerin oluşturduğu bir dil olduğu ileri sürülüyordu. İşte bu savsatanın kaynağı da Dr. Friç.) Kendince önemli bulduğu bu sorulardan hareketle Dr. Friç, ardan uzunca Kürt aşiretlerinin tarihini, çoğunlukla Şerefname’den alıntılayarak ve fakat iddiasına göre de yorumlayarak anlatıyordu. 

Sonuç olarak; Suavi Aydın’ın ifade ettiği şekliyle, “kitabın girişinde Kürt sözcüğünün kökeni analiz edilirken, Kürtleri öncelikle romantik ‘Turan’ kavramı üzerinden, ardından da Küçük Asya ve Mezopotamya’ya Türkler ve Türkmenlerle eşzamanlı olarak gelen bir kavim gibi göstermek suretiyle Türklüğe bağlama çabası açıkça görülür.” (2014:xvii) 

Suavi Aydın’a ek olarak belirtmek gerekirse, Dr. Friç’in kitabında Kürt dili, edebiyatı ve tarihi mümkün mertebe önemsizleştirilir, yok sayılır ve tarihsizleştirilir. Nihayetinde tarihte devlet kuramamış, birliği bulunmayan, özgün bir dil ve edebiyattan da yoksun olduğu ileri sürülen Kürtlerin, bu şekliyle “millet” mertebesinden değerlendirilemeyecekleri kaydedilir. Bütün bu çabaların ardından tarihlerinin ancak Türk ve Acem tarihiyle birlikte ele alınabileceği belirtilen Kürtlerin kökeni, ilkin Asur zamanında bölgeye geldikleri ileri sürülen Türklere bağlanmaya çalışılır. Daha sonra ise bu imalar biraz daha yumuşatılarak Türk – Acem karışımı ve fakat en çok Türklerin etki ettiği melez bir kavim olarak Kürtler tasavvur edilir. 

Bir diğer önemli husus da, Dr. Friç’in kitabında Asur tabletlerinden ve Asur zamanındaki Turan bir hükümetin varlığından söz edilmesidir. Her ne kadar Dr. Friç kaynak olarak başka belirsiz isimleri göstermişse de, bu iddia, esasında İngiliz diplomat Sir Henry Creswicke Rawlinson’un Encyclopedia Britannica’da yayınlanan, 1911’ten sonra ise ansiklopediden çıkarılan “Kürdistan” makalesinde dile getirilmişti. İsmet İnönü de 1923’te Lozan görüşmelerinde aynı makaleye atıf yaparak Kürtlerin Turan kökenli olduğunu ileri sürmüştü. İnönü’den yaklaşık 50 yıl sonra, 12 Mart 1971’de yeniden bu makale gündem olmuş ve Bilal N. Şimşir adlı diplomat hem bu makaleyi tekrar incelemek hem de Kürtlerin Türk olduğu tezini kanıtlamak için görevlendirilmişti. “Türkiye’nin Kürt İnkârı İçin Peşinde Koştuğu İngiliz” başlığıyla yayınladığım podcast ve yazıda anlattığım üzere, Şimşir de Dr. Friç’ten beri sürdürülen tezin herhangi bir dayanağı olmayan gerçekdışı bir iddiadan kaynaklandığını tespit etmişti (Şimşir 2007; Fırat 2024d). 

Peki, Kürtlerin Türk olduğu iddiasına ilk kez kapı aralayan Dr. Friç kim? Bu sorunun yanıtı da, kitabındaki görüşlerin çarpıklığı kadar skandal elbette. 

1990’ların başına kadar, gerek Dr. Friç’i baş tacı yapan Türk milliyetçileri gerekse de Dr. Friç’i eleştiren Kürt milliyetçileri, aslında kendisinin kim olduğuyla çok da ilgilenmemişlerdi; aksine varlığını verili kabul etmişlerdi. Bununla birlikte 1980’lerden itibaren bazı Kürt araştırmacıları özellikle mahkemelerde Kürtler aleyhine verilen ağır cezaların gerekçesinde Dr. Friç isminin referans alınması üzerine, bu kadar mühim görülen bu kişinin kim olduğuyla ilgilenmeye başlamışlardı. Örneğin Mehmed Malmîsanij (1991; 2011) ve Mehmet Bayrak (1999), gerek Türkiye’de gerekse de Alman olduğu düşünüldüğü için Almanya’da Dr. Friç’i araştırmaya koyulmuşlardı. Bu iki isim aynı zamanda Dr. Friç’in “Kürdler” adlı kitabının ait olduğu belirtilen Berlin Şark Akademisi’ni de sorgulamışlardı. Bütün araştırmalarına rağmen hiçbir sonuç elde edemeyen Malmîsanij ve Bayrak, aradıkları yanıtları 1991’de ve 1994’te Mustafa Şahin ve Yaşar Akyol’un yazdıkları makalelerde bulmuşlardı. 

İlkin Mustafa Şahin, 1991’de yazdığı makalede, 1918’de İttihatçılar zamanında Türkmenler ve Kürtler hakkında yazılmış kitapların yazarının Habil Adem takma adını kullanan Arnavut Naci İsmail Pelister olduğunu ortaya attı. Daha sonra 1994’e gelindiğinde ise bu kez Mustafa Şahin ve Yaşar Akyol birlikte Pelister hakkında bugün neredeyse bildiğimiz bütün bilgileri içeren iki makale kaleme aldılar (1994;1994a). 

Özellikle Şahin ve Akyol’un birlikte yazdıkları makalelere göre, Naci İsmail Pelister, Habil Adem mahlasıyla İttihatçılar zamanında yayınlanan pek çok kitaba imza atmıştı; ancak bu kitapların bazılarında tercüman olarak imzası bulunurken, bazılarında ise kendi ismini kullanmıştı. Pelister’in hikâyesini ilginç hale getiren ise tercüman olarak imza attığı kitapları da aslında kendisinin yazmış olmasıydı. Örneğin Dr. Frayliç, Mühendis Radlig, Prof. Malcom, Dr. Hard, Jons Mool, Prof. Libah, Dr. Bokkert gibi isimlerle yayınlanan ve Habil Adem’in tercüman olarak göründüğü kitaplar aslında Naci İsmail Pelister’e aitti. Pelister, bir yandan Habil Adem takma adını, öbür yandan yine gerçekte olmayan yabancı kişilerin isimlerini kullanıyordu. Pelister’in Batılı isimleri tercih etmesi, kitaplarının ciddiye alınmasını sağlamak istemesinden kaynaklanmış olabilir ve söz konusu dönem itibarıyla bu sahtekârlık bu şekilde izah edilebilir. Ancak Pelister’in ikiyüzlülüğü veya üçkâğıtçılığı burada bitmiyordu; Cumhuriyet sonrasında özellikle gazete ve dergi yazılarıyla ortaya çıkan Pelister, maddi çıkar sağlamak üzere pek çok dolandırıcılık işine de bulaşmıştı. Hatta dolandırıcılık alışkanlığı daha İttihatçılar zamanında vardı. 

Mustafa Şahin ve Yaşar Akyol’un bir bakıma bir tür sahtekârlık ve dolandırıcılık üzerinden portresini çizdiği Pelister, aslında İttihatçılar zamanında Emniyet ve istihbarat teşkilatlarında görev almış, resmi kurumlarda tercümanlık yapmış, Ermeni ve Kürt tehcirini organize eden Aşiretler Genel Müdürlüğü’nde de çalışmış biriydi. Hatta Ermeni Soykırımı dolayısıyla Malta’ya sürülen İttihatçılar arasında yer almamak için önceden İran’a kaçmış ve 1922’de Türkiye’ye dönmüştü. Yazdığı veya tercüman olarak göründüğü kitapların büyük bir kısmı da resmi nitelik taşıyordu. Sahtekâr / dolandırıcı Pelister’i Kürtler açısından dikkate değer kılan da buydu. Burada konu ettiğim “Kürdler” kitabının da aslında Dr. Friç sahte ismini kullanan Arnavut Naci İsmail Pelister tarafından yazıldığı varsayılıyor. Ancak Pelister’in portresini ilk defa detaylı yazan Akyol ve Şahin’in makalelerinde Pelister’in yazdığı varsayılan kitapların ve makalelerin listesi de yayımlanmıştı; “Kürdler” kitabı bu listede yer almıyordu. Bununla birlikte sahtekâr Habil Adem’in “Kürt Aşiretlerinin Usûl-u İskânları” başlıklı bir kitabı listede yer alıyordu; ancak bu farklı bir kitaptı (ya da Kamûran Alî Bedirxan’ın 1918’deki yazısında bahsettiği kitabın ikinci cildi olabilir; ancak bu kitap, görebildiğim kadarıyla henüz ortaya çıkarılabilmiş değil). 

Şahin ve Akyol’un da işaret ettiği üzere, pek çok kitap veya makale ile Naci İsmail Pelister’in bağlantısı kurulurken özellikle Habil Adem imzasına dikkat ediliyor. Ancak “Kürdler” kitabında tercüman olarak da Habil Adem ismi yer almıyor. Bu da farklı görüşlere yol açıyor. 

Bir görüşe göre, Kürtlerin Turanî olduğuna dair iddiaya kapı aralayan “Kürdler” adlı kitabın sahtekâr Habil Adem tarafından yayınlandığına kuşku yok ve böylece kitaptaki sahte tezler gibi yazarın da sahtekârlığı su götürmez (Bkz. Malmîsanij 1991; 2011; Beşikçi 2014; Bayrak 1999; Akpınar 2004). 

İkinci bir görüşe göre, kuşkusuz kitaptaki sahte fikirler gibi yazar da sahteydi. Çünkü ortada ne Dr. Friç diye biri vardı, ne de Berlin Şark Akademisi… Ancak bu sahtekârlığı, pek çok sahtekârlığı sabit olsa da, Naci İsmail Pelister üzerinden tartışmak doğru değildir. Daha ziyade “Kürdler” adlı kitabı bizatihi İttihatçıların resmi yayını olarak değerlendirmek gerekir (Bkz. Bozkurt 2015). 

Üçüncü bir görüşe göre de, Pelister’i ya da takma adıyla Habil Adem’i kitap üzerinde doğrudan gösteren bir ibare yoksa da, kitap iyi incelendiğinde ve diğer benzer yayınlarla birlikte ele alındığında Pelister’in bağını kurmak pekala mümkündür. Bununla birlikte kitabın daha ziyade bir komisyon veya birim tarafından yazıldığı, Pelister’in belirli ölçülerde müdahil olduğu belirtilebilir (Aydın 2014; Dündar 2010). Bu görüş sahiplerinden Suavi Aydın ve Fuat Dündar ayrıca İttihatçıların müttefiki Almanların da bu kitap ve benzerlerinin yazılmasında etkili olduğu görüşündeler. 

Bu noktada bir anekdot paylaşmak isterim. Fuat Dündar, İttihatçıların Türkçü politikalarının şekillenmesinde bazı Almanların oynadığı rolün belirleyici olduğuna emindir. Bu çerçevede “Balkan Savaşları sonrası ve özellikle Birinci Dünya Savaşı Alman ‘bilim’ çevrelerinde, Türk kültür ve antikitesine ilgiyi arttırmış, Deutsche Vorderasien-Komitee ve Deutsch-Türkische Vereinung gibi resmî ve yarı resmî kurumlar bu işe soyunmuşlardır” diyen Dündar, bu kurumlar bünyesinde Anadolu’da pek çok etnisite araştırmalarının da yapıldığını aktarır. Deutsche Vorderasien-Komitee’nin sekreteri Dr. Hugo Grothe’nin başkanlığında bu araştırmalar için “Anadolu’ya düzenli ve gruplar halinde uzman araştırma” ekiplerinin gönderildiğini belirten Dündar, bu uzmanlardan birinin de “Türk Ön Asyası’nda Alan Araştırmaları” adlı çalışmada imzası bulunan Fritz Reel olduğunu aktarır. Ancak Dündar bu Fritz ile Dr. Friç’in herhangi bir bağını da kurmaz (2010:130-131). 

Bir diğer anekdot da şöyle: Halil Hayali Dr. Friç’in kitabının yayınlanmasının hemen ardından Jîn dergisindeki eleştirel yazısında söz konusu kitabın “resmî bir nitelik taşıyan ‘İctimaîyat’ dergisinde M. Zekeriya Bey tarafından özet olarak” yayınlandığını belirtiyordu (Bozarslan 1985:206-207). Hayali’nin sözünü ettiği kişi, Zekeriya Sertel’dir. Fuat Dündar ise Sertel’in iki bölüm halinde yayınladığı bu özeti Alman kaynaklarından yapılan bir çeviri olarak bildirdiğini kaydeder (2010:419). Sertel, Cumhuriyet döneminin önde gelen gazetecilerindendir. Bir dönem Mustafa Kemal’e yakındı, daha sonra araları bozuldu. Bir dönem Demokrat Partililere yakındı, sonra onlarla da arası bozuldu. Cumhuriyet ve Tan gibi gazetelerin kurucularındandı. Ancak Tan gazetesi liberal-demokrat yayıncılığı gerekçesiyle, daha doğrusu Demokrat Parti’ye yakınlığı dolayısıyla 1945’te basılmış ve Sertel ile eşi linçe maruz kalmıştı. Cumhuriyetin ilk yirmi yılının genelkurmay başkanı olan ve Kürt isyanlarının kanlı bastırılmasında önemli rolleri bulunan Mareşal Fevzi Çakmak ile birlikte 1950’li yıllarda İnsan Haklarını Koruma Cemiyeti’ni bile kurmuştu. Son olarak Türkiye’yi terk etmiş ve Paris’te uzun yıllar yaşamış, bu sürede komünistlerle ve Nazım Hikmet’le bağlantıları olmuş ve 1977’de Türkiye’ye döndüğünde Nazım Hikmet’i anlatan yazılar yazmıştı. İttihatçılıktan muhalifliğe ve hatta komünist dostluğuna uzanan enteresan bir portre ve bu haliyle sözüm ona pek çok muhalif Türk aydının duruşu hakkında da bence epey fikir verir. 

İlginçtir, Sertel ile Pelister’in ortak Nazım Hikmet anıları var… Zekeriya Sertel Nazım Hikmet’i anlatan kitaplar yazmıştı. Naci İsmail Pelister’in ise 1930’lu yıllarda Yarın adlı gazeteyi çıkardığı sırada Nazım Hikmet’i yazı işleri müdürü olarak işe aldığı, bu sırada para koparmak için Hikmet üzerinden Sovyetler Birliği yetkililerini dolandırmaya kalkıştığı ve fakat Hikmet’in bunu kabul etmediği aktarılır (Akyol, Şahin 1994a). Bu ara notlardan sonra tekrar konuya dönecek olursam… 

Dr. Friç ve Habil Adem ya da Naci İsmail Pelister hakkında aktardığım üç görüşün de doğruluk payı taşıdığını düşünüyorum. En nihayetinde Dr. Friç diye bir yazarın olmadığı ve kitabın da İttihatçıların resmi bir yayını olarak Aşiretler Genel Müdürlüğü tarafından yayınlandığı kesin kabul edilebilir. Dolayısıyla içeriği gibi yazarı da sahte olan ve fakat bu sahtekârlığıyla yüzyılı bulan süre boyunca Kürtlerin yokluğuna veya Türklüğüne dair resmi teze dönüşmüş, bununla birlikte Kürtlere yaşatılan acıların esin kaynağı olmuş bir kitaptan söz ediyoruz. Yazıyı Habil Adem takma adlı Naci İsmail Pelister’in 1923’te söylediği ve sahtekârlığın nasıl bir siyaset haline geldiğini gösteren şu ibretlik sözleriyle noktalamak isterim: 

“Öyle ki, on sene evvel neşrettiğim muhtelif eserlerde müdafi olduğum noktayı nazarların birer birer hakikate inkılâb etmiş olduklarını görüyorum.” (Akyol, Şahin 1994:8)

Mesele bundan ibaret… 

İlgili Podcast

Kim Bu Dr. Friç. https://www.youtube.com/watch?v=jhV4Zo8jflY 

 

Kaynakça

Akpınar, Alişan (2004). Bir Sahtekârlık Hikâyesi Ya Da Kürtlerin Asimile Edilmelerine İlk Adım. İstanbul: Vesta, Sayı: 3 -4

Akpınar, Alişan (2012). Lisan-i Osmaniye’den Türkçeye. Vecdi Erbay, İnatçı Bir Bahar içinde. İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Aydın, Suavi (2014). Önsöz / “Kürdler” Ve Hâbil Adem. Dr. Friç, Kürdler / Tarihi ve İçtimai Tedkikat içinde. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları

Bayrak, Mehmet (1999). Kürt Sorunu ve Demokratik Çözüm. Ankara: Öz-Ge Yayınları

Bedırhan, Celadet Ali (1973). “Mektup” / Mümtaz Mütefekkir CELADET ALİ BEDIRHAN’ın (Türkiye Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine) Yazdığı Açık MEKTUP. (Naşiri: Dr. M. Nuri Dersimî). Halep

Bedirxan, Kamûran Elî (2004). Kürdler. İstanbul: Vesta, Sayı: 2 

Beşikçi, İsmail (2014). Sonsöz / “Alman Şarkiyatçı Dr. Friç” Ve Kitabı Üzerine. Dr. Friç, Kürdler / Tarihi ve İçtimai Tedkikat içinde. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları 

Bozarslan, M. Emin (ed.-ter.) (1985). Jîn / Kovara Kurdî-Tirkî / Kürdçe-Türkçe Dergi / 1918-1919. Cild 1. Uppsala: Weşanxana Deng

Bozkurt, Serhat (2015). “Anti-Kürdoloji”nin İlk Örneği / Kürdler: Târîhî ve İctimâî Tedkikat. İstanbul: Kürt Tarihi, Sayı: 19

Doktor Friç (Muhariri) (2014). Kürdler / Tarihi ve İçtimai Tedkikat. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları

Dr. Fritz (1992). Kürtlerin Tarihi. İstanbul: Hasat Yayınları

Dündar, Fuat (2010). Modern Türkiye’nin Şifresi / İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği (1913-1918). İstanbul: İletişim Yayınları

Fırat, Nuri (2015). Politikanın Kürtçesi. İstanbul: Everest Yayınları

Fırat, Nuri (2024a). Abdülhamid’den İttihatçılara Kürt Siyaseti. https://nupel.tv/nuri-firat-abdulhamidden-ittihatcilara-kurt-siyaseti/ 

Fırat, Nuri (2024b). Bir ‘Gayr-i Müfid’in Portresi: Ziya Gökalp. https://nupel.tv/nuri-firat-bir-gayr-i-mufidin-portresi-ziya-gokalp/ 

Fırat, Nuri (2024c). Kürtlerin ‘Babanzâde İsmail Hakkı Yanılgısı’. https://www.youtube.com/watch?v=t2ejGy3KD-E 

Fırat, Nuri (2024d). Türkiye’nin Kürt İnkârı İçin Peşinde Koştuğu İngiliz. https://www.youtube.com/watch?v=tzBHS3BtZhc 

Gökalp, Ziya (1992). Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler. İstanbul: Sosyal Yayınları

Kutlay, Naci (2011). 21. Yüzyıla Girerken Kürtler. İstanbul: Peri Yayınları

Malmîsanij, M. (1991). Meğer “Dr. Friç” Kimmiş?. Stockholm: KurdistanPress, Sayı: 89

Malmîsanîj, M. (2011). Anti-Kürdolojiden Kürdolojiye Giden Yol ve İsmail Beşikçi. İsmail Beşikçi içinde (Der: Barış Ünlü-Ozan Değer). İstanbul: İletişim Yayınları

Şahin, Mustafa (1991). Yazar(lar)ı Tartışmalı Bir Kitap. İstanbul: Tarih ve Toplum, Sayı: 92

Şahin, Mustafa, Akyol, Yaşar (1994a). Habil Adem Ya Da Nam-ı Diğer Naci İsmail (Pelister) Hakkında… İstanbul: Toplumsal Tarih, Sayı: 11

Şahin, Mustafa, Akyol, Yaşar (1994b). Habil Adem Ya da Nam-ı Diğer Naci İsmail (Pelister) Hakkında – II. İstanbul: Toplumsal Tarih, Sayı: 12

Şimşir, Bilal N. (2007). Kürtçülük (1787-1923). İstanbul: Bilgi Yayınevi

 

İlginizi Çekebilir

Özgür Özel Selahattin Demirtaş’ı ziyaret edecek
Ali Engin Yurtsever:  Rojava ve Seçimler

Öne Çıkanlar