Sabah televizyonu açınca kanalın birinde avukat Canan Güllü diğer iktidar yanlısı muhafazakar bir kanalda ise iki erkek sunucu. İki kanalda da gündem İstanbul Sözleşmesi.
Canan Güllü avukat kimliği ile yıllardır kadın mücadelesinde sözü ve çalışması olan bir kadın, konuyu gayet makul anlatıyor.
Diğer iki erkek sunucu ise erkek olmanın rahatlığı ile İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunu sözde masaya yatırmış ‘aile bütünlüğü aşağı aile birliği yukarı’ sözleşmeye yerden yere vurup duruyorlar.
Ne de olsa hakları var onlar erk, onlar karar verici. Karşı çıktıkları mevzu ise toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim. Bu sözleşme; daha zayıfın daha güçlü tarafından ezilmesini engelliyor. Ama onlar istiyor ki bu düzeni biz kurduk kuralları da biz belirleyelim.
Artık öyle bir dünya yok onu kafanıza koyun. Bu oyunun kuralları birlikte belirlenecek. Kadını, çocuğu, mülteciyi, engelliyi, farklı azınlık gruplarını ,eşcinsel bireyi ordan buraya canınız istediği gibi savurup duramayacaksınız.
O tv kanallarında canınız istediği gibi mangalda kül bırakmayacak beylik cümlelerle dezavantajlı gruplarının üzerinden dozer gibi geçemeyeceksiniz.
İşte siz bunu yapamayasınız diye İstanbul Sözleşmesi var.
Peki neyi korumaya alıyor bu sözleşme?
4.maddesinde ırk, dil, din, engellilik, cinsel yönelim vb. gibi farklılıklara hiçbir şekilde şiddet uygulanmaması yönünde kararı var. Dünyadaki tüm insan hakları beyannamelerinde de bu madde vardır.
Bu sözleşme toplumsal cinsiyet kavramından kaynaklı ayrımcılığı ikinci sınıf görülme durumunu şiddeti engellemeye dönük tedbirler ve anayasal düzenlemeleri iktidarlara hatırlatıyor.
Bu kavram ayrıca sosyal bir kavramdır. Toplumsal cinsiyet; erkeğin kadına yüklemiş olduğu, ona uygun gördüğü, onun adına karar verdiği roldür. Erkekler ağlamaz, kadınlar bulaşık yıkar gibi eşitlikçi ve insani olmayan toplumların dayattığı sosyal kavramlardır.
Bunun yanı sıra cinsel yönelimi farklı olduğu için ayrımcılığa ve şiddete maruz bırakılan bireylerin yaşam hakkını da güvence altına alan bir sözleşme.
Bu sözleşmeye karşı çıkanlar neyi hedefliyor?
Cinsel kimliği farklı olan bu insanlar toplumdan ayrıştırılsın mı?
Şiddete maruz bırakılıp öldürülsünler mi?
“Namus,anane, kültürümüz, aile yapımız” gibi bahanelerin altına sığınarak savaş açtığınız bu evrensel sözleşmeyle ne alıp veremediğiniz var?
Bu sözleşmeyi ortadan kaldırınca daha ‘ahlaklı’ daha ‘sağlam’ bir topluma ve aileye kavuşacağınız mı zannediyorsunuz?
Eğer toplumsal bir düzelme ve iyileşme amacınız varsa önce kendinizden başlayın. Çürüttüğünüz çınar gibi değerlere bi dönüp bakın.
İstanbul Sözleşmesi’ne gelinceye kadar kirlettiğiniz çok mecra var. Önce oraları temizlemekle başlayın işe.
İstanbul Sözleşmesi kadın cinayetlerinin pik yaptığı ülkemizde en başta kadını ve onun yaşam hakkını güvence altına alan bir sözleşme. Buna mı karşı çıkıyorsunuz?
Kadın var ve her yerde, buna alışın… Kadının yok sayıldığı Ortadoğu toplumunda aslında kadının ne kadar güçlü ve “VAR” olduğuna dair bir örneği de hatırlatmak isterim.
Oxford Üniversitesi’nden…Muhammed Akram Nadwinin yayınladığı İslam bilginleri ansiklopedisinde interface 2007 adlı eserinde, hadis eleştirisi, tefsir ve içtihat konularında uzmanlaşmış 8 bin kadının adını listelemiştir.
Buna benzer bir çalışmayı birkaç yıl önce Prof. Kadri Yıldırım da yapmıştı. Bizzat katıldığım 2 günlük “Kur’an da ki kadın” çalıştayı beni geleceğe dair çok ümitlendirmişti. Bahsi geçen araştırmacı güçlü kadınların yerine biz bugün küçük yaşta evlendirilen, cinayete kurban giden kadınların adını konuşuyoruz.
Evet kadının adı artık var. Ama öldürülünce “VAR”. Ekranda alt yazıdan Ayşe, Fatma, Özgecan, Ceren ve daha bir çok kadının adı ancak böyle gündemimize girebiliyor !
Daha geçen günlerde Bingöl /Karlıova ilçesinde eşinden ayrılmak isteyen Zeynep’in acı hikâyesi önümüze çığlık gibi düştü. Eşinden ayrılmak isteyen Zeynep, eşinin kendisine ulaşamayacağını düşündüğü İstanbul’da bir sığınma evinde yine eşi tarafından bulundu ve Karlıova’ya getirildi..Elleri arkadan bağlı bir şekilde öldürüldü.
27 yaşındaki gencecik bir kadın da ahlarımız arasındaki yerini aldı. Devletin sığınma evinde güvende olamayan kadını devletten, kocadan ve tüm bu çirkinliklerden nasıl koruyacağız?
Kız çocuklarını daha ergenliklerinin ilk döneminde kendi bedenlerini tanımadan başka bir bedenle tanışmaları istenerek pedofiliye sürükleniyorlar. 1400 yıl öncesinin geleneğini din diye dayatanlar ve bunu normalleştirenler buyursun pratikle uygulamayı kendi çocukları üzerinden yapsınlar. Yapabilecekler mi gerçekten?
Kendi çocuğunuza reva görmediğiniz şeyleri başka çocuklar için nasıl gözü kapalı konuşabiliyorsunuz?
İste İstanbul Sözleşmesi bu gözü kapalı erkeklerin körelen vicdanlara karşı çocuk gelinler olmasın diye var.
İstanbul Sözleşmesi konu oldukça aklıma gelen isim Mısırlı Huda Şaravi’dir. Kız olduğu için eğitimi ailesi tarafından engellenen ve 13 yaşında kendisinden 40 yaş büyük yeğeniyle evlendirilen Şaravi şunu söyler; ‘’Bir gün bu feryadımı herkes duyacak, devrim başlatacağım..’’
Yetişkinliğinde kız çocuklarını hayata kazandırmak için çalışmalar yapar. 1923’te üzerindeki çarşafı tren garında çıkarır ve topluma şu mesajı verir: ‘sizin dağıttığınız yaşamı red ediyorum.’
Bütün kadınlara da bu itirazı büyütmelerini tavsiye eder. İlk kez mısırda böyle bir eylem olur. Kadınlar Şaravi’den ilham alır ve okul açarak kadın birliğini kurar. Hayatı kadın mücadelesi ile geçen Şaravi evlilik yaşının alt sınırının 16 olmasını başarır.
Son söz;
Dünya teknolojik bir ağ toplumuna dönüşmüşken sizler küçük yaştaki çocukları evlendirerek kendinize itaat edecek kitleye ulaşamayacaksınız. Sözleşmeleri yok sayarak, erkek lehine kanunları destekleyerek istediğiniz dünyaya kavuşamayacaksınız çünkü; su çatlağını bulacaktır…