Ohannes Kılıçdağı: Lozan öncesine değil, dönebiliyorsak daha da öncesine dönelim

GenelGündem

PKK’nın kongre bildirgesinde Lozan’a ve 1924 Anayasası’na atıfta bulunması kimilerinin hoşuna gitmemiş. “Cumhuriyet evvelsine mi dönülmek isteniyor?” diye soruyorlar. Doğrusu kendi hayal dünyasında cumhuriyet öncesine dönmek isteyen birileri var mıdır bilmiyorum, muhtemelen vardır ama bu artık ciddi siyasi tartışmaların değil ancak zamanda yolculuk yapılan fantastik film senaryolarının konusu olabilir. “Cumhuriyet öncesine dönmek”ten kasıt İslami tonları ağır basan bir rejim kurmaksa onun için bir yere dönmeye gerek yok şimdiki zamanda da yapılabilir, yapılıyor zaten. 

*

PKK, 12. Kongresinde aldığı fesih kararını açıkladı bildiğiniz gibi. Bu, herkesin de söylediği gibi şüphesiz tarihi bir andır, olaylar birçok yönde gelişebilir ama bir dönem kapanmıştır. Bu dönemin muhasebesi uzun uzun yapılabilir; doğruları-yanlışları, iyileri-kötüleri, güzellikleri-çirkinlikleri ele alınabilir. Bunu yalnız bugün yaşayan bizler değil gelecek zamanın tarihçileri de yapacak. Fakat, şu anda önümüzde duran acil iş bu sürecin başarıyla tamamlanması ve istikrarlı barış ortamının oluşturulmasıdır. Fesih kararı bunun ancak başlangıcı olabilir. Tabii hükümetle PKK arasındaki müzakerelerin geldiği aşamayı, kaydettiği ilerlemeyi, sürecin adımlarının ne ölçüde somutlaştırıldığını ve bir takvime bağlandığını bilemiyoruz ama eğer “nasıl olsa silahlı eylemlere son verildi” denilerek atılması gereken adımlar atılmaz, yapılması gereken reformlar yapılmaz ise sözünü ettiğimiz istikrarlı, köklü ve uzun ömürlü bir barış ortamının sağlanması zordur. Barış derken de bunu devletle PKK arasındaki ilişkiye indirgememek, sadece o boyutuyla algılamamak gerekir; toplumsal barış ve huzur bunun çok ötesinde bir şeydir. Misal; bundan elli yıl evvel PKK yokken olan şey ne ölçüde bir barış ve huzur ortamıydı? Tartışılır.

Kabaca 45 senede gelinen yer, devletin de PKK’nın da ilk anda durdukları yerden birbirlerine doğru yaklaştıkları bir nevi ara noktadır. Bu, tarafların birbirlerine eşit mesafede yaklaştıkları veya şu anda birbirlerine çok yakın oldukları anlamına gelmez ama geçen zaman içinde ikisi de bakış açılarını, beklentilerini, taleplerini ve “kırmızı çizgilerini” yumuşatmışlardır.

PKK’nın kongre bildirgesinde Lozan’a ve 1924 Anayasası’na atıfta bulunması kimilerinin hoşuna gitmemiş. “Cumhuriyet evvelsine mi dönülmek isteniyor?” diye soruyorlar. Doğrusu kendi hayal dünyasında cumhuriyet öncesine dönmek isteyen birileri var mıdır bilmiyorum, muhtemelen vardır ama bu artık ciddi siyasi tartışmaların değil ancak zamanda yolculuk yapılan fantastik film senaryolarının konusu olabilir. “Cumhuriyet öncesine dönmek”ten kasıt İslami tonları ağır basan bir rejim kurmaksa onun için bir yere dönmeye gerek yok şimdiki zamanda da yapılabilir, yapılıyor zaten. Ayrıca, İslami rejimden korkanlar toplumdaki ‘gayri-İslami’ halkları, yeri geldiğinde İslamcılarla ittifak da kurarak köküne kadar temizlemekte keşke bu kadar cevval olmasalardı! Neyse, bu da başka bir tartışma.

Öte yandan, ‘Kürt Sorunu’nun kökenlerinden ve nedenlerinden bahsederken Türkiye Cumhuriyeti’ne atıfta bulunmamak, yağmurun sebeplerini anlatırken buluttan bahsetmemeye benzer. ‘Lozan’ da o yönetim anlayışının uluslararası alanda resmi belgesidir. Aslına bakacak olursanız, gerek Hristiyan ve Yahudiler gerek Kürtler söz konusu olduğunda ‘Lozan’ı delik deşik eden, hala da etmekte olan bizzat cumhuriyetin kendisidir ama “Lozan hassasiyeti” gösterenler hiç bundan bahsetmez, o da ayrı.

Konuya az çok vakıf olan herkesin bildiği gibi Kürt Sorunu cumhuriyetle başlamış sorun değil(di). Daha önceye de götürülebilir belki ama Tanzimat’ın merkezileşme çabalarının bu işin başlangıç noktası olduğu rahatlıkla söylenebilir. Üstelik o zamanlardan başlayarak 1914’e kadar olan süreçte durum daha da karmaşıktı çünkü coğrafi olarak da büyük ölçüde örtüşen iki mesele, Kürt Sorunu ve Ermeni Sorunu birden çok düzlemde iç içe geçmiş adeta bir sarmal olmuştu. Birini çözmek için çektiğiniz ip ötekini karıştırıyordu. Etno-dinsel grupları ve devlet çevrelerini yatay kesen ve devamlı değişen ittifaklar temelinde kaygan bir zemin söz konusuydu.

Ermenilerin denklemden devletin ve belli Kürt çevrelerinin işbirliğiyle elenmesinden sonra cumhuriyet ortak, barışçıl, eşit ve adil bir siyasi düzen için yeni bir başlangıç olabilirdi. Ama tam tersine kurucu kadrolarla başlayıp sonrasında da devlette devamlılık gösteren etnik Türkçü, devletçi, tekçi, katı biçimde merkeziyetçi anlayış Kürtlere hayatı zindan etti. (İç ses girer ve şöyle söyler: “Bizi Sevr’le korkutup Lozan yoluna ortak ettiniz, kaderimiz Sevr’den beter oldu.”) Bildiri de bu tarihe atıfta bulunuyor. Bunları söylemek cumhuriyet rejimine karşı olmak demek değildir. Zaten alternatif ne ki? PKK’nın padişahlık isteyecek hali yok herhalde! Nitekim, bildiride de “Demokratik Türkiye Cumhuriyeti perspektifini ve Demokratik Ulus anlayışını Kürt sorununun çözüm çerçevesi olarak benimsediği” açıkça belirtiliyor. Eleştirilen, Türkiye Cumhuriyeti’nin somut politikaları ve yönetim anlayışı. Ha, bir de “Kürt-Türk halklarının kurucu öğe olduğu” ibaresi var ki o ağızda biraz kekremsi bir tat bırakıyor.

Son olarak, eğer tarih içinde bir yerlere dönme konusunda sipariş verebiliyorsak, ben şimdiki bilgilerimizle 1908’in Temmuz ayına dönmek istiyorum. Teşekkürler.

/Bu yazı Agos’tan alınmıştır/

İlginizi Çekebilir

Putin, Kara Kuvvetleri Başkomutanı Salyukov’u görevden aldı
İmamoğlu lehine mütalaa hazırladı, kardeşi görevden alındı

Öne Çıkanlar